Bir Yahudi ailesiyle akşam yemeği

"ANTİSEMİTİZM" girdabında çırpınan "muhafazakar" okurlar için küçük bir uyarı:

Başlığı okuyup, "Yahudi ailesiyle yemek ha!" diye homurdanarak bana laf çakmadan önce...

Lütfen şu iki cümleyi bir okuyun:

"Yemek yediğimiz Yahudi ailesinin reisi Bensiyon Pinto’nun Tayyipçiliği, belki sizin Tayyipçiliğinizden bile fazladır... Ayrıca Pinto’nun Tayyip Bey’le olan irtibatı, bendenizle olan irtibatından daha kavidir..."

Tamam...

Şimdi istediğiniz kadar laf çakabilirsiniz...

* * *

Nişantaşı’nda bir İtalyan restoranı...

Türk Musevi Cemaati’nin Onursal Başkanı Bensiyon Pinto, eşi, iki oğlu ve iki gelini ile birlikte büyük bir masanın etrafında toplandık.

Her daim aşırı iyimser Bensiyon Bey’in riyasetinde teklifsiz tekellüfsüz bir muhabbet başladı...

Bazen hep bir ağızdan konuştuk... Bazen birbirimize takıldık... Bazen hayli gürültücü olduk...

Bu yemekten benim çıkardığım sonuç şudur:

Nişantaşı’nda bir İtalyan restoranında sıradan bir Müslüman ailesiyle yemek yemek ile bir Yahudi ailesiyle yemek yemek arasında soğan zarı kadar fark vardır...

* * *

Ne mi konuştuk?

Şu türden şeyler:

Bensiyon Bey’den bir askerlik hatırası... 6-7 Eylül’de Bensiyon Bey’in eşi Eti Hanım ne yapıyordu? Musevi cemaatinin lisesi... İmam-hatip liseleri... İsrail seçimleri... Kim hangi yazardan hoşlanıyor? Ekonomik kriz geliyor mu? Yahudi yemekleri... Köşe yazarlarının kendine özgü sorunları... Torun sahibi olmak... İşçinin hakkını alın teri kurumadan verme meselesi... Dünyada yükselen dindarlık... En iyi pizza nerede yenir? Nişantaşı eskiden nasıldı?

* * *

Ertesi gün...

İki şey kalmış bende: İyi ve güzel insanlarla buluşmanın dimağda bıraktığı lezzet ve Bensiyon Pinto’dan iki anı...

O iki anıyı Pinto’nun dilinden takdim ediyorum:

BİRİNCİ ANI - Eşimle Ortaköy’de bir restoranda yemek yiyoruz... Ezan okunmaya başladı... Ben ezana çok saygılıyımdır... Hemen konuşmayı kestik... Ayaklarımı indirdim... Saygılı bir şekilde dinlemeye başladım... Fakat yan masada ezan sesi duyulunca kasten seslerini daha da arttıranlar vardı... Canım sıkıldı... Onları uyardım... Saygılı olmaları gerektiğini söyledim... Biraz tartıştık... Benim Yahudi olduğumu öğrenince utanıp "haklısınız" dediler.

İKİNCİ ANI - 1950’li yılların başında Kuledibi’nde sinagog sayısı çok fazlaydı... O dönem o semtte oturan babam ve birkaç Yahudi arkadaşı, "Buraya bir cami lazım" diyerek cami yaptırdılar... Camiye atanan imamla da dost oldular... 6-7 Eylül günlerinde bizim evi yakıp yıkmaya gelenlere engel olan kişi o imamdır... O imamla ailecek dostluğumuz hep sürmüştür... O imamın oğlu, şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Park ve Bahçeler Müdürü olarak görev yapıyor.

Erdoğan’a 6 soru

BİR: Bizim gazeteyi evlerine sokmayanlar, damadınızın gazetesini evlerine sokabilirler mi? Sokabilirlerse... Bu yaptığınız damadın şirketini koruma ve kollamaya girmez mi?

İKİ: Bir zamanlar gazetelerin "arka sayfa güzelleri"ne kafayı takmıştınız... "Yakışmıyor" falan diyordunuz... Damadınızın gazetesindeki "arka sayfa güzelleri" yakışıyor mu?

ÜÇ: Bir fetva verin lütfen: Lümpen neşriyat yapan Vakit’i evimize gönül rahatlığıyla sokabilir miyiz?

DÖRT: Bekir Coşkun’un köpek sevgisini dilinize doladınız... Dünürünüz Sadık Albayrak’ın köpek sevgisi hakkında da iki satır laf edebilir misiniz?

BEŞ: Taraf’ı biliyorsunuz... Bazen yandaş, bazen karşıt... Soru şu: Araftaki gazete Taraf’ı evimize sokacak mıyız?

ALTI: Radikal gazetesi malum Genelkurmay’dan vetoyu yedi... Eğer sizden de vetoyu yiyorsa... "Tank Hasan"a ne tavsiye edersiniz?

Elim kırıldı

SEÇİM vakti gelmeden... Oyumu kullanmadan... Türk seçmeninin geleneksel pişmanlığını yaşayıp, "Elim kırılaydı da oy vermeyeydim..." falan diyemeden...

Elim kırıldı... Hem de zavallı olmayan sağ elim...

Kırıldı işte... Kırıldı...

Spor yaparken dikkatsizlik sonucu çarpma... Hafif bir eziklik... Hafif bir ağrı... Hepsi bu... Hiç abartmadan, "incinmiştir" falan diyerek geçiştirecektim ki...

Ertesi gün elimin o bölgesinde muazzam bir şişme meydana gelmesin mi?

Hemen komşumuz "Medica"ya müracaat... Film çekimi falan... Sonuç: "Minik bir kırık saptanmıştır."

Harç karılmadan, alçıya gerek duyulmadan "Amerikan malı" bir sargı sistemiyle sardılar elimi...

Neyse... Olan oldu...

Ben en iyisi meraklısına şu iki notu ileterek bitireyim:

BİR: Sağ el parmaklarım boşta... Bu yüzden bilgisayarda tek elle yazı yazmak durumunda kalmıyorum...

İKİ: Ayakta ya da elde alçılı sargı görünce imza atmadan duramayanlar hayal kırıklığı yaşayacak... Çünkü bu yeni sistem sargılar, imza çakmaya pek müsait değil...
Yazarın Tüm Yazıları