Fulya Soybaş

Annenin üvey oğluna kaçması cinsel istismara girmez mi

26 Nisan 2024
Sizin canınızdan, kanınızdan değil, kabulüm…

Sonuçta özgür bireylersiniz ve haklarınız var, ona da saygı duyuyorum ama lütfen kimse kusura bakmasın ben, bir insanın 9 yıl boyunca yeri gelip banyo ettirip, üstünü değiştirdiği, doyurduğu, yeri gelip bayramda seyranda elini öptürdüğü üvey oğluna “âşık” olmasını anlayamıyorum.

19 yaşındaki Mustafa Yetik ile 29 yaşındaki üvey annesi Tuğçe Akpençe’nin Müge Anlı’da ilişki yaşadıklarını açıklamasına şok oldum!

Cinsiyetlerinden bağımsız, bu durumun tersi; yani baba ile üvey kızı arasında bir “aşk” olsaydı da yine aynı noktada olacaktım. Sorum şu: “Üvey çocukla birliktelik yaşamak hem hukuki hem de psikolojik anlamda çocuk istismarına girmiyor mu?”

BUNUN ADI ‘ENSEST’ İLİŞKİDİR

Mersin Üniversitesi Çocuk Koruma ve Araştırma Uygulama Merkezi Müdürü ve Adli Tıp Uzmanı, Prof. Dr. Halis Dokgöz, üvey anne ile 19 yaşındaki Mustafa Yetik’in, o daha 9 yaşında olduğu günden bugüne aile içinde beraber geçirilmiş 10 yılları olduğuna vurgu yaparak, diyor ki:

Yazının Devamını Oku

Markayı küflü çikolata değil CEO’nun üslubu bitirdi

25 Nisan 2024
Konuyu duymayan, okumayan kaldı mı bilemiyorum ama son 3-4 gündür Türkiye, bir tüketicinin “küflü çikolata” paylaşımına verdiği kibirli ve tehditkâr cevabıyla gündeme oturan Patiswiss markasının eski CEO’su Elif Aslı Yıldız Tunaoğlu’nu konuşuyor.

Eski CEO’nun tüketicisine karşı takındığı akıl almaz üslubu sonrasında diploma bilgisinin gerçeği yansıtmadığı, şirketin vergi kaçırdığı, çalışanlarına kötü davrandığı iddiaları da ortaya saçıldı. Ayrıca İsviçreli Patiswiss AG markası da Ankara menşeli şirketin markayı usulsüz olarak kopyaladığını ve davalarının devam ettiğini açıkladı. Ez cümle şunu söylemek isterim, iletişim dünyanın en kolay görünen ancak şüphesiz en zor işi. Peki bir markanın en tepesindeki ismin yani en profesyonel, en donanımlı olması beklenen kişinin, böylesine büyük bir iletişim krizine sebep olması nedendir? Sordum.

TÜKETİCİYE SALDIRMAK YA DA ONU HOR GÖRMEK BİR SEÇENEK DEĞİLDİR

Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Çisil Sohodol, 24 yıldır “iletişim krizleri” üzerine dersler veriyor. Alanındaki en ünlü hocalardan biri. Bu olay sonrasında da LinkedIn hesabından şöyle bir yorum yaptı:

“Markalar CEO’ların ego tatmin alanı değildir.” Peki ne oldu, nasıl oldu da içten bir özür ile çözülebilecek bir tüketici şikâyeti böylesine gündem oldu? Ve bu kişi CEO olabilecek yetide ise tüketici ile nasıl konuşacağını bilmesi gerekmez miydi? Prof. Dr. Sohodol diyor ki: “Öncelikle bir CEO’nun kendisine ait sosyal medya hesabı olması konusu son 5 yıldır ciddi şekilde tartışılıyor. Bir yöneticinin şahsi görüşü ile kurum görüşü pekâlâ ayrı olabilir. Ancak tüketiciden böyle bir ayrım yapmasını bekleyemeyiz. Dolayısıyla eğer bir markanın en tepesindeyseniz, ‘Burası benim özel alanım’ diyerek aklınıza her eseni yazamazsınız. 2017’de Pınar Karşıyaka Basketbol Takımı sponsoru Yaşar Holding patronu Selim Yaşar’ın taraftarlar ile girdiği tartışma ve sonrasındaki boykotu hatırlayın. Holding ‘Sayın Yaşar’ın görüşleri şahsidir’ açıklaması yapmak zorunda kalmıştı.”

BELLİ GÖREVLERİN BEDELLERİ VAR

“Unutulmamalı ki yöneticilerin her hareketi çalıştığı markayı bağlar. ‘E, yöneticiyim diye insan değil miyim?’ derseniz de kusura bakmayın belli görevlerin belli bedelleri vardır

Yazının Devamını Oku

Restoran ve kafelere fahiş fiyat boykotu

19 Nisan 2024
Tek bir kurabiye 110 lira, bir bardak çay 60 lira, Türk kahvesi 80 lira... Türkiye bu hafta sonu “küçülmüş porsiyon, kalitesi düşmüş yemek ve içecek sunan fahiş fiyatlı restoran ve kafeleri” boykot ediyor.

Bayramda dört günlük Almanya tatilimin nasıl olup da Türkiye’de yapabileceğim bir tatilden daha ucuza mal olduğunu düşünürken, gazeteci Ersoy Özdem’in “Bir adet kurabiye 110 lira” paylaşımını gördüm. Yeri gelmişken karşı tarafın savunması da ilginç. “O” kurabiye unsuz ve fıstıklıymış... Maliyetler fenaymış... Tarihi bir fırınmış... Neyse. Konuyu yazıya taşıdım ve şu soruyu sordum: “Avrupa’dan pahalı nasıl olduk?” Gördüm ki fiyatları algılayamayan sadece ben değilim. Binlerce kişi sosyal medyada benzer örnekler vererek, restoran ve kafelerin yüzde 200’lere varan zam yapmasına isyan etmiş ve etmekte. O kişilerden biri de ekonomist İris Cibre idi. Geçtiğimiz gün yaptığı, “küçülmüş porsiyon, kalitesi düşmüş yiyecek ve içecek sunan fahiş fiyatlı restoran ve kafelere boykot” çağrısı binlerce insana ulaşmış durumda. Boykot bu hafta sonu, 20-21 Nisan’da. Peki nereden çıktı bu boykot? Esnaf ne diyor? İşte yanıtı...

BELEDİYELER DENETLESİN

Tüketiciler Derneği (TÜDER) Genel Başkanı Levent Küçük: “Perakende satışlarda fiyat etiketleri ve fiyat listeleri, tüketicilerin fiyat mukayesesi yapmalarını sağlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak organize perakende işletmeler ile kurumsal firmalar dışında birçok işletme fiyatların sürekli arttığını gerekçe göstererek, fiyat etiketi koymaktan imtina ediyor. Yerelleşme ve siyasi kaygılar nedeniyle, esnaf ve ticaret kesimi ile karşı karşıya gelmek istemeyen belediyelerin denetimlerinin yetersizliği de bunda etkili olmaktadır. Dolayısıyla yerel seçimler sonrası göreve başlayan Belediye Başkanları ve yönetimlere çağrımız; tüketicilerin ekonomik çıkarlarının korunması ve şehirlerinin daha yaşanabilir hale gelmesi amacıyla, fiyat etiketi yönetmeliği ile belirlenen esasları uygulamalıdır. Bunu sağlamak amacıyla, meslek odaları ve STK’lar ile iş birliği yapılarak, öncelikle ticaret ve esnaf kesimini bilgilendirici ve uyarıcı broşürler, yazılar dağıtılması, eğitimler gerçekleştirilmesi de yerinde olacaktır.”

SEKTÖRDEN İTİRAF
BOYKOTTA HAKLILAR

Türkiye’nin en büyük restoran derneği olan Tüm Restoranlar ve Turizmciler Derneği (TÜRES) Başkanı Ramazan Bingöl’e “Boykot hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sordum. Diyor ki: “Bizim sektörün beni linç edeceğini biliyorum ama vatandaş boykot etmekte haklı mı? Haklı. Ben de katılıyorum, pahalı. Geçen hafta Bakü’deydim. Baktım oradaki fiyatlara. Türkiye’de aynı hizmet daha pahalı. Turistler de bu durumdan çok şikâyetçi. Bu gidişle turizm bitecek! İçimizde yanlışı olan, fırsatçılar var mı? Var. Enflasyonu artıran bir numaralı faktör maalesef hizmet sektörü. Bunlar hep kabulüm ama bir yandan da bizim de haklı olduğumuz noktalar var. Tüm bu durumun tek sorumlusu lokantacılar da değil. Et, süt, enerji fiyatları, işçilik, kıdem tazminatları, vergiler, kiralar... Dolayısıyla Ankara’ya geldim. Bazı bakan ve milletvekillerimizle konuşacağım, ne yapabiliriz diye. Yoksa sürdürülebilir bir durum değil bu. Hem vatandaşı hem esnafı memnun edecek bir formül bulmalıyız.”

NASIL BAŞLADI

Yazının Devamını Oku

Kadına şiddeti çağrıştıran ‘sanat’a büyük tepki

18 Nisan 2024
Sadece geçen yıl bir erkek tarafından katledilen kadın sayısı 438’di.

Dahası var! Münevver Karabulut’un parçalara ayrılan bedeni ve kafası çöp kutusundan çıkmıştı hatırlayın! Azra Gülendam Haytaoğlu’nun katil Mustafa Murat Ayhan tarafından 13 parçaya ayrılan bedeni ve kafası ormanlık alanda aylarca aranmıştı. Bu ülkede birçok kadının boğazı hem de çocuğunun yanında kesildi. Büyük ‘fotoğraf’ zaten bu iken ‘sanat’ için dahi olsa bir fotoğraf daha çekmeye gerek var mıydı?

Oyuncu Uraz Kaygılaroğlu’nun İran asıllı fotoğraf sanatçısı sevgilisi Sayna Soleimanpour’a verdiği pozlara tepki yağıyor. O zaman bir kez de ben sorayım: Bu fotoğraflar kadın cinayetlerini romantikleştiriyor mu yoksa gerçekten farkındalık mı yaratıyor?

ŞİDDETTEN BESLENEN ZİHNİYET İÇİN BU FOTOĞRAFLAR ‘AĞIZ SULANDIRIYOR’

Sosyal psikolog Duygu Buğa, tartışılan o fotoğrafları sosyal medyada görmemiş. İlk tepkisi şu: “Fazlasıyla rahatsız edici.” Şöyle devam ediyor: “Elbette sanatçının ne anlatmak istediği kıymetli. Ancak sanatçının ne anlatmak istediği kadar o şiddete bilakis maruz kalanın da izleyicinin de o sanattan ne anladığı aynı derece önemli. Bunu görmezden gelerek sanat yapmak ne kadar etik bu da ayrı bir tartışma konusu olmalı. Psikolog olarak şunu söylemem mümkün; şiddet eğilimi yüksek bir toplumda, şiddetten beslenen izleyici için ilk bakışta bu fotoğraflar fazlasıyla ‘ağız sulandırıcı.’ Fantezi dünyalarını genişletecek ve seri katilliği romantikleştirecek bir bakışa sahip. Bu sebeple bana rahatsız edici geldi.” Peki fotoğrafların bıraktığı “‘rahatsızlık” bir farkındalık doğurur mu? Cevabı şu: “Yani pek değil. Şiddete maruz kalan bir kadın açısından baktığımızda fotoğraflar ruhsuz, duygusuz. Burada kadın yine nesneleştirilmiş ve kadın ile değil katille bağ kurulmuş, onun gözünden bakılmış. Dolayısıyla bir farkındalık yarattığından söz etmek mümkün değil.”


Yazının Devamını Oku

Bir adet kurabiye 110 lira olur mu: İstanbul’daki fiyatlar Avrupa’yı solladı

16 Nisan 2024
5 kıtada 227 şehri kapsayan ve 2023’te açıklanan araştırmaya göre dünyanın en pahalı şehri Hong Kong’du.

İstanbul listeye 185’inci sıradan girmişti. Aynı araştırma bugün yapılsa sonuç ne olurdu sizce? Bayram tatilinin son 4 gününü Avrupa’da geçiren biri olarak bence İstanbul, Avrupa’nın en pahalı şehri olarak ilk 10’u zorlar. Bu bayramda Yunan adalarına giden Türk turist sayısı üçe katlanmış.

Nedenini anlamak güç değil. Bodrum’da lahmacuna 900, plaj girişine 1000 TL vermek istemeyen soluğu komşuda almış. Sosyal medya paylaşımlarına da şöyle bir bakınca anlıyorum ki Avrupa, hem de kura rağmen, Türkiye’ye göre çok daha ucuz. Özellikle de restoran ve kafeler.

Gazeteci arkadaşımız Ersoy Özdem, Kuzguncuk’ta bir adet kurabiyenin 110 liradan satıldığının fotoğrafını da atınca şu soruyu sormak şart oldu: “Avrupa’dan pahalı olmayı nasıl başardık?”, “Esnafın durumdaki payı ne?”

BU FİYATLAR BİZLERE BÜYÜK SAYGISIZLIK

Söz önce gazeteci arkadaşımız Ersoy Özdem’de: “Vallahi ben 110 lira etiketini gördüm ama ne yalan söyleyeyim kilo fiyatı sandım. Kurabiyeden bahsediyoruz sonuçta. Ne kadar pahalı olabilir ki değil mi? 2 adet istedim, “230 lira” dedi. Sonradan anladım adet fiyatıymış... İstanbul’un en tarihi ve turistik semtlerinden biri, Kuzguncuk’ta. Canım çekti, bir de ayıp olmasın diye aldım. Ama mesele benim alabilmem değil ki! Gerçekten büyük saygısızlık bu bizim insanımıza.”

FRANSA’DA ADEDİ 42 LİRA

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâ ile dijital psikoterapi

12 Nisan 2024
Yapay zekâ bu kez psikoterapiye el attı. Hatırlarsanız, pandemi döneminde dijital sağlık sektörü hızlı büyümüş, platformlar üzerinden online terapi de mümkün hale gelmişti. Zamandan ve mekândan fayda sağlayan online terapiler, terapi almaktan çekinen, bir psikoloğun ofisinde görünmek istemeyenler için de iyi bir seçenek olmuştu. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ise online terapiyi bir üst seviyeye taşıdı ve çok konuşulacak bir karara imza attı. Depresyon tedavisinde antidepresan kullanımına ek olarak psikoterapi aplikasyonu kullanılmasına onay verdi. Hem de reçeteli. Peki, neden? Türkiye’de böyle bir metot mümkün mü? ‘Rejoyn’ uygulaması nedir? Ankara Üniversitesi, Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Berker Duman anlattı.

DÜNYANIN İLK REÇETELİ DEPRESYON APLİKASYONU

- FDA’nın depresyonda antidepresan tedaviye ek olarak kullanılmak üzere onay verdiği Rejoyn dijital psikoterapi uygulaması nedir?

Bu, aslında 6 haftalık bir tedavi destek programı ve duyguların bilişsel (düşünme, hissetme, öğrenme, anımsama, karar verme, problem çözme, yargılama gibi) kontrolünü artırmayı hedefliyor. İçeriğinde, bilişsel ve duygusal egzersizler ile kısa, tedavi edici eğitimler var.

- İyi de insan telefona bakarak nasıl iyileşir? Hangi açılardan tedavi ediyor bu uygulama?

Bu uygulama depresyon rahatsızlığı olan kişilerin beyinlerinde bazı aksayan noktaları hedef alıyor. Depresyonda bilişsel süreçlerle, duygu tanıma ve işleme merkezleri arasında yeterli iletişim kurmak mümkün olmuyor. Duyguların düzenlenmesinde yetersizlikler söz konusu oluyor. Daha iyi anlaşılması için şu örneği vereyim: Diyelim hastanın ayağında kırık var. Tedavi sonrasında bu hastaya kaslarının güçlenmesi için nasıl fizik tedavi gerekiyorsa, bu uygulamada, kırık sonrası iyileşmede fizik tedavinin yaptığına benzer şekilde, beyin bölgeleri arasındaki iletişimi kuvvetlendiriyor.
3 ana bileşeni var.

1-

Yazının Devamını Oku

İlk güneşe dikkat: Kademeli güneşlenin kremsiz çıkmayın

11 Nisan 2024
Ege ve Akdeniz sahillerinde bayram bereketi yaşanıyor.

İzmir ve Antalya’da sıcaklıklar 28 dereceyi gördü. Sahiller tıklım tıklım. Güneye inemeyenlerse kışın rehavetini biraz olsun atmak için boğaz kıyısında aldı soluğu. Ama dikkat! Güneş eski dost değil. Dünya Sağlık Örgütü rakamlarına göre iklim değişikliğiyle birlikte cilt kanserinde hem yaş ortalaması düştü hem de vakalar belirgin şekilde artmakta. Türk Dermotoloji Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz da “D vitamini alacağım diye güneş altında sere serpe yatmanın hiçbir manası yok” diyor ve ekliyor: “Güneşlenme süresi en fazla 30 dakika olmalı.” Bir diğer önemli konu da güneş kremi kullanımı. Hangisi seçilmeli? En doğru kullanma şekli nedir? Onu da Estetisyen Pervin Dinçer yanıtladı.

GÜNDE EN FAZLA YARIM SAAT GÜNEŞ YETERLİ

“Küresel bir iklim krizi yaşıyoruz ve unutmayalım ki güneş, iyi tanıdığımız ve güvendiğimiz bir dost değil artık” uyarısını yaparak giriyor söze Türk Dermotoloji Derneği Genel Başkanı, Prof. Dr. Ertan Yılmaz ve ekliyor: “Güneşin altında ne kadar yatarsak o kadar çok bağışıklığımızın güçleneceğine dair yanlış bir inanış var. Oysa çalışmalar gösterdi ki dirsekten itibaren kolların yarım saat güneş görmesi D vitamini ihtiyacını karşılamak için yeterli.”

BİRİKME ETKİSİ VAR

Her iki cinste de sık görülen kanser türlerinden birinin cilt kanseri ve bunun da sebebinin yüzde 90 oranında ultraviyole ışınları olduğunun altını çizen Prof. Dr. Yılmaz, “Elbet kanser bugünden yarına oluşmuyor. Ancak güneşin birikme etkisi var. Güneş, zamanla deri içinde birikerek hücrelerin DNA’sını bozar. Bu da ortalama 40 sene içinde kendini göstermeye başlar” yorumunu yapıyor.

YANIKLARA DİKKAT

Yazının Devamını Oku

Bayram sofrasına dikkat... Bir kilo daha alacak yerimiz yok

9 Nisan 2024
Bayram demek kimi için tatil kimi için de baklavalar, dolmalar, sarmalar, el açması börekler, aynı masa etrafında buluşulan bir bayram sofrası demek. Baklava ve Tatlı Üreticileri Derneği de bir açıklama yapmış ve demiş ki: “Bu bayram 6 bin ton baklava tüketilmesi bekleniyor.” E, saydıklarımı da ekleyin. Bu bayram yine fena halde kilo alacağız. “Oysa Türkiye’de obezite pandemisi var” diyor Türk Obezite Cerrahisi Vakfı Başkanı Prof. Dr. Oktay Banlı ve ekliyor: “Bir kilo daha alacak yerimiz yok!” Türkiye son 10 yıldır Dünya Sağlık Örgütü listesinde Avrupa’nın en şişman ülkesi olarak 1’inci sırada. Gelin hem obezite meselesi hem de bayram beslenmesinin altın kurallarına bakalım..

OBEZİTE PANDEMİSİ VAR

Ülkece yemeyi seviyoruz ama yedirmeyi daha çok seviyoruz. “Allah aşkına” ile başlayan ısrar kimi zaman sırf sofraya konulanın tadına bakılmadı diye gönül koymaya kadar gidiyor. Hele bayramlarda. Günlük yaşamımızda tükettiğimizden fazlasını, hatta en ağır yiyecekleri koyuyoruz soframıza. Çünkü gelenek, göreneğimiz böyle. Adı üzerinde ‘şeker’ bayramı. En çok da tatlı tüketilecek. Ama dikkat! Zira ülkece başımız zaten obezite ile dertte. Türkiye, son 10 yıldır obezitede Avrupa’da ilk sırada. Türk Obezite Cerrahisi Vakfı Başkanı Prof. Dr. Oktay Banlı, Türkiye’de 3 yetişkin ve 10 çocuktan birinin obezite ile mücadele ettiğini söylüyor ve ekliyor: “Her 100 kişiden 15’i diyabetik. Ülkemizde obezite pandemisi yaşanıyor. Böyle giderse 20 yıl sonra nüfusun yüzde 50’den fazlası obez olacak.”

TOPYEKÛN SEFERBERLİK OLMALI

Peki ne yapmalı? Yanıtı net: “Öncelikle bu konuya bakışımızı değiştirmeliyiz. Okullardan başlayarak topyekûn bir seferberlik ilan edilmeli. Daha çocukluktan dengeli beslenmeyi ve bedenine uygun bir spor alışkanlığı edinmeyi ve bunu da devam ettirebilmeyi öğretmeliyiz yeni nesle.”

ŞEKER VE KARBONHİDRAT

“Bayram özelinde öneriniz olur mu?” soruma ise şu cevabı veriyor Prof. Dr. Banlı: “Bayram rehaveti çoktan başladı. Tatlılar, börekler masaya çoktan kondu. Hadi bayramın ilk günü sofranın hakkını verdiniz diyelim ama sonrasında şeker ve karbonhidrattan uzak durun lütfen. Bu yediklerinizin vücutta yağ olarak biriktiği; karaciğerde yağlanma, kalpte problemler, diyabet ve obeziteye yol açtığını ve obezitenin de hipertansiyon, uyku apnesi, diz-bel ağrısı ve psiko-sosyal bozukluklara sebep olduğunu unutmayın. Dolayısıyla ‘ama tatil’, ‘ama bayram, ‘ama anam elleri ile yapmış’ demeden obeziteye yol açabilecek beslenme alışkanlıklarından bir an önce vazgeçmeliyiz.

Prof. Dr. Oktay Banlı

Yazının Devamını Oku