Sanırım dünya siyasetinde bir ilki yaşıyoruz.
Aralarında hiçbir problem olmayan, üstelik ticaret ilişkileri çok yoğun olan iki ülkeden biri Türkiye’. Onun Başbakanı Erdoğan, ikinci ülke olan Almanya.
Erdoğan, Almanya’ya özel bir gezi yapmak istiyor.
Erdoğan’ın amacı bu dost ülkede yerleşmiş Türklerle bir mitingde buluşmak ve yakında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine destek vermelerini istemek.
Erdoğan’ın ziyaret edeceği ülkenin Başbakanı Merkel ile muhalefet ve iktidar partililerinin milletvekilleri Türkiye Başbakanı’nın gelişinden ve burada yapacağı konuşmadan tedirginler.
Önce Dışişleri Bakanı ve bazı milletvekillleri Erdoğan’ı konuşmasını yaparken sorumlu davranması için çok ciddi bir şekilde uyarıyorlar.
Bazı Alman miletvekilleri ise Türk Başbakanı’na toplantı izni verilmemesini istiyorlar.
Bir kaç gün sonra bu kez ülkenin Başbakanı Merkel de Erdoğan’ın gezi sırasında sorumlu davranacağına inanıdığı açıklama gereğini duyuyor.
İşte kömür madeni kazalarında tarihin en büyük felaketini yaşıyoruz.
Acılarımız bitecek gibi değil.
Yüzlerce insanımızı yitirdik.
Her felakette olduğu gibi aynık trajediyi oynayacağız.
Yine ağıtlar yakacağız...
Yine milli yaslar ilan edeceğiz...
http://www.tufanturenc.com/turkiye-kosullarinda-siyasete-dokunmadan-hukuk-konusulamaz/
Alkışlandılar. Sonra da o formaları çıkarıp normal formalarıyla maçı oynadılar.
Olay kapandı gitti.
İki gün sonra kraldan fazla kralcı olanlar inanılmaz bir işgüzarlıkla Fethiyespor'u Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu’na verdiler.
Garip ve komik gerekçeleri de şu:
“Fethiyespor hepimizin milletçe sahiplendiği değerleri, sadece kendilerine mal ederek tartışma yaratmak için kullandıkları görülmüştür”
Meğer Federasyon Fethiyesporlu futbolcuların Atatürk’ü sadece kendilerine mal etmesine ve bunu tartışma yaratmak kullanmasına kızmış.
Bu kafayı gelin de anlayın.
Dindar olabilir. Ama dinci olamaz. Erbakan dinciydi.
Profesördü ama torpilli takımından değildi.
Öğrencileri onun çok iyi bir hoca olduğunu söylerlerdi.
Ben Erbakan’la ilk kez 1974 yılında yüz yüze geldim. Milli Selamet Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda gazetecilerin sorularını yanıtlamıştı.
Ancak Ömer Muhtar İtalyanlar tarafından yakalanıp asıldı. Onun ölümü direnişin başarısızlıkla sona ermesine neden oldu.
Aslında Libya 1511’den 1912 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde sorunsuz bir yaşam sürdü.
Osmanlı gücünü yitirince Libya (Trablusgarp) emperyalistlerin pençesine düştü.
Trablusgarp 1912’de uzun savaşlardan sonra Osmanlı’nın elinden koparıldı.
Pek çok “Misyoner gazeteci” gibi...
Sonra, büyüklerin uçağındaki mümtaz yerini alır, iltifatlara boğulurdu. TRT’de programlar yapar, yüklü ücretler alır, lüks içinde yaşardı.
Pahalı İtalyan elbiseler giyer, marka gömlek ve kravatlar kullanırdı.
50 bin Euro’luk Franck Muller saat takardı.
Böyle bir Soner’in evi ve bürosu sabahın köründe basılmaz, 30 saat aranmazdı.
Polis, bulduğu her şeye el koymaz, onu ve 3 arkadaşını alıp götürmezdi.
Ama Soner sabah akşam iktidarı eleştirdi, belgeler, görüntüler yayınladı. AKP’lilerin sinirlerini bozdu.
AKP’liler birdenbire tam kadro asker yanlısı kesiliverdiler.
“Vay efendim şerefli Türk ordusuna nasıl ‘kâğıttan kaplan’ dermiş.”
Batum hemen istifa etmeliymiş filan...
Vay canına meğer AKP’liler askeri ne kadar seviyorlarmış.
Ala-Çiller
Tansu Çiller'in başbakanlık koltuğuna oturduğu ilk günler... Hepimiz Türkiye'de modern ve güzel bir kadının başbakan olmasının dünyada yarattığı olumlu havadan mutluyuz.
Ancak çok üzücü bir olay hepimizin bu mutluluğunu gölgeliyor.
Sıvas'ta dinci fanatiklerin bir oteli ateşe verip insanları diri diri yakması bütün Türkiye'yi şoka sokuyor.
Aynı gün kişisel düşmanlıklardan kaynaklanan bir otel yakma olayı da Van'da meydana geliyor.
Ancak o olayın faili kısa zamanda yakalanıyor ve konu aydınlanıyor.
Sıvas'ta ise olayın ayrıntıları öğrenildikçe ülkedeki dehşet daha da ürkütücü boyutlara ulaşıyor.
Kamuoyunu bu kadar üzen olay Meclis gündemine de geliyor ve sert tartışmalara neden oluyor.
Başbakan Çiller olay hakkında Meclis'e bilgi vermek ve eleştirileri yanıtlamak için kürsüye geliyor.
Daha ilk cümlesinde herkes şok oluyor.
Çünkü Başbakan, Sıvas'taki facia ile Van'daki olayı birbirine karıştırıyor ve olayın failinin yakalandığını söylüyor.
Uyanıp yanlışını düzeltmiyor ve konuşması tam bir komediye dönüyor. Muhalefet milletvekilleri bu dramatik konuşmaya gülüyorlar.
Çiller'le ilgili ilk düş kırıklığı böyle başlıyor.
* * *
Günler ilerledikçe bu gaflar azalacağına artıyor.
Biraz gülmek, biraz da ülkenin kara talihine yanmak için bunları sıralayalım.
Çiller Refahyol hükümeti başbakan yardımcısı olarak Antalya'da hastane ve okul açıp, bazı tesislerin temellerini atarken kendisinin dışişleri bakanı olduğunu unutup şu açıklamayı yapıyor:
‘‘İçişleri ve Dışişleri bakanlarına mafyanın üzerine gidin talimatı verdim.’’
İstanbul'da Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun mezarlarını ziyaret ederken şöyle diyor:
‘‘Buraya Türk devletlerinden toprak getirelim. Bosna'dan, Moğolistan'daki Gökberk Kitabeleri'nin (Göktürk Kitabeleri demek istiyor) olduğu yerden, Kâbe'den...’’
Bir Avrupa Birliği toplantısında İspanya Dışişleri Bakanı Javier Solana'yı AB Komisyonu Başkanı Jacques Senter'le karıştırıyor. Gazetecilere Solana yerine Senter'le görüştüğünü söylüyor.
Dışişleri yetkilileri bu yanlışı ezile büzüle düzeltiyorlar.
* * *
Gaflara devam edelim.
İnebolu'da Su Ürünleri Fakültesi'nin temelini atarken yaptığı konuşmada ‘‘Fakültenin temelini açmaktan mutluluk duyduğunu’’ söylüyor.
Konuşmasının bir yerinde de ‘‘Kurtuluş Savaşı'nda millet olarak göğsümüzü siper ettik’’ yerine ‘‘Göğsümüzü bağır yaptık’’ diye konuşuyor.
Azerbaycan'a gittiğinde ‘‘Ermenistan'la başlatılan ateşkes süreci’’ni ‘‘Barışkes süreci’’ yapıyor.
Bir parti toplantısında ‘‘Kırat’’ diyeceğine şaşırıp ‘‘Beyaz at’’, bir başka yerde Aliyev yerine ‘‘Alibey’’,‘‘Güvenoyu’’ yerine ‘‘Güvenlik oyu’’, ‘‘Ayan beyan’’ yerine ‘‘Ayan bayan’’ diyor.
Samsunlulara Malazgirtliler, Trabzonlulara Samsunlular, Karabüklülere Karagümrüklüler diye sesleniyor.
Trabzon ve Kırşehir'de iktidara çatarken ‘‘Çekin milletin elinden yakanızı’’ diyor.
Trabzon'da, Trabzon'u Akdeniz'in merkezi yapacağız diye söz veriyor.
Askeri ‘‘Merhaba polis’’, zabıtayı ‘‘Merhaba asker’’ diye selamlıyor.
Bir bombalama olayından sonra ‘‘Ölü kaybı olmadı’’ diye açıklama yapıyor.
Yılmaz'ın Almanya gezisini eleştirirken de ‘‘Kohl Yılmaz'ın sırtını sıvazladı’’ diyeceğine ‘‘Kohl Yılmaz'ın arkasını okşadı’’ diyor.
Çiller'in gafları, devirdiği çamlar saymakla bitmez. Artık alıştık.
Ama şaşılacak olan, kafası bu kadar karışık bir insanın 4.5 yıl Türkiye'nin yazgısını elinde tutmuş olması.