Bakire ve bakir siyaset

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Dün bu satırların yazıldığı saatlerde Temsilciler Meclisi ve Senato'yu yenileyecek kısmi Amerikan seçimleri için henüz oy verme işlemi başlamamıştı.

Fakat arife günü gerçekleşen nihai sondajlar Demokrat Parti'yi Cumhuriyetçi Parti'den iki ila dört puan arasında önde gösteriyordu.

Hadi diyelim ki, yoklamaların yanılgı payı öngörüldüğünden fazla çıkacak.

Yani her iki siyasi kurum üç aşağı beş yukarı aynı oranı tutturacak.

Oysa hatırlayın, bir ay öncesine kadar Cumhuriyetçi tafradan geçilmiyordu.

Monica Lewinsky adlı aşifte hatunun Oval Ofis'te Bill Clinton'a yapmış olduğu ağız masajının üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlayan ve Kenneth Starr namlı Engizisyon papazının Ortaçağ fetvalarını Vatikan celladı gibi sallayan Cumhuriyetçi Parti, Başkan'ın defterini kısa sürede dürmekten dem vuruyordu.

Anglo-Sakson püritanizmin sahteliğini sahiplenen bu kurum hem seçimlerde ortalığı silip süpürerek Kongre'deki çoğunluğunu pekiştirmekten, hem de Beyaz Saray kiracısını mandepsiye getirerek O'nu acilen sepetlemekten söz ediyordu.

‘Ahlak zaptiyesi’ kesildiği ölçüde ve Protestan mürteciliği bayrak edindiği oranda Amerikan milletini cezbedeceğini sanıyordu.

* * *

ŞİMDİ işte kapı, işte sapı! Evdeki hesap çarşıya uymadı.

Yeni Dünya ahalisi Clinton'u uçkur düşüklüğünü dert etmedi ve Washington liderini dahili ve harici siyaset uygulamalarına göre değerlendirdi.

Ötesi, özel hayatın böylesine uluorta teşhirine ve ‘ahlak zaptiyelerinin’ böylesine eli maşalı gardiyanlığına tepki olarak, belki de daha önce ne Başkan'a, ne Demokratlar'a sempati duymamasına rağmen onlara doğru dümen kırdı.

ABD gibi ultra-püritanist bir toplumda dahi ahlakçılık prim getirmedi.

* * *

BÜTÜN bunlar bana biraz ‘bakire bakan’ımızı ve bu bekaret konusuna ilişkin daha sonraki gelişmeleri hatırlatıyor.

Doğrusu, tıpkı Clinton için olduğu gibi Hanımefendinin mahremi beni hiç mi hiç ilgilendirmez ve ben O'nun kişisel tercihlerine saygı duymakla yükümlüyüm.

Ama bu tercih söz konusu bekareti bayrak edinerek genç kızlarımızı alçakça bir kontroldan geçirmeye; çok öznel ve çok elastiki ‘kutsal aile’ kavramını genelleştirmeye; birkaç kadın kuruluşunu arkasına takarak yukarıdaki kontrolü ve kavramı kurallaştırmaya ve nihayi süreçte de Levent Kırca gibi büyük bir hiciv üstadını ekrandan dışlamaya vardığında işin rengi değişiyor.

Kurgu kişisel planda, erkeğin yerine bu kez kadının geçmesi kaydıyla, Amerikalı savcı Kenneth Starr'ın travmatik cinselliğini çağrıştırıyor.

Sosyolojik bağlamda ise, toplumda hakim olduğu varsayılan moralist parametreler üzerine oynayarak bundan siyasi parsa toplamaya çalışan Yeni Dünya ‘ahlak zaptiyeleri’ni anımsatıyor.

Öz itibariyle iki olay arasında benzerlik hüküm sürüyor.

* * *

TABİİ, ‘bakire bakan’ımızı Freud'cü psikanaliz masasına yatırarak O'nun travmalarına teşhiş koymak ve bunların tedavisi hakkında ahkam kesmek benim haddim olmadığından sadece yukarıdaki sosyolojik bab'da bir şey söyleyeceğim.

Hanımefendi, bekaret belagatiyle ve ‘kutsal aile’ retoriğiyle siyasi parsa toplamak tutmaz! ‘Ahlak zaptiyeliği’yle cop sallamak prim getirmez!

Zira, tıpkı püritanist ABD'nin değiştiği gibi şükür artık bizim ülkemiz de değişmiştir ve bakirelik itiraflarıyla, bekaret kontrollarıyla, ‘kutsal aile’ cazgırlıklarıyla veya ekran sansürleriyle Türkiye'de oy avcılığı yapılamaz.

Yapıldığı takdirde, yine Amerika'da olduğu gibi bu tersine dönecektir.

‘Ahlak zaptiyelerinin’ silahı geri tepecektir ve kendilerini vuracaktır.

Artık ABD'deki ve Türkiye'deki tek bakir siyaset, insanların uçkurunu ve bekaretini onların mahremine ve hür iradelerine bırakan temelde yükselecektir.



Yazarın Tüm Yazıları