AKP’nin önü uçurum

Bunu söyleyen solcu değil, ulusalcı değil, Kemalist değil, merkezci değil, liberal değil... İslamcı. Hayatın cilvesine bakın ki, iktidardaki parti de İslamcı.

Size de şaşırtıcı gelmiyor mu? Ben şaşırdım. Hatta "Allah Allah nasıl oluyor?" dedim. Üstelik bunu Ali Bulaç’a sordum. O da benim soruma şaşırdı. "Maalesef Türkiye’de böyle" dedi, "Biz mesela, bizim kesimde, Deniz Baykal’ı eleştirdiğimiz sürece kıymetli yazar oluyoruz, iyi yazar oluyoruz. Oysa, ne alakası var, iyi yazar eleştiren, muhalefet edenlerdir... " Daha önce Ali Bulaç’la hiç tanışmamıştım. Renkli biri. Sadece renkli değil aynı zamanda bilgili. Hayatı takip ediyor bir kere. Yeni fikirlerin, yeni oluşumların, hatta marjinallerin peşinde. Dünyada yeni neler oluyor izliyor. Öğreniyor. Ve kendi dünya görüşüne uyguluyor. Onunla röportaj yaparken kafamda bir sürü pencere açıldı. Hiç öyle kemikleşmiş biri değildi, "O olmaz, bu olmaz, o tartışılmaz, bu kutsaldır, dokunulmazdır" gibi önyargıları ya da tabuları yok. Esnek. Cinsellik dahil, her şeyi konuşabiliyorsunuz. İslami kesimde tabu olan pek çok konuyu tartışabiliyorsunuz. Bu kadar övmek yeter. Özetlemek gerekirse, kulak verip dinlenmesi gereken biri...

Yazı yazmaya başladığınızda, İslami açıdan şartlar bu kadar uygun muydu?
/images/100/0x0/55ea830df018fbb8f884cb58
- Şimdi uygun olduğunu kim söyledi!

Nasıl yani? Bugün kendinizi daha özgür hissetmiyor musunuz?

- Tam tersine, kendimi çok daha kısıtlanmış hissediyorum.

Neden?

- Siz veya sizden birileri iktidarda ise, ortada büyük bir sorun var demektir. Muhalefette olmak her zaman daha iyidir. Daha özgür olursunuz. Muhalefet, zihin açar. İnsanı, devrimci, reformcu yapar. Ben Müslümanların uzun bir süre iktidar olmalarını istemedim, hálá istemiyorum. İktidar, netameli bir şeydir, kendiliğinden tutucu oluverirsiniz. Çünkü korumanız gereken şeyler vardır. Sonra çok da adil olmayan bir şekilde, sermaye ve statü el değiştirmeye başlar. Siz de o sürecin bir parçası haline gelirsiniz. Kısacası, benim iktidarı çok daha rahat eleştirebildiğim zamanlar oldu. Şimdi tepki alıyorum, hem de çok büyük tepki: "Sırası mı şimdi? Sen kimin adına bu eleştirileri yapıyorsun? Bak, zarar veriyorsun!" diyorlar. Ama biz, eleştirel olmak zorundayız. Bizim geleneksel İslam bilginlerinin temel bir ilkesi vardır: "Sultanın sarayından ve zenginlerin sofrasından uzak dur! Ancak bu şekilde insanlara faydalı olabilirsin." Benim yapmaya çalıştığım da bu...

Eleştirinizi Başbakan takıyye yapıyor, Müslümanlara zarar veriyor noktasına kadar getirdiniz, hiç /images/100/0x0/55ea830df018fbb8f884cb5atedirginlik duymuyor musunuz?

- Sayın Başbakan, 87’de seçimlerden önce bana milletvekilliği teklif etti, "Lütfen siyasete atılın" dedi. Ben de ona dedim ki, "İyi bir yazar, iyi bir siyasetçi olamaz." Ben seçimimi çoktan yapmıştım, yazar olmaya karar vermiştim...

Yani isteseydiniz şu an bakan olabilirdiniz...

- Elbette. Benim bütün arkadaşlarım, yazar olmalarına yardımcı olduklarım, birlikte çalıştıklarım şu an çok iyi konumdalar. Bu bir tercih meselesi. Ben reddettim.

Yakın çevrenizden "Sen delisin!" diyen olmadı mı hiç?

- Ben o deliliği daha önce de yapmıştım! Ben böyle bir adamım. Tıbba gidecek puan almıştım, gittim kaydımı sosyolojiye yaptırdım. Çünkü tercihim oydu. Üstelik milletvekilliği bana Bağcılar’dan 1. sıradan teklif edildi. Seçilmem kesindi. Ama ben gerçek iktidarın koltukta değil, beyinde olduğunu düşünüyorum, entelektüel iktidar yani.

Peki insan kendini şöyle ikna edemez mi: "Belki de bu ülkeye, bu insanlara faydalı olacağım, gireyim kardeşim..."

- Çok düşündüm ama faydalı olamayacağıma inandım.

Neden?

- Ben özgür düşünmeye alışık biriyim. Bir şey söyleyeceğim parti tüzüğüne aykırı olacak, Meclis tüzüğüne aykırı olacak, genel başkana aykırı olacak, hatta Anayasa’ya aykırı olacak...

Herkesin başına bela olacaksınız yani...

- Evet. Ya da susmalıyım. Ama neden susacağım? Bana 7 milyar maaş veriyorlar diye mi? Ben 4 sene milletvekilliği yapacağıma bir kitap yazarım, 200 sene sonra da okunurum. Ben Türkiye’de siyasetçileri hiç samimi bulmuyorum. Birkaç defa bir iki lideri takip ettim. Ve kendi kendime şöyle dedim, "Bu adam nasıl böyle bir performans gösterebiliyor? 1) Ya kendini feda etmiş olmalı. 2) Ya kendini bir Mesih olarak görüyor. Dünyayı kurtaracağını düşünüyor. Yani paranoyak! 3) Ya da bu adamda inanılmaz bir hükmetme duygusu var." Bunların her üçü de gayrimeşru şeyler, o açıdan siyaset bana çok tehlikeli bir meslek gibi geliyor. Ve siyasetçiler eleştirilmekten hoşlanmıyor. Ben iyi niyetle AKP’yi eleştiriyorum, diyorum ki "Sizin önünüz uçurum. Kötüye doğru gidiyorsunuz..." Diyorlar ki, "Siz bize mani oluyorsunuz..."

Eleştirilerinizi internetteki Hikmet ve Bilgi sitesinde yaptınız. Neden orayı tercih ettiniz de, kendi köşenizde yazmadınız?

- Özel bir sebebi yok. İki senedir Zaman Gazetesi’nde de bu tür yazılar yazıyorum. Tamam, bir iktidara 3 sene marj tanımak gerekir, ama 3 sene geçti. Zaten benim eleştirdiğim şeyler belli: 1) Bu partinin siyasi kimliği yanlış. 2) Politikaları yanlış. 3) Uygulamaları yanlış. 4) Ve parti içinde çok etkili konumlarda olan bazı aktörleri yanlış. Bu yanlışları düzeltip, yollarına devam ederlerse, Türkiye’ye de bize de faydalı olurlar...

"Sen de kartel medyasının ya da ulusalcıların bize yaptığını yapıyorsun. Bizden birine bu yakışır mı?" eleştirilerine verecek cevabınız nedir?

- Ben şunu ahlaki bulmuyorum: "Kol kırılır, yen içinde kalır." Hayır efendim, o kol da, yen de çıkmalı. Tedavi ise tedavi, kesip atmaksa kesip atmak. Zaten bana bu eleştirileri getirenler, iktidarın nimetlerinden haksız ve gayrimeşru yollardan istifa eden kişiler. Sebepleri ve niyetleri farklı. Bizden şunu talep ediyorlar: "Sizin göreviniz biz iktidardayken bizi devamlı övmek!" Milli Selamet Partisi’nden AK Parti’ye kadar bu talepleri hep sürüyor. Onlara göre Türkiye’deki iyi bir İslamcı yazar, Deniz Baykal’a ve CHP’ye yüklenen yazardır, ne kadar yüklenirsen o kadar iyi...

Siz İslamcılar arasında aykırı ses misiniz?

- Yooo, benim gibi düşünen pek çok insan var. Ama ben biraz daha şirretim. Sesim daha yüksek çıkıyor.

İktidar, herkesi hilafsız değiştirir mi?

- İktidar ve servet, kışkırtıcı iki faktör. Sufiler derler ki, "İnsanın iktidar ve servetle olan ilişkisi, bir geminin su üzerinde yüzmesine benzer. Eğer onun sevgisini kalbine almazsan, gemin yüzer. Fakat iktidar sevgisini kalbine aldığın anda, gemin su alır ve batması kaçınılmazdır!" Türkiye’de iktidar dönüştürüyor, sebebi de siyasetin çok kárlı bir meslek olması. Siyaseti cazip olmaktan çıkarmak lazım ki, iktidar kışkırtıcı bir rol oynamasın. Bunun için de devletin klasik ve tabii fonksiyonlarına dönmesi, sadece 4 alanla ilgilenmesi, geri kalan bütün alanları sivil topluma bırakması lazım. AK Parti bunu yapabilirdi ama yapamadı. Çünkü bugün AK Parti’nin herhangi başka bir partiden farkı yok. Reform yapmıyorlar, muhafazakar oldular. Oysa tabandan oyları, reformcu olduklarını söyleyerek almışlardı. Ne reformu, reform mu kaldı!

BİZİM KESİMDE KÖŞE YAZARLIĞI İNSANI GEÇİNDİRMEZ

Medyada yolunuzda ilerlerken çok zahmet çektiniz mi?

- Çok iyi bir yeriniz yoksa, köşe yazarlığı bizim kesimde insanı geçindirmez. Fakat bunu aşmanın yolu, daha fazla para kazanmak için popüler işler yapmak değil, standartlarınızı düşürmektir.

İki tarafı kıyaslarsak, sizin köşe yazarları bizimkilerden daha mı çok daha mı az kazanıyor?

- E tabii. Merkezdir sizin kesim, Türkiye’nin sosyal ve ekonomik hayatının dizginlerini elinde tutuyor. Biz çevre tarafındayız. Ama dert değil, fazla para kazanmak zaten iyi bir şey değildir...

Ne yani, fakir mi olmak gerekir!

- Hayır ama insan standartlarını düşük tutmalı...

Neden? "Ne kadar çok malım olursa, o malların o kadar esiri olurum" diye mi?

- Hayır. Meşru ve helal yollardan kazanmışsanız sorun yok. İstediğiniz kadar kazanabilirsiniz. Ama ne kadar zengin olursanız olun, paranızı istediğiniz gibi harcayamazsınız. Bu din, size bu hakkı vermemiştir. Çevrenize yardım etmek ve kendinizi dizginlemek zorundasınız...

"O yüzden az kazan hiç bunlarla uğraşma!" diyorsunuz!

- Hayır, arzularınız ve tutkularınızın esiri olmayın diyorum, hayatın kalitesini ve anlamını ıskalarsınız. Ama bu, bir tercihtir. Ben mesela hep standartlarımı düşük tuttum.

Tam olarak ne demek bu?

- Sade yaşıyorum demek.

O ne demek? Arabanız filan mı yok, onu mu kastediyorsunuz?

- Var ama kullanmıyorum. Akbil’im var geziyorum. Gidiyorum kahvelerde oturuyorum, gecekonduda yaşayanlarla konuşuyorum. Ben bir sosyoloğum, bu toplumu daha iyi tanıyabilmek için uğraşıyorum. Birkaç senedir ağır ceza ve boşanma davalarını izliyorum...

Anlamadım.

- Adliyeye gidiyorum. İnsanlar neden birbirini öldürüyor ya da boşanıyor dinliyorum...

"Kardeşim senin işin ne burada!" demiyorlar mı?

- Yooo, hakimler beni tanıyor. Size de tavsiye ederim, inanılmaz derecede öğretici oluyor. Ya da semt pazarlarına gidiyorum akşamları. Güneş yüzü görmemiş iffetli kadınları gözlüyorum. Muhtaç ama dilenmiyor. Pazarcılar dağıldıktan sonra yerden peynir kırıntılarını, ıspanak yapraklarını topluyor...

İyi bir sosyolog olduğunuzu düşünüyor musunuz?

- Hayır ama iyi bir sosyolog olmaya çalışıyorum. Çok istiyorum bunu.

MÜSLÜMAN ENTELEKTÜELLER SOLCU ENTELEKTÜELLERİN YERİNİ ALDI

Solcu entelektüellerde güçlü bir damar vardı. Ama bu damarlarını kuruttular. Sol, muhalefet ediyordu, dünyaya eleştirel bakıyordu, fakat Sovyet sisteminin çökmesinden sonra savruldular. Türkiye’de hemen Kemalizm’e geçtiler. Gerçi hálá eski saygınlığını koruyan isimler var. Ben Marksizm’in de solun da temel ideallerinin gündemden düştüğünü zannetmiyorum. Tam aksine. O idealler bugün de var ve devam ediyor. Daha eşit, daha adil, daha insan yüzlü bir dünya istemiyor muyuz hepimiz? İşin ilginç yanı, bu idealleri bugün Müslümanlar dile getiriyor. Bir zamanlar solcu entelektüellerin söylediklerini bugün Müslüman entelektüeller söylüyor...

Beden sana değil, Allah’a ait Zina o yüzden yasak

Aynı dünyada, aynı ülkede, yan yana ama asla birbirimize değmeden yaşayıp gidiyoruz. Soru sorarken fark ettim de, "Sizin kesim, bizim kesim, sizinkiler, bizimkiler" deyip duruyorum. O da bunu hiç yadırgamıyor, aynı şekilde cevap veriyor.

İşte bu önyargılar yüzünden birbirimizi tanımamız imkansız hale geliyor. Eğer İslami kesimden Ali Bulaç Müslüman bir partinin icraatlarını cesurca eleştirebiliyorsa; en azından kendine karşı dürüst demektir. "AKP bizdendir, dokunulmazdır, diğerlerine karşı savunmak vazifemizdir " diye düşünmüyor. Tam tersine, "Benim entelektüel namusum, yanlış gördüğüm şeyleri kim olursa olsun eleştirmemi gerektirir " diyor. Bunu çok saygıdeğer buluyorum.

Ali Bulaç’ı sizinle de tanıştırmak istiyorum...

Bana röportaj veriyor olmanız sizin camiada kötü karşılanabilir mi?


- Duyan bir iki kişi "Dikkatli ol. Çapraz sorar" dedi. Uyardılar yani beni. Onun dışında, bizim camia niye tepki göstersin? Müslüman okuyucu, çok açıktır, her şeyi okur...

Sizinkiler, bizimkilerden daha mı açık öğrenmeye?

- Evet öyle. Herhangi standart bir Müslüman’ın evine gidin, kitaplığına bakın, şaşarsınız, her tür kitap vardır. Yaşar Kemal de, Karl Marx da, Durkheim da. İnsanlar Türkiye’de adacıklarda yaşıyorlar, o adacıklar arasında da vapur seferleri işlemiyor. Ama Müslüman camia öyle değil, çok daha esnek, çok daha açık...

Siz her konuda yazabiliyor musunuz?

- Evet, aşağı yukarı...

Mesela zinayı savunan bir görüş ileri sürebilir misiniz?

- Hayır. Çünkü ben zinanın savunulmaması gerektiğini yazanlardanım. Zina, ağır bir suçtur, haramdır...

Bir insanın birini tertemiz duygularla seviyor olması yetmiyor, birlikte olabilmek için illa nikah kıyması gerekiyor. Yoksa günah, öyle mi?

- Evet günah. Zina oluyor...

Bu, size tuhaf gelmiyor mu?

- Hayır. Doğrusu budur.

Sevdiğiniz bir kadınla birlikteyken, nikah kıymadan, sevişmek neden günahtır?

- Çünkü beden, bize ait değildir. Allah’a aittir. Birisiyle bir arada olacaksak, yani bedenimizi cinsel ilişkide kullanacaksak, bedenin sahibinden izin istememiz gerekir. Biz, ağzımıza bir lokma ekmek atarken de "Bismillahirrahmanirrahim" deriz, "Allah’ım, bu senin yarattığın ekmek, ben senin ismini anarak bunu yiyorum." Bir insanın Allah’la ilişkisi kesintisizdir, her an ve her olaydadır. Ben nasıl intiharda kullanamıyorsam bedenimi, zinada da kullanamam. Vize almamız gerekiyor...

Nikah kıymak, vize almak yani....

-Evet ama İslamiyet’te nikah resmi bir müessese değildir, sivildir...

Şimdi bir erkek, bir kadınla birlikte olmak istiyor, imam nikahını kıyıyor, sonra da boşanabiliyor. Bu işte bir tuhaflık yok mu?

- Ben cemaatin avukatı değilim! Evet, yanlış şeyler oluyor. Ben bunu savunmuyorum. Size sadece işin felsefesini anlatıyorum. Allah’ın iradesi ümmette tecelli eder. Ümmet adına iki şahit bulunur, "Biz sizin şahitliğinizde evleniyoruz" denir, "Meşru bir ilişki içindeyiz, haberiniz olsun" anlamında. Çünkü insanların düşüncesi çok önemli. İnsanları şahit tutmak aslında Allah’ı şahit tutmaktır...

Kaç kere nikah yapabilir insan?

- Sonsuza kadar...

Erkeğin üç kere "Boş ol" diyerek eşinden boşanması, kadını cezalandırmak olmuyor mu?

- Oluyor tabii. Zaten öyle bir şey yok. Modern İslam hukukçuları, kadının da boşanma hakkına sahip olduğunu, bunun bir mahkeme huzurunda olması gerektiğini, kadının hak ve vecibelerinin korunmasının icap ettiğini açık bir şekilde ileri sürüyorlar. Benim de görüşüm bu. Ama insanlar sizin söylediğiniz türden şeyler yapmıyor mu? Yapıyor. Törede cinayet de işleniyor....

Ya ortada kalan çocuklar ne olacak?

- Haklısınız, bu bir sosyal mesele. Belki de Katoliklerde olduğu gibi boşanmayı kaldırmak lazım...

Bir de şu var: Bir adam genelde tek bir kadınla yetinmiyor. Gözüne kestirdiği 50 kadın varsa, her defasında, 50 kere nikah mı kıydırması gerekiyor?

- 50 kadınla yatmayacak, o kadar basit. Ona o hak tanınmamıştır. Ne bir erkek 50 kadınla ne de bir kadın 50 erkekle yatabilir...

İyi de bizim toplumumuzda öyle mi...

- Toplumumuz günahkar...

Bu arada sizin kesimde bir dolu erkek nikah kıyıp "vize" alarak, zinayı meşru kılmıyor mu?

- Olabilir. Ama yanlış davranıyorlar. Ben ne yapabilirim?

Ahlaksızlık derken, siz hep laikleri suçluyorsunuz da... Sizin kesimdeki erkekler de çok farklı değil galiba...

- Erkeklerin genetiğinde bir sorun var!

BEN BİREYSEL MÜSLÜMANIM

Müslüman bir yazar olarak hapis tecrübeniz var mı?/images/100/0x0/55ea830df018fbb8f884cb5c


- Evet 12 Eylül’de, 29 gün hücrede yattım. Sekiz kişi 1.5 metrekarelik bir yerde kaldık. Benim dışımdakilerin hepsi solcuydu. Üst üste yatıyorduk. Birinin kafası, diğerinin sırtının ya da karnının üstünde. Tabii sırayla. İşkence görenlere yer veriyorduk, biz ayakta bekliyorduk. Bu, benim için çok önemli bir tecrübe oldu. Sonra benim yargılamalarım devam etti, tutuklandım, Kartal Maltepe Cezaevi’ne gittim. Bugüne kadar 11 kere Ağır Ceza’da yargılandım. Malum 163, 312, 216, 159. Bizim maddelerimiz bunlar.

"Benim hayatım için dönüm noktası" diyebileceğiniz şeyler neler...

- Bu yargılama süreçleri. 11 kere Ağır Ceza’da yargılandım. Hiç kimseye güvenmemen gerektiğini öğrendim. Ne şahıslara, ne cemaate...

Hálá öyle misiniz, güvenmez misiniz kimselere?

- Güvenmem. Tek başına kaldığımda kendimi savunabileceğim şeyleri söylerim. Kendimi savunamayacak durumda olacaksam, o sözü ertelerim. Daha özgür bir dünya olunca söylerim Çünkü benim hiç kimseye güvenim yok. İnsanlara güvenmemek gerektiğini öğrendim.

Çok acımasız bir şey bu...

- Hayatın kendisi de öyle.

Siz yalnız bir adam mısınız?

- Belki de. Onun için de bireysel Müslüman diyorum ya kendime...

Nasıl oluyor bu "bireysel Müslümanlık "?

- Herhangi bir siyasi partiye, örgüte mensup değilim. Yeraltı veya yerüstü, legal ya da illegal herhangi bir cemaate de mensup değilim. Özgürlüğüne düşkün, sade bir Müslümanım. İlk günden beri böyleyim. Hiçbir yere gitmedim. Ne milliyetçi, ne sağcı, ne solcu oldum. Kendimi bireysel Müslüman olarak tanımlıyorum.

Kendinizi böyle tanımlamak nereden aklınıza geldi?

- Kuran’da bir ayette diyor ki, "Biz sizi biricik yarattık. Her insan biriciktir." Öyle gerçekten. Nazım Hikmet’in de dediği gibi, bir ağaç tek başına bir ağaçtır diğerleriyle birlikte orman olur. Bizde kolektif hareketler, kişiliği yok ediyor. Hele 70’lerde 80’lerde bu çok daha yoğundu. Kuran’da "Biz sizi tek başınıza ve çıplak yarattık" diyor, "Fert olarak, bizim huzurumuza da öyle gelin, birey olarak..." Peygamberimiz de diyor ki, "Bir insanın ne kadar bilgisine, otoritesine güvenirsen güven, sen yine de en son kendi kalbine sor. Son kararı kalbin versin." Ben bunları hiçbir zaman göz ardı etmedim. Ben şahsi bağımsızlığımı bu şekilde koruyabileceğimi düşünüyorum. Ama bu demek değildir ki, diğerlerine savaş açıyorum, onların dışındayım. Hayır değil, onlarla da beraber olabilirim. Ama bir nokta var ki, o mahremdir, bana aittir, oraya kimseye sokmam. Bunu da herkese tavsiye ederim, bu çok daha sağlıklıdır.

Sizin gibi kendisine "bireysel Müslüman" diyen var mı?

- Diyen yok ama bu modeli benimseyen çok. Zaten Türkiye’de asıl büyük entelektüel enerjiyi biriktiren bu "bireysel Müslüman"lardır.

ALİ BULAÇ KİMDİR

Mardin’de bir belediye işçisinin oğlu olarak doğdu. Annesi okuma yazma bilmiyordu. Kitaplara ve öğrenmeye meraklı bir çocuktu. Hem medresede hem imam hatipte okudu. Sonra da ilahiyat fakültesiyle birlikte sosyolojiyi bitirdi. Niyeti memlekete dönüp, öğretmenlik yapmaktı. Ama sipariş üzerine yazar oldu. Siparişi verenler, Düşünce Dergisi’ni birlikte çıkardıkları arkadaşlarıydı. O zamanlar Ali Bulaç 23 yaşındaydı. 30 yıldır hayatını yazı yazarak kazanıyor. Sayısız basılı kitabı var, aynı zamanda Zaman Gazetesi’nde köşe yazarı. Sık sık bireysel, bağımsız ve değişik yorumlarıyla kendisinden söz ettiriyor. Taner Kışlalı, Ahmet İnsel, Ömer Laçiner gibi isimlerle birlikte, Cambridge, Oxford gibi üniversitelerde panellere konuşmacı olarak katılıyor. İslami kesimin en sivri entelektüel isimlerinden biri. 600 bin kişiye ulaşmış, titizlikle hazırlanmış, çok şık bir cep Kuran meali de var.
Yazarın Tüm Yazıları