Babadan kızına mektup (*)

Kumrucuğum, Halil Berktay diye bir tarihçi var Türkiye’de. Kendisi ne kadar iyi bir tarihçidir bilemem. Buna tarih konusunda uzman olanlar karar vermelidir.

(...) Berktay Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde bana bir eleştiri yöneltti. "İslamcılığın artması karşısında endişe duyan Fazıl Say, örneğin 301. madde konusunda hiçbir hassasiyet göstermemiştir" dedi.

Bu doğru değil Kumru... 301. maddenin değiştirilmesini isteyenler arasında ilk imzayı atan senin babandır kızım. Şahitlerim Güvenç Dağüstün, Şenay Gürler, Orhan Pamuk ve Oral Çalışlar.

(...) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e 2007 yılının aralık ayında basın yoluyla bir soru yöneltmiştim: "Kültür ve sanatla uğraşan yurttaşlarımızı dışlıyor musunuz, dışlamıyor musunuz? Sanatçılar olarak endişe yaşıyoruz." Soruma hiçbir yanıt alamadım kızım.

Aynı soru çerçevesinde... 2003 yılında bestelediğim Metin Altıok Ağıtı’na sansür uygulamasını kınamıştım. Gül, o yıl iktidarda olan AKP’nin Dışişleri Bakanı’ydı. Sansürü uygulayan ise dönemin AKP’li Kültür Bakanı...

Elbette sorgulanması gereken bir sorudur bu Kumru. 2 Temmuz tarihinde 37 Türk sanatçısı, Sivas’ta radikal İslamcılar tarafından yakılarak öldürülmüştü. Bu vahim olay için "ağıt" niteliğinde bestelenmiş bir eser, olaydan on yıl sonraki ilk seslendirilişinde sansüre uğrayabiliyorsa eğer... Bu konuda hálá büyük bir sorun yaşanıyor bu ülkede demektir. Böyle bir durumda hakkımdır benim soru sormak...

........

Kanımca çok önemli bir noktayı "Müzik eğitiminin, Türk eğitim sisteminden dışlanması" konusunu ilk kez gündeme getirmiş oldum. Dönemin Milli Eğitim Bakanı böyle söyledim diye mahkemeye vermeye kalktı beni. Sonra verilere bakıp da anlayınca söylediklerimin doğru olduğunu, son anda kurtuldu bir hatanın içine düşmekten. Başbakan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ise aynı dönemde "Fazıl Say’a ihtiyacımız yok, istediği yere gidebilir" yorumunda bulundu.

İşte gördüğün gibi Kumru... İktidar partisi, ülkesinin bir sanatçısını söz ve davranışlarıyla tamamen karşısına alıyor.

(...) Bir kutuplaşma devridir şu içinde yaşadığımız Kumru... Sanatçıları, aydınları, hiç söylemediği, hiç düşünmediği şeyler yüzünden töhmet altında bırakırlar. Üzerlerine suç ve haksızlık sıçratırlar. İnsanı güçsüzleştirmek ve ezmek için her türlü iftira atılır bu dönemde.

Mesela yobazlığa ve ortaçağ karanlığına karşı olmak bile "antidemokratik" olarak nitelendirilir kimi çevrelerce. Kadınların kara çarşaf giymesinden yana olmak, insanların tarikat üyesi olmalarını desteklemek demokratik bir haktır bu çevrelerin gözünde! Tüm bunlara karşı olmak ve laiklikten yana olmak mı? Onun adı da "demokrasi karşıtlığı!" oluyor! İşte bu kadar vahim ve bu kadar ötekileşmiş durumdayız birbirimize kızım, maalesef...

.........

İşte böyle güzel kızım. Yaşamak, çalışmak, üretmek zor iş bu ülkede... Sen de üreteceksin baban gibi, buna inanıyorum. Ama bil ki kızım, saldırıya da uğrayacaksın bu yolda, hem de hayatın boyunca. Bunalacaksın, ama vazgeçmeyeceksin asla...

Bu mektubuma, yaşadığım sürece, kim bilir daha neler neler eklemek zorunda kalacağım. Turnelere gidip de haftalarca seni yalnız bırakan babanın o yerlerdeki günlerinin nasıl geçtiğini "Resital" başlıkla yazımda okursun kızım.

Kumru, bir şeyde "iyi" olmak zor... "İyiyi hissetmek" daha zor... "İyiyi hissettirerek hissetmek" ise iyice zordur... Bu son söylediğim, ancak ustaların işidir. Bu dünyanın gerçek anlamda "ustalara" ihtiyacı var kızım. Her konuda... Bunu sakın unutma...



(*) Bu yazı Fazıl Say’ın Doğan Kitap’tan çıkan "Yalnızlık Kederi" kitabındaki kızı "Kumru’ya Mektup"tan alınmıştır.
Yazarın Tüm Yazıları