Bir gün ayrılırsak Defne’yle Eren gibi olmayalım

DEFNE Samyeli-Eren Talu boşanma haberlerinin bende yarattığı his işte bu:

“Bir gün ayrılırsak, aman ha Defne’yle Eren gibi olmayalım!”

Haberin Devamı

Korkunç gelmiyor mu, her gün onlar hakkında okuduklarınız?


İnsanlar ayrılırken nasıl bu kadar vahşileşebiliyorlar?


O lafları edebiliyorlar?

 

*


Oysa, bir süre önce Dubai’de yemek yerken, son derece uyumlu ve hoştular.


Defne-Eren, Yonca-Arda,
sevgilim ve ben Bice’ye gittik.


O aralar Eren, sık sık Dubai’ye geliyordu işlerini çözümlemek için. İşleri kötüydü, açık açık da anlatıyordu, gizlediği bir şey yoktu. Defne, kocasının en sıkı destekçisiydi. Onun kocasını kurtarmak için AK Parti’ye yaklaştığı dedikodularının çıktığı dönemlerdi, hatta “Alakası yok!” diye bana bu konuda kısa bir röportaj da vermişti.


Defne,
nefes kesen bir kadın.


Bir kere bedeni inanılmaz güzel. Onu görünce karnını içeri çekiyorsun, böyle bir his uyandırıyor insanda, daha bir dik oturuyorsun. Çünkü sürekli spor yapıyor,
sürekli fit.


Beyaz teni, siyah saçları...


O duruluk, o tezat...


Güzellik denilen şeyin bir ölçüsü varsa, bu o...


Ama asıl büyü, konuşmaya başlayınca...


Televizyondan gördüğünüz kadından çok daha klas biri benim sözünü ettiğim, televizyon doğasından mıdır nedir, herkesi olduğundan biraz aşağı çekiyor...

Kim ne derse desin kadın zeki, kadın bilgili...


O kadar ki, insan ister istemez bir “açık” arıyor.


Bu kadar her şeyi mükemmel bir kadına sinir olmak için özel bir çabaya gerek yok yani, çünkü hepimiz biliyoruz, çoğunlukla ters orantılı bu işler: Kadınlar ya akıllı oluyor ama onların da bedenleri güzel olmuyor; ya da güzel oluyorlar, ama onlar da çok akıllı olmuyorlar.


Defne,
bu iki özelliği de kendinde toplamış biri.


Elinde değil, “Bu kadının nesine bok atabilirim?” diyorsun içinden.


Benim de onu kıskanmam gerekiyordu çünkü ben de bir kadınım ve öyle bir vücudum olması için canımı veririm, hatta bir ara, “Onun bedenine, kendi kafamı koysam ne şahane olur!” diye bile düşündüm, ama sonra vazgeçtim, sen de fena değilsin diye kendimi idare ettim.


Neyse, o akşam ilişkilerimizden, kıskançlıktan, oradan buradan konuştuk. Eren’in karısıyla ne kadar gurur duyduğunu gözümle gördüm. Bir çanta değil Defne, ama Eren onu çok değerli Chanel bir çanta ya da bir mücevher gibi taşıyordu.


“Hey bu kadınla beraber olan benim!”
diye beden diliyle etrafa mesaj veriyordu, çaktırmadan hava atıyordu, bunu fark etmemek mümkün değildi.


Defne,
güzelliği bir yana, disiplinli, çalışkan, meraklı ve çok yönlü bir kadın. Sınıftaki yıldızlı pekiyi alan çalışkan öğrenciler gibi. Her şeyi de öğrenmek istiyor.

Ama ne yazık ki Eren onu, hocalarından kıskanıyor, tenis hocasından bile. Hillside’da Gym’e gitmesi yasakmış, bu yüzden eve özel jimnastikhane kurmuş. “Madem spor yapmak istiyorsan buyur evde yap!” diye. Biz de “Bu, insanın karşısındakine değil, kendisine güvensizliği” dedik. O da “Ama n’apalım durum bu” dedi. Defne de “Ben de onun masaj yaptırmasını kıskanıyorum” diye atladı.


Böyle neşeli, eğlenceli bir geceydi.

 

*


Nereden nereyeeeeee...

Haberin Devamı


Ve bakın, şimdi bu çift ne halde...

Haberin Devamı


İşin doğrusu şu, ben daha çok Eren’e takıldım.


Ne olursa olsun, insan çocuklarının annesini böyle suçlamamalı. Sadakatsizlik ne demek? Ben size söyleyeyim: Bu ülkede bir kadına yükleyebileceğin en kötü suç.


Ayıptır! Sizin bir geçmişiniz, bir maceranız, bir öykünüz, iki çocuğunuz var. Üstelik biri ergenlik çağında. Onların arkadaşları, çevreleri var. Karından boşanıyorsun, çocuklarından değil. Tamam aranızda ne olduysa oldu, ama bu ne acıklı bir durumdur? Beş paralık etmeye çalıştığın kişi, bunca yıllık karın.

Yanında bir zamanlar mücevher gibi bir taşıdığın karın. Gerçekten aklım almıyor.


Hayatta her şey olabilir, ayrılabiliriz de eşlerimizden, sevgililerimizden ama Allah kimseyi bu hale düşürmesin!

Haberin Devamı

 

HAMİŞ: Bu arada, bu ülkede yaşayan bir kadın olarak hep aynı avukatın ismini duymaktan, hep aynı suçlamalardan ve hep aynı filmi görmekten bıktım..!

 

Çirkin suçlama

 

HÜRRİYET yazarı Onur Baştürk’e, Can Tanrıyar sokak ortasında tokat atıyor.


Bundan daha abuk, daha rezil bir şey yok.


Bir gerekçesi de yok.


Onur, “Can Tanrıyar’ı tanımam etmem, sadece karısı Petek Dinçöz hakkında yazı yazdım” diyor.


İyi de bu bir insana tokat atmayı gerektirir mi? Böyle bir terbiyesizlik olabilir mi?


Can Tanrıyar
ise internet sitelerinde bir sürü şey söylüyor ama özet olarak, “Tokat attım çünkü bana tacizde bulundu!” diyor.


Kusura bakmasın ama bunun da inanılacak bir tarafı yok.

Haberin Devamı


(Tanrıyar’ı yaptığı işlerde başarılı bulurum, onunla kendi çapımızda bir hukukumuz var, ona düşmanlık etmeyeceğimi o da bilir.)


Ben bunu ona yakıştıramadım.


Suçlama, tokattan çirkin.


Maksatlı ve kötü niyetli.


Yaptığı şeyi pespaye buluyorum.


Ve feci halde kınıyorum. 

Yazarın Tüm Yazıları