Amerikan sapığı

Bayramın son günü tam yazımı bitirmiş yollamaya çalışırken gözüm MSN’den gelen bir mesaja ilişti.

Fazla albenili, kimden geldiği meçhul bir mesaj. Aç tuşuna basmamla ekranın maviye kesmesi ve karşımda yanar söner ünlemler eşliğinde bilgisayarınız çöktü diyen koca bir ibarenin belirmesi bir oldu. Önce anlamadım.

Sonra telefona sarıldım ve ağlamaklı bir sesle bu işlerle haşır neşir olduğunu bildiğim Tolga’yı aradım. Cümlemin sonunu bile getiremeden teşhisi koydu: Virüs dedi. Ne virüsü, nereden geldi, nasıl bulaştı? Benim bilgisayarda virüs savar yok muydu? Peki ne yapacağım? Bu mereti çöpe atıp yeni bir tane mi alacağım? İçinde yazdığım ve çıktı /images/100/0x0/55ea2255f018fbb8f86d52a5almadığım koca bir dosya var. O da mı gitti?

Etrafa sırf eğlence olsun diye virüs saçan bu melunlar kimler, diye bağrışa durayım Tolga, bilgisayarını yolla kurtarabildiğimi kurtarayım dedi ve telefonu kapattı. Elimde ahize, gözüm halen yanıp sönmekte olan mavi ekrana dikili öylece kalakaldım. Yazıyı zaten zar zor, otuz dokuzu geçen ateş eşliğinde, etlerim satır kıyması misali pare pare dökülürken yazmışım, bilgisayar da gitti gider, koca kadın oturup ağlamaya başladım.

Ne bayramdı ama. Borsa çöktü, bilgisayar göçtü, önce ben sonra Mus derken Zıpkın, çaktı mı yatıran gribe yakalandık, beklediği yerden beklemediği büyüklükte kazık yiyen oğlan surat bir karış İstanbul’dan geldi, geldiği gün babam şeker komasına girdi, ona üzülen annemin tansiyonu fırladı, ikisi de hastanelik oldu, demeye kalmadı hava kapadı, gök delindi, çatı aktı, depo taştı, yedi düvel bayram tatilinde olduğundan biri akmaya diğeri taşmaya devam etti, önünde yarı baygın yattığımız televizyonda insanı kahreden haberler birbirini izledi, Aktütün’den, Diyarbakır’dan akın akın şehit cenazeleri geldi, Türkiye acıyla hop oturup hop kalktı, ekonomik kriz Amerika’dan Avrupa’ya sıçradı, Merkez Bankası başkanlarının elleri ayaklarına dolandı, faizler indirildi olmadı, yardım paketleri açıklandı tutmadı, bizimkiler bayram tatilinden ötürü borsa kapalı diye zil çalıp oynadı, İzlanda ülke olarak iflasın eşiğindeyiz dedi, G8 başkanları kriz masası kurdu, Erdoğan hamdolsun bize bir şeycikler olmaz diye kulağını çekip tahtalara vurdu, dolar fırladı, zamanında ekonomik istikrar adına canı gönülden AKP’ye destek veren iş dünyası aman dikkat diyecek oldu, toz konduramadığı başbakan tarafından yerden yere vuruldu, hem yaygaracı yaftasını hem çıkarcı damgasını yedi... derkeeen toz duman arasında on günlük tatil bitti. Ahh unutmadan sorayım, bayramın adı sahiden neydi?

Ramazan mı? Şeker mi?

Bayram sonrası nekahet dönemini de bu minvalde geçirdim.

Minvalden kastım televizyon karşısında. Hayatımda hiç bu kadar ekonomi haberi izlemedim desem yeridir.

Lot terimini çapraz bulmacalardan öğrenmiş biri olarak şaşırtıcı bir durum değil bu aslında. Arada Asaf Savaş’lı Eko Diyalog’a gözüm takılsa da ne konuşulanları anlayacak ne tartışılanları sorgulayacak bilgi birikimine sahip olmadığımdan, ekrana iki dakika baktıktan sonra başka kanala geçerdim.

Ama bu kez durum farklı.

Sabah gözümü açar açmaz Cnbc-e yi açıyor ve gün boyu gözümü ayırmıyorum.

Kurtarılacak gemim olduğundan değil.

Zaten krizlerle yoğrulmuş bünyeye fazladan bir kriz eklense ne olur eklenmese ne olur?

Ama dünyanın mendil gibi dört tarafından tutuştuğunu ve bu yangından kurtuluşun sanıldığının aksine fazlasıyla uzun ve fazlasıyla sancılı olacağını düşünüyorum.

Gözümüzün önünde İkiz Kuleler gibi bir sistem çöktü.

O saldırıdan sonra dünya eskisi gibi olmayacak denmişti ya, içimde bu çöküşten sonra da dünyanın eskisi gibi olmayacağına dair bir his...

Bu da bana Wittgenstein’ın ünlü lafını hatırlatıyor. Hani yapmak değildir önemli olan, yıkmak da değil, önemli olan üçüncü yolu bulmaktır der ya bu içinden çıkılmaz feylesof, peki çöken ekonomik sistemin yerine ne konulacak, üçüncü yol nasıl bulunacak?

Böyle kitlesel yangınlarda gözler hemen piromanları arar. Kibriti kimin çaktığı, benzini kimin döktüğü araştırılır.

Bu kez suçluyu bulmak uzun sürmedi. Kriz Amerikan finans sektöründe patlak verdiğine, Amerikan finans sektörü de Wall Street demek olduğuna göre gözler Wall Street’e dikildi. Daha doğrusu Wall Street denince akla gelen, 175 dolara hamburger yiyip bir hamburgere bunca parayı nasıl ödediklerini soranlara da yanda verilen patates kızartması ile kolanın bedava olduğunu söyleyen kibirli heriflere.

Bulunmasına suçlular bulundu, ekonomik sistemin bu zibidiler yüzünden çöktüğü konusunda herkes hemfikir ama bu açıklama nedense bana inandırıcı gelmiyor.

Sayıları ne kadar kabarık olursa olsun, sistemin sadece gözünü hırs bürümüş bu yarasalar tarafından yerle yeksan olduğuna inanamıyorum.

Lehmann Brothers CEO’sunun kongrede sorguya çekilirken, evet, almasına yılda 350 milyon dolar prim aldım ama bankanın politikasını belirlerken unutmayın ki yanımda Merkez Bankası başkanı vardı, dediğini de unutmuyorum.

Lotun ne demek olduğunu çapraz bulmacalarda çözmüş biri olarak bu krizin gerçek nedenini bulup çıkarmam düşünülemez.

Harıl harıl bilgisine güvendiğim insanları okumaya çabalamam da bu yüzden.

Televizyonda izlerken zaplayıp geçtiğim Asaf Savaş, geçen günkü yazısında krizi doğru okuyan birinden mi söz etti; gelsin www.amazon, evvel emir hayranı olduğum ama ne yalan son yıllarda söyleşilerinden başka bir şeyini okumadığım Chomsky mi aklıma düştü, gitsin www.amazon, bir zamanlar Otto Sik diye biri vardı www.amazon, Frenk gazetesinde tüm bu gelişmeleri öngörmüş bir sosyoloğun kitabından söz ediliyor, gene Amazon, parmak tuşta edindiğim geçici bilgisayarla habire kitap ısmarlıyor, her gün sevgili yolu bekler gibi postacı yolu gözlüyorum.

Gözüm de bir yandan yükselen dolarda.

*

Bodrum’daki kitaplığım fena yoksul.

Yaz okumaları denen türedi okuma kitapları ve dön dön okumaktan bıkmadığım kara gün dostlarının kitapları dışında raflarda dişe dokunur bir şey yok.

Ece Edip, Turgut Cemal... İnsanı her daim kurtarırlar da bu kriz ne krizi isteseler de anlatamazlar.

Kendi mobilyanızı kendiniz yapın, bahçenizi kendiniz donatın türünü de at bir yana.

Aaa o da ne?

Bir adet tuğla gibi Amerikan Sapığı.

Hani şu Bret East Ellis’in filme de çekilen ünlü kült romanı.

80’lerde Wall Street’te çalışan, Manhattan’ın en afili bölgesinde mükemmel bir evde yaşayan, iyi okumuş, güzel kadınlara meyyal, beyni amiral battı kutularıyla dolu, atış yapıp batırmayı hayatın ilkesi bellemiş, tüketmeyi de öldürmek kadar seven her ikisini de keyif aldığı için hayata geçiren ya da hayata geçirdiğini hayal eden gözü kara sapığın öyküsü değil miydi bu?

Raftan çıkardığımla okumaya başlıyorum.

Okudukça da kitaba gömülüyorum.

Kitabın kahramanı Patrick Bateman yakından tanıdığım birine o kadar benziyor ki.

Romanda Bateman aracılığıyla anlatılan hayat gelip aynı noktaya dayanıyor: Doyumsuzluğa.

Bu öyle bir doyumsuzluk ki ne para ne parayla gelen iktidar, ne başarı, ne dünya nimetlerinden nasiplenme, ne güzel kadınlar, ne sahte dostlar, ne gece kulüpleri, ne kokain, ne son model cipler, ne hızlı tekneler, ne sırf diğerlerinde var diye edinilen saatler, kalemler, elbiseler, ne şıpsevdi barlarında atılan tekler, zil zurna tek atarken bile tongaya düşmeme çabası, paytak dille ısmarlanan Belveder’ler, kristaller, yığılmalar, kalkmalar, titrek bacağın üzerinde durmayı şahlanma sanmalar, bedel ödenmeyeceğine duyulan o tuhaf inanç, kimi zaman insanı esir alıveren o garip utanç, o utançtan kurtulmak için kaçmalar, kapanmalar, yeterli zaman geçtiğini sanıp ortaya çıkmalar, haksız olduğunu sezdiğinde babalanma, babalanırken haddini aşma, dünyanın kendi ekseninde döndüğünü sanma, hayır diyene hayırsız deme, sevgilim dediğini dövme, kutsal bildiğini öldürme ve paraya duyulan o arsız iştah.

İşte Ellis’in Amerikan Sapığı!

Duraladım.

Gözümün önünden bir misket gözlü geçti.

Amerikan sapığı mı?

Müttefiğinde de bunlardan var dedim.

Kitabı kapattım, kahramanı efelenmeye bayılan biri olan küçük bir risale yazmaya başladım.
Yazarın Tüm Yazıları