Belki de bizi en çok askerler okuyor

Özel biriyle konuştuğum, özel kalemi olmasından belliydi. Bunca yıldır bu meslekteyim, tanıdığım hiçbir yayın yönetmeninin özel kalemi yoktu. Kadın sekreterleri vardı. Bir erkek özel kalem, beni aştı. Devlet gibi adam diye düşündüm.

Güldü, "Ne alakası var" dedi. O da benim şaşırmama şaşırdı. "Benden önce nasıl işliyorsa, şimdi de öyle devam ediyor" dedi. "Kadın sekreteriniz olmaz mıydı" diye sorduğumda, "Yoo hayır olabilirdi, hálá da olabilir" dedi. Yanlış anlaşılmasın, özel kalem müdürünün ekmeğiyle

oynamaya niyetli filan değilim, meraktan sordum öyle. Ekrem Dumanlı’yı özetlemek gerekirse, edebiyatçı demek gerekir. Mecazi anlamda değil. Geçmişiyle ilgili konuşurken, kültür sanat hakkında fikir beyan ederken, tiyatrodan söz ederken vecd haline geçiyor. Dostoyevski konuşmayı her şeye tercih ediyor. Özellikle siyasete. Heyecanlanıyor. Andrenalin seviyesi yükseliyor. Ama yaptığı gazete ve gazeteciliğiyle de, Zaman Gazetesi’nin yeni haliyle de gurur duyuyor.

"Büyüyünce gazeteci olacağım" diyenlerden miydiniz?

- Hayır. Benim için varsa yoksa edebiyattı. Yazar olmak istiyordum ben. Şiire, hikayeye, romana merakım vardı. Bir de tiyatroya.

Tiyatro... Yozgat’ta mı?

- Biraz tuhaf tabii Yozgat’ta yaşayan bir çocuğun tiyatro merakının olması...

Var mı bunun bir müsebbibi?

- Var, dayım. Babam da suç ortağı. Aralarında 20 yaş var. Babam, dayıma sürekli "Ankara’ya gidiyorum, benimle gelirsen seni de tiyatroya götürürüm" diyor. Yozgat’tan kalkıyorlar, Ankara’ya tiyatroya gidiyorlar. Zaman 1960’lar. Annesi müsaade etmedi, dayım hiçbir zaman tiyatrocu olamadı ama onun tutkusu bana da bulaştı...

E o zaman gazetecilik nereden çıktı?

- Ben İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunuyum. Lise 1’e kadar Yozgat’taydım, Lise 2 ve 3’ü Ankara’da okudum. Mecbur kaldım...

Neye mecbur kaldınız?

- Gitmeye. 12 Eylül’de bazı sıkıntılarım oldu.

Ne gibi?

- Birileri sorgulanırken benim için "Bu bizim Eğitim Şefi’dir" demiş, beni de içeri aldılar.

Öyle miydiniz?

- Yok canım. Hem ne demek Eğitim Şefi? Silah mı kullanmışım? Bomba mı atmışım? Yooo, kitap okuyup, insanlara anlatmışım. Düşünün 15, 16 yaşındayım. Böyle saçma bir şeyden suçlanıyorum. Ben de liseye Ankara’da teyzemin yanında devam ettim. Darbelerin en kötü yanı bu: Biri sizin hakkınızda bir şeyler söylüyor, sonra da siz onun aksini ispat edene kadar akla karayı seçiyorsunuz.

Peki cezaevine ne zaman girdiniz?

- 12 Eylül’ün ertesi günü. Yeni 16 olmuştum.

Ne kadar kaldınız?

- 1 yıl. Sonra baktım bunlar beni Yozgat’ta kalırsam tekrar içeri alacaklar, Ankara’ya gittim.

O günleri nasıl hatırlıyorsunuz?

- Tabii iyi hatırlamıyorum. Bizim bir mahkemeye çıkmamız lazım ki, kendimizi savunalım. Ama nerede? O günlerde dosyanızı alıyorlar diyorlar ki, "Ülkücü Gençlik Derneği, ya da Milliyetçi Hareket Partisi dosyasıdır, sizin Konya Sıkıyönetim’de yargılanmanız lazım." Hop dosyamız Konya Sıkıyönetim’e gidiyor. Konya Sıkıyönetim diyor ki, "Ben bu dosyaya bakmıyorum, Ankara’da MHP davası var, o dosyaya dahil olsun." Resmen bir 3 ay, 6 ay geçiyor. Sonra Ankara Sıkıyönetim diyor ki, "Her ne kadar MHP davasına ve Ülkü Ocakları davalarına biz bakıyorsak da, bu olaylar Yozgat’ta olmuştur. Yozgat, başka bir sıkıyönetime bağlıdır." Dosyanız, 3 defa gidip geliyor.

Peki siz bu arada ne yapıyorsunuz?

- Yatıyoruz içeride. Benim tutuklanmamla yargılanmam arasında bir yıl var. Zaten yargılanır yargılanmaz da, tahliye edildim. Sonra da beraat ettim.

16 yaşında hapiste olmak nasıl bir şey?

- Feci bir şey. Ailem de perişan oldu. Çocuk denilecek yaştaki oğlunuzu kelepçeliyorlar, götürüyorlar. Bizim esrarengiz havamızla, bütün bir şehri korkutuyorlar. Ailemi uzun zaman göremedim. Hakikaten demokrasiye inanıyorsam, o dönem sayesindedir. Çünkü akıl mantık diye bir şey yoktu.

Cezaevine girince ilk tepkiniz ne oldu?

- Herhalde çocuk koğuşuna koyarlar beni, diye düşünmüştüm. Götürüp önce hücreye, sonra da solcuların arasına koydular. Falakayı da işkenceyi de gördüm. O kadar acayip şeyler yaşadım ki, bundan bir tiyatro eseri çıkardım. Ben resmen bir insan laboratuvarının içine düştüm. İçinde üç beş leşi olan katiller, hırsızlar, esrarcılar ve uyuşturucu kaçakçıları vardı.

Sorumun cevabını tam alamadım, mecbur kaldınız da mı gazeteci oldunuz?

- Gazeteci olmak gibi bir hevesim yoktu. Edebiyat öğretmeni olacaktım. Dostoyevski hayranı bir adamım. O zamanlar İstanbul Edebiyat, bir efsane. Mehmet Kaplan yaşıyor, Muharrem Ergin yaşıyor, Abdülkadir Karahan yaşıyor, efsane hocalar var, kitaplarını okuduğum insanlar. Aklım fikrim o okula girmekte, önce edebiyat öğretmeni, sonra yazar olmakta. Ne var ki, okulda umduğumu bulamadım. Fark ettim ki, ben kitaplardan daha çok şey öğreniyorum. "Neden gelmiyorsun derslere" diyorlardı. "Çünkü ben Ahmet Hamdi Tanpınar’ı okudum, bunların hepsi onların kopyası" diyordum. Okulu bitirdim, yüksek lisans yaparken edebiyat ve Türkçe dersleri vermeye başladım. Ama çok da mutlu değildim. Geçim için fiil çatılarını anlatmak gibi bir derdim olsun istemiyordum...

Bu gidişle gazeteciliğe başlayamayacaksınız anlaşılan...

- Yok, yok şimdi başlayacağım. Master’ım tez aşamasındayken, gazetecilikle ilişkim başladı. Zaman’a tiyatro değerlendirmeleri yazdım. Sonra, "Yahu, edebiyat öğretmenliği yapman şart mı? Gel bizimle çalış" dediler, ben de kabul ettim.

Peki siz dini bütün biri miydiniz?

- Yozgat milliyetçi muhafazakar bir yerdi. Dinle hiç alakam yoktu, dersem yanlış olur. Ama fazla abartılı bir ilişkim de yoktu. Başka bir gazeteden teklif gelse de, giderdim. İki yıl sonra beni gazeteye çağıran arkadaş, "Biz ayrılıyoruz, Kültür Sanat sayfalarının editörü sen ol" dedi. "Bir şartla" dedim, "Bu sayfalara ilan almayacaksınız. Ve bana izin vereceksiniz, ben buraya kültür sanat yazarları getireceğim." Hilmi Yavuz’un, Beşir Ayvazoğlu’nun, Erol Özbilgen’in, Allah rahmet eylesin Sezer Tansuğ’nun bu gazeteye yazmaya başlaması böyle oldu.

Bu ağır edebiyat hamlesinde siz kendinizi mi tatmin ediyordunuz, yoksa okuyucunuzu da düşünüyor muydunuz?

- Tamam herkese hitap etmeyebilir ama zaten o sayfaların belli okuyucuları vardı. Tiyatro, sinema, plastik sanatlar, şiir, edebiyat her birine ayrı bir muhabir koydum. Dedim ki, "Sen sadece sinemayla ilgilen, bu konuda uzmanlaş, sen sadece plastik sanatlarla..." Böyle dallara ayrıldık ve inanılmaz güzel sonuçlar aldık.

Ayıptır sorması, akabinde genel koordinatör nasıl oldunuz?

- İşte böyle oldum. 1.5 yıl içinde kültür sayfaları öyle bir değişti ki, herkes bunu konuşmaya başladı. Millet, "Hilmi Yavuz’un o dinci gazetede ne işi var" dedi. Sezer Tansuğ’nun gelmesi büyük olay oldu. Bana da yöneticilerim, "Madem bunu yaptın, gel bize yayın koordinatörü ol" dediler. "Ben siyasetle uğraşmak istemiyorum ki" dedim. "Siyaseti boş ver, sen koordinasyonu yap" dediler. 7-8 ay yaptım sonra yönetim değişti, boşta kaldım. Yeni yönetim, koordinasyon filan yapmamı istemiyordu. Ben de kendimi tiyatroya verdim, bir tiyatro oyunu yazdım. Sonra da Amerika’ya gittim. Medya üzerine eğitim aldım.

Ve dönüşünüz muhteşem oldu...

- Yok canım.

FEHMİ BEY DEĞİL FEHMİ ABİ

Fehmi Bey (Koru) kıskanılmaz. Fehmi Bey’e özenilir. Zaten Fehmi Bey değil, Fehmi Abi’dir. Birileriyle rekabet eden biri değildir ki, müstakil bir adamdır, başlı başına.


BİZDE ZIT GÖRÜŞLER YER ALIYOR

Bazıları Etyen Mahçupyan’ın bizde yazmasından dolayı bize çok öfke duyuyor. Ama biz onu kültürel bir zenginlik olarak görüyoruz. Şahin Alpay da yazıyor, Hilmi Yavuz da, Elif Şafak da. Geniş bir yazar kadromuz var. Bizde zıt görüşler de yer alıyor, asıl cemaat gazeteleri koro halinde konuşanlardır.

ZAMAN’IN TEORİSYENİ

Size neden Zaman Gazetesi’nin teorisyeni deniyor?

- Size olanı anlatayım, durumu nasıl değerlendirmek istiyorsanız öyle değerlendirin: 2001’de Amerika’dan döndüm ve yönetime "6 ay süre tanıyın. Size yeni bir gazete modeli önerelim" dedim. "6 ay çok uzun, o kadar bekleyemeyiz" dediler. Takvime baktım gazetenin kuruluşu 3 Kasım, "O zaman 4 ay sonra, 3 Kasım günü Lütfi Kırdar’da bütün basın mensuplarına ve siyasilere yeni gazetemizi tanıtalım..." Öyle de yaptık. "Gazetemizin ana felsefesi budur, bundan sonra mizanpajımız budur arkadaşlar..." dedik.

Nasıl tepkiler aldınız?

- Oooo çok sert eleştiriler. Öncelikle içeriden itiraz geldi, görsel yönetmen arkadaşımız "Ben bu gazeteyi yapmam. Türkiye’de böyle gazete olmaz" dedi. Ben de Amerika’dan eski sayfa sekreterimiz Fevzi’yi çağırdım. Time’a çalışıyordu ama bizi kırmadı geldi. Her kafadan ayrı bir ses çıktı: Efendim, neden logo Türk bayrağı renklerinde değilmiş. Efendim, birinci sayfasının bir yerinde neden bayrak yokmuş? Neden haberle yorumu ayırıyormuşuz? Herkes şunu soruyordu: "Bu bir entel gazetesi mi olacak?" Meslek büyüğü bir abim, "Çok iyi bir şey yapmışsın ama mesleğe ihanet etmişsin" demişti.

Neden?

- 15 yıllık bir gazetede bir gecede bu kadar çok şey değiştirilir mi? Anlayacağınız, çok radikal ve riskli bir şeydi. Ama şunu da söyleyeyim, eğer çok çok büyük bir tepkiyle karşılaşsaydık, B planımız vardı, bir adım geri atıp, biraz daha az popüler bir gazete çıkaracaktık. Neyse ki, gerek kalmadı. Bütün bunlar yüzünden bana teorisyen diyorlardır. Oysa alakası yok.

ZAMAN, FETHULLAH GÜLEN GAZETESİ Mİ?

Fethullah Gülen’le bu gazetenin alakası hangi seviyede?

- Fethullah Gülen’i seviyoruz. Ben de, gazetenin sahipleri de, diğer yöneticiler de...

Bu kadar mı?

- Bakın, ben Fethullah Gülen’i hakikaten hakkı yenmiş bir düşünce adamı olarak görüyorum. Kimin ne dediği de beni ilgilendirmiyor. Tamam, bir yanıyla bir din adamı ama aynı zamanda çok ciddi bir entelektüel. 70’li yıllarda Türkiye’nin birçok vilayetinde sinema salonu kiralayıp Darwinizm üzerine konferanslar veriyor. Ne yazık ki, Türk milleti olarak biz insanları yaşarken fazla hırpalıyoruz.

Bu gazeteyle alakası?..

- Düşünce adamı olarak hemen hemen bütün düşüncelerini destekliyoruz. Beğeniyoruz, takdir ediyoruz, kişisel olarak da seviyoruz. Sahiplerimizle dostturlar, arkadaştırlar.

Onun gazetesi mi Zaman?

- Yok. Öyle bir şeyi söylemek yanlış olur.

İyi ama yayın yönetmenliği yaptığınız gazete için "Fethullahçıların gazetesi" deniyor.

- Bir kere Fethullahçı tabirinin başta Fethullah Gülen olmak üzere, herkes için nahoş bir tabir olduğunu düşünüyorum. Hakaret gibi. Ben bir akım başlattım, dese anlayacağım; öyle bir şey de demiyor. Böyle isimlendirmeyi, yaftalamayı çok yapıyorlar. Ve o yaftanın altında herkesi tek tip olarak düşünüyorlar. Oysa, hiçbirimiz tek tip değiliz ki. Hepimizin ayrı bir hikayesi, serüveni var.

Siz bir cemaat gazetesi mi çıkarıyorsunuz?

- Hayır. Ben böylesine bir değerlendirmeyi hazırlopçuluk olarak görüyorum. Ve haksızlık. Zaten geri bir tabir, soğuk savaş yıllarından kalma gibi. Cemaat gazetesi yapmak kolaydır, haber merkezine bile ihtiyaç yoktur. Bir propaganda gazetesidir. Ben o açıdan Cumhuriyet’i bir cemaat gazetesi olarak nitelendirebilirim, bizim gazeteyi değil. AK Parti araştırma yapmış, en fazla okunan bizim gazete çıkmış. Deniz Baykal’la röportaj yapıyordum, Kemal Derviş geldi, Baykal, "Gel, senin en sevdiğin gazetenin yayın yönetmeni burada" dedi. Bu nasıl bir gazete ki hem AK Partililer okuyor hem de CHP’liler. Ben inanıyorum ki, bu ülke için kafa yoran herkes bu gazeteyi okuyor. Belki de en fazla askerler okuyorlardır, bilemem artık.

Siz anlaşılmadığınızı mı düşünüyorsunuz?

- Evet, bunu çok düşünüyorum.
Yazarın Tüm Yazıları