Adalette şike-Şikede adalet

Türkiye’ye ayak basar basmaz telefonum çaldı. “İddianame hakkında ne düşünüyordum?”

Haberin Devamı

Böylece haberdar oldum iddianameden. Hızla okumaya giriştim, bir yandan da okuyanların tepkilerini izlemeye. Twitter bunun için ilginç bir kaynak. İlgimi çeken kısa ve öz değerlendirmeleri aktarayım; şu üçü Ergun Babahan’dan:

“Bu iddianame savcı için bir övünç belgesi olarak tarihe geçmez. Siyasete ayarlı bir belge olarak utanç belgesi olur.”

“Bence iddia makamı adalette şike yapmış.”

“Sorun, Aziz Yıldırım veya Fenerbahçe değil, adalet sisteminin sefaleti; maalesef siyasete göbeğinden bağlı.”

Gözüme çarpan ve tipik bir “adaletsizlik ölçüsü” ya da “Türkiye’deki adaletin ölçüsüzlüğü” olarak nitelenebilecek olan bir durumu ise şu iki twitten izlemek mümkün:

“12 yıla kadar hapsi istenen (Beşiktaş Futbol Takımı Teknik Direktörü) Tayfur Havutçu tutuklu. 11 yıla kadar hapsi istenen Nevzat Şakar (Trabzonspor İkinci Başkanı) tutuksuz.”

Haberin Devamı

“18 yıla kadar hapsi istenen (İstanbul Büyükşehir Belediye Kulubü futbolcusu) İskender Alın tutuklu,  18 yıl hapsi istenen (Trabzonspor Başkanı) Sadri Şener tutuksuz.”

El insaf

Bu arada, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım için 156, yönetim kurulu üyesi İlhan Ekşioğlu için 135 yıl, bir başka yönetim kurulu üyesi Şekip Mosturoğlu için 58 yıl hapis cezası isteniyor. Eskişehirspor Teknik Direktörü Bülent Uygun için 40 yıl, şu sırada Moskova Spartak takımında oynamakta olan Nijeryalı futbolcu Emenike için 12 yıl, Galatasaraylı (eski Bursasporlu) futbolcu Sercan Yıldırım ile Fenerbahçeli (eski Eskişehirsporlu) futbolcu Sezer Öztürk’ün payına 6 yıl hapis talebi düşmüş. Beşiktaş Kulübü İkinci Başkanı Serdar Adalı için istenen 18 yıl.

Atatürk’e suikast iddiasıyla kurulan İstiklal Mahkemesi’nde bile suçlananların büyük bölümü böyle bol kepçe ceza tehdidiyle karşılaşmadılar.

El insaf değil mi? Adalet duygunuz herhalde zedelendi değil mi?

Bu ceza talepleri neye göre isteniyor?

6222 sayılı sporda şiddeti ve şikeyi önleyen yasaya göre. Hani, her nasılsa aralarında tek bir Fenerbahçe taraftarına rastlanmayan ve kendilerini “toplumda ve sporda temizlik yanlısı” gibi sunarak 3 Temmuz’da Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınmasından bu yana müthiş bir gürültü çıkaran kişilerin savunduğu yasa bu.

Haberin Devamı

3 Temmuz’dan başlayarak medyanın önemli bir bölümü tıpkı 28 Şubat’ta olduğu kamuoyunu yönlendirdi. “Temizlik paravanası” ardına saklanarak akıl almaz cezaları savunan ve her türlü anti-demokratik uygulamaya fütursuz çanak tutan bu kesim, Türkiye’de futbolun ve adalet duygusunun beline indirilen kazmada önemli rol oynadı.

Bu kesimin oluşturduğu hava altında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6222 sayılı yapılan değişiklikleri içeren ve üç partinin bir yasanın üzerinde ilk kez uzlaşarak çıkarttığı yasayı veto etmesini hiç anlamadım.

Cumhurbaşkanı, bugüne dek hiçbir yasayı veto etmemiş olduğu halde, 6222 sayılı gaddar bir yasanın sakatlıklarını ortadan kaldıran ve ceza hadlerini aynı konudaki Avrupa normlarına getiren yeni yasayı veto gerekçelerine de hiç katılamadım. Hele, suç-ceza dengesine ilişkin itirazının, 6222’deki dengesizlikler ayan beyan ortadayken nasıl savunulabildiğini anlayabilmek mümkün olmadı.

Haberin Devamı

Bu arada, KCK operasyonlarından en çok dili yanmış ve o sürece karşı olan BDP’nin, bu yasanın oylanmasından yan çizmesini de tutarlılık açısından anlayabilmek imkansızdır.

Türkiye’yi suçlananların ve avukatlarının delillerden haberdar edilmeden içeri atılabildiği ve içerde tutulabildiği “özel mahkemeler” uygulamasından uzaklaştıracak her gelişmenin savunulması gerekirken, kimilerinin “katli vaciptir” senaristleri ve korosu içinde yer alması gariptir.

Bu konuda Oral Çalışlar dün “Ülkeyi ‘operasyoncular’ mı yönetecek?” başlıklı çarpıcı bir yazı yazdı. “... Sorunlu olduğu düşünülen kesimler ve kurumlar, çeşitli operasyonların odağı haline geliyorlar ve çözüm arayışı bu operasyonların kapsamı içine sıkışıyor” diye yazdı ve can alıcı unsurun altını şöyle çizdi:

Haberin Devamı

“Ergenekon davası bu operasyonel çözüm mantığının ilk ve  en önemli örneğiydi. Onu Balyoz, Kafes davaları izledi. KCK operasyonları, şike operasyonları, bu yöntemin sistemleşmesi bağlamında tartışmalara yol açıyor.”

Dökülen iddianame

Tam da bu nedenle, “Şike İddianamesi”ni bu çerçeve içinde anlamak gerekiyor.

Ve, tam da bu nedenle, TBMM’nin Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği yasanın arkasında durarak yasaya yeniden ve değiştirilmeden çıkartması hem çok önemli ve hem çok değerli.

Bu, ancak hasta yatağında da olsa, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kesin irade koymasıyla gerçekleşebilirdi. O da öyle yaptı. Çok isabet oldu.

Şu dün akşamüstü çıkan ‘İddianame’de çeşitli isimler için istenen ceza miktarını ve bunun dayandırıldığı gerekçeleriyle okuyun, veto edilen yasanın yeniden çıkmasının niçin hayati önemde olduğunu anlamanıza yeter.

Haberin Devamı

İddianame’ye gelince. Okudum bu arada. Nereden tutsanız elinizde kalıyor. Bu iddianameyi lime lime edip çürütmek için hukukçu olmak bile gerekmiyor. Sağduyudan bir nebze nasibinizi almışsanız yeter.

Yargıda kendisini ortaya koyan “adalette şike”ye, Başbakan Tayyip Erdoğan ve TBMM’nin “şikede adalet” ile karşı koyduğu noktadayız.

Yazarın Tüm Yazıları