Alemin kralı İMÇ-star!

Memleketi saran yarışma furyasının ‘beşiği’ Unkapanı Plakçılar Çarşısı. Kanbay Müzik’in patronu ve Bayhan’ı ilk keşfeden kişi olan Uslu Kanbay, ‘98 yılından beri, küçücük dükkanının önüne yerleştirdiği bir mikrofonla, yıldız ‘avlıyor’.

Pasajın içinde yaşanan koşuşturma, gürültü patırtı, Neredesin Firuze filmini hatırlatıyor. Tek farkla: Oradaki rengárenk neşeyi burada görmek pek mümkün değil. Buranın manzarası daha ziyade, grinin koyu tonlarında seyrediyor.

Geçtiğimiz cumartesi, ‘dumur diyarı’ndaydık. Popstar, Türkstar, Türkiye’nin Yıldızları, Akademi Türkiye, Biri Bizi Gözetliyor, Ben Evleniyorum ya da Biz Evleniyoruz ya da Sevda Masalı ya da her neyse ne filan kesmedi ya, nasibimize bir de İMÇ-Star (!) düştü, iyi mi!

Tahmin edeceğiniz üzre; ‘Olay Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nda geçiyor.’ Ve ey ahali, onların yalancısıyız, iddiaysa iddia: İkisi geride kalmış olan dört haftalık bir yarışma neticesinde ‘álemin esas starı’ İMÇ’de, pasaj içinde düzenlenen hayli amatör bir yarışmayla belirleniyor.

Pasajın içinde bir küçücük dükkancık...

Ama adamımız, yani dükkanın sahibi olmakla kalmayıp aynı zamanda yarışmanın yegáne jürisi, prodüktörü ve álemin kralı olan Uslu Kanbay, kendi çapında mühim bir şöhret sayılıyor...

Dedik ya, Kanbay’ın iddiası var: ‘Fikir, kendisine ait, fikir, orijinal... Popstar yarışmasını esasında ondan çalmışlar!’

Zira yemin etse başı ağrımaz, galiplerin, çıkmış bütün kasetleri şahittir ki o, bu müsabakayı ta ‘98’den beri düzenliyor.

BAYHAN’IN KÁŞİFİ

Son zamanlarda adını sık duyduğunuz bir şahsiyet Kanbay... Evet o, ta kendisi: Bayhan’ın ‘káşifi...’

Gelin görün ki ortada bir ikilem var. Bayhan’ın ünü mü Unkapanı’ndaki yarışmayı meşhur etti, Kanbay mı Bayhan’ı keşfetti, tam olarak kestiremiyorsunuz, muallakta kalıyorsunuz. Zira, Kanbay’ın da sık sık belirttiği gibi: ‘Bayhan’ın Popstar öncesi yapmış olduğu kasedi, Unkapanı’nda cirit atıyor!’

Hatta şöyle ki Bayhan’ın İMÇ’deki ses yarışmasında ikinci olduktan sonra Kanbay Müzik ile bir sözleşme imzalamışlığı, 10 şarkılık bir demo hazırlamışlığı, daha sonra Adana’ya giden ve orada işlediği cinayetten dolayı kayıplara karışmışlığı olduğu, vaat edilmiş kasetin bu yüzden hazırlanamadığı biliniyor.

Kanbay diyor ki: ‘Bayhan’ın tüm hakları, benim elimde.’ Aynen de öyle...

DMC ile anlaşan Kanbay, sözleşmeyi feshedecek. Bu feragati karşılığında kendisine çıkacak olan albümden 10 bin adet verilecek. Anlaşma böyle...

UNKAPANI, KURT KAPANI

Unkapanı, bir acayip kurt kapanı... İnsanın sorası geliyor: Neredesin Firuze?..

Günlerden cumartesi, vakit öğleden sonra civarları...

Dediğimiz gibi, avuç içi kadar bir dükkan olan Kanbay Müzik’in önünde, kıyamet kalabalığı var. Kapının hemen dibinde ayaklı bir mikrofon, az ötesindeki daracık mahali çevreleyen plastik bir bant ki teşbihte hata olmaz, gördüğü işlev düşünüldüğünde, bir tür ‘aday savar...’

Ahali, mikrofonu 10 saniyeliğine kapabilmek uğruna birbirini çiğniyor. Karayağız delikanlılar ve az sayıda da olsa genç kızlar, dükkanın önündeki mikrofonu kapabilmek için ha bire çevresini omuzluyor.

Gelen 10 saniyeliğine bağırıyor, giden 10 saniyeliğine çığırıyor... Bu arada, biz gittiğimiz sırada ‘seçim mercii’ Kanbay, pasajın dışında sigara içiyordu. Anlayacağınız, birkaç cevherin atlanmış olma ihtimali de bulunuyor.

Arada bir, mikrofonun yanındaki, kim olduğunu çözemediğimiz kişi, mikrofonu eline alıp, çalışmanın önemi üzerine ‘Eğitim şart!’ modeli bir diskur çekiyor.

Biz merdivenlerde konuşlanmışız. Kalabalığın içinden bir arkadaş, Levent’in fotoğraf makinesi sayesinde bizim basından olduğumuzu fark ediyor, fırsatı atlamıyor: ‘Öf beee, bunu da yazın: Hep aynı şarkılar, hep aynı şarkılar... Herkes Emrah’tan okuyor!’

Çarşı’nın yarışı dört haftalık bir koşu. Yarışmacıların neye göre seçildiği belli değil. Parmak kaldıran mikrofon başına mı geçiyor, yoksa bir liste filan var mıdır? Yarışmaya katılan adayların belli bir para yatırması şart mıdır? Tüm bu olup bitenlerde kasaba kurnazlığının payı ne kadardır?

Yüzümüzü kızartıp Kanbay’a hakikaten burada bir kumpas dönüp dönmediğini soruyoruz; hani belki şöyle Muhsin Bey modeli?...

SEÇİLMİŞLER ORDUSU

Kanbay, yarışmanın bitmiş olmasının da verdiği rahatlıkla mikrofonu alıyor ve gruba doğru soruyor: ‘Burada, basının şehadetinde soruyorum. Kimse bir kuruş para vermiş midir? Verdim diyeniniz varsa çıksın ortaya.’

Yarışma bittiği için seyrelmiş olan kalabalığın içinde biri, sanki tahtaya kalkmak istercesine, parmağını kaldırıyor.

‘Nasıl yani?’ diye soruyor Kanbay. Meğer bir yanlış anlaşılmaymış. Adamımız soruyu anlamamış, yarışmak, yani şarkı söylemek için elini kaldırmış.

Liste işine gelince, Kanbay Müzik Genel Müdürü Cengiz Özdemir’in hazırladığı bir liste varmış ama Unkapanı’na gelirken polis durdurmuş. Aralarında bir tartışma yaşanmış ve liste, polis tarafından yırtılmış.

Nasıl olmuş, bize sormayın, zira biz de anlayamadık.

Kanbay, en ufak bir dolap dönmediğini söylüyor ve daha önceki yılların galiplerinin çıkmış olan kasetlerini gösterip, satışların da hiç fena gitmediğini anlatıyor.

Verdiği sözleri tutan bir beyefendi. Kendisi için bir şey istiyorsa namert; maksat sadece ve sadece hizmet...

‘Bu yıl da birinci gelen yedi-sekiz kişiye kaset yapacağız,’ diyor.

Birinci gelen yedi-sekiz kişi? Pardon, nasıl yani? Unkapanı’nın hesabı, başka çarşılara uymuyor, háliyle aritmatiğimiz şaşıyor.

Dükkanın içinde geçen hafta seçilmiş olan üç kişi oturuyor: Kadir Taştan, Cengiz Alkan ve Türkan Sevinç.

Hepsinin üzerine şimdiden bir vakar gelmiş. İçinden şöhret kelimesi geçen her cümlede, gözleri parlıyor.

Kadir Taştan, ismini yazarken müdahale ediyor: ‘Doğru yazın ama adımı tamam mı? Benim hakkımda büyük tartışmalar var. Hakan Altun’u taklit ettiğimi söylüyorlar ama bunlar asılsız iddialar.’

Buralarda şaşırmanın sonu yok. Akıldan hep aynı şaşkın soru geçiyor: Nasıl yani? Nasıl yani? Nasıl yani?

Dükkanın önünden içine katedilen, hepi topu üç adımlık mesafe. Aday seçileli şunun şurasında bir hafta geçmiş, Kadir Taştan kardeşimiz, daha şimdiden magazin şöhreti söylemini ezberden okuyabiliyor.

‘Seçilmiş’lik duygusu bünyeye ne kadar çabuk zerkolan bir zehir, ‘şöhret’ dediğiniz ne acayip bir müessese; anında insanın düzünü tersine çevirebiliyor.

Feminist devrimin Che’si Enrique Ingelsias

Geçen gün tam dört kişi, farklı vakitlerde elinde gazeteyle yanımda bitti. Gösterdikleri haber ve söyledikleri şey aynı: ‘Kızım tam senlik, bunu yazsana...’

Konu ne dersiniz? Enrique Inglesias, ‘penisinin küçük olduğunu bizzat açıklamış.’

Efendim olay şöyle gerçekleşmiş. Gazeteciler, Inglesias’a albümünün kapağı için çıplak poz verip vermeyeceğini sormuşlar. O da; ‘En büyük penis bende olsaydı, plaklarım daha çok satardı. Fakat benimki belki de müzik dünyasındaki en küçük penis’ demiş. O sırada yanında olan sevgilisi Anna Kournikova da Inlesias’ı; ‘Fazla bir şey yok’ cümlesiyle ‘doğrulamış.’

Haberin devamı, penis boyuyla ilgili olagelmiş rivayetler üzerine kısa bir derleme denilebilir. Ewan McGregor, George Clooney ve Liam Neeson ‘her bakımdan büyük yıldızlar’mış da, Justin Timberlake’in ‘fazla göz doldurmadığı’ biliniyormuş da, şuymuş da, buymuş da...

Besbelli ki Inglesias espri yapmış. Taş bağlasan oltaya gelecek olan sazan gazeteci ordusu da her zaman olduğu gibi beyanatın üzerine atlamış.

Yine de bizim arkadaşlar ısrarla Inglesias’ın sözlerinin bir tür devrim olduğunu iddia ediyorlar. Zira neymiş? Bir erkeğin böyle bir cümleyi şakacıktan da olsa sarf edebilmesi, genel erkek söylemi düşünüldüğünde radikal bir tavırmış, çok cesur bir çıkışmış...

Zannedersiniz, adam feminizmin bir numaralı neferi, hatta utanmasa Che’si...

Bense olayın basit bir şakadan ibaret olduğu iddiasından bile vazcaydım bir süre sonra. İnatla, haberin asparagas da olduğu savını savunuyorum. Zira Inglesias’ın böyle bir ‘espri’ üretecek zekadan da yoksun olduğunu düşünüyorum.

Kendisini tanımam etmem ama birkaç röportajını izlemişliğim var. Adamı dinlerken, insan bir süre sonra gayrı ihtiyari esnemeye başlıyor. Her konuda değilse de bu konuda Mustafa Sandal’a yüzde yüz katılıyorum.

Bildiğiniz gibi, Mustafa Sandal bile kendisine Enrique Inlesias’a benzediği söylendiğinde içerliyor, ‘Yok, o arkadaşımız sanki biraz durgun beyinli’ şeklinde cümlelerle teessüflerini sunuyor.

Her neyse... Ben zaten mevzunun tamamen bencil bir perspektifle, başka bir boyutuna takıldım. Varoluşsal sorulara daldım. Bu konu niye ‘tam benlik’ oluyor ya? Bu ne, burası neresi, ben kimim? Penisten sorumlu yazar mı? Haydar Dümen mi?
Yazarın Tüm Yazıları