AB ve Almanya sorunu

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Dün bu satırların yazıldığı saatlerde AB Zirvesi henüz başlamıştı. Ancak, bir son an mucizesi gerçekleşmediği takdirde üyelik hedefinin ufkunu açarak Ankara'yı tatmin edecek bir kararın Lüksemburg'dan çıkması söz konusu değildi.

Tehlikeli virajın ana sorumluluğunu Türkiye üstlendi. Ülkemiz ‘ev ödevini’ yapmamakta direndi ve briç kulubünde pişpirik oynamak ısrarını sürdürdü.

Yukarıdaki alargalık en baştan itibaren pazarlık marjımızı sınırladı ve zaten Ankara'yı kabul etmemek için bin bir dereden su getiren Bonn ve Atina'nın kozlarını güçlendirdi. Bu başkentlerin argümanlarını pekiştirdi.

Ne var ki, Türkiye'nin sorumluluğu ne olursa olsun, Lüksemburg'daki gizli dışlama kararının çok ciddi ve çok vahim stratejik sonuçlara yol açabileceğini tamamiyle ıskalayan Almanya ve Yunanistan derin bir gaflete düştüler.

Başka bir deyişle, bizim zaaflarımız onların körlüğünü affettirmedi.

Batı komşumuzun durumu malum olduğundan burada Federal Cumhuriyet'in ve onun Başbakanı Kohl'ün Ankara siyasetine ilişkin yanılgılarını irdeleyeceğim.

* * *

ÖNCELİKLE, ulusal birliğini çok geç ve etnik bazda gerçekleştiren Almanya 19. yüzyıl sonundan itibaren emperyalist emeller taşımış olsa da bu emellerini kucaklayabilecek ‘emperyal’ dış politikaları hiç bir zaman üretememiştir.

İmparatorluk geleneğinden süzülen İngiltere veya Fransa'dan farklı olarak geniş ufukluluğu yakalayamamıştır. Ya Cihan Harbi'nin kaba Prusya militarizmi gündeme gelmiştir ya da İkinci Savaş'ın Hitlerci dehşeti esmiştir.

Berlin diplomasisi uzun vadeli düşünmek yeteneğinden yoksun kalmıştır.

Ve Federal Cumhuriyet aynı sığlığı şimdi Bonn ekseninde sürdürmektedir.

Şüphesiz, dürüst özeleştiri yapan Almanya bugün Avrupa'nın en demokratik ve en pasifist ülkelerinden birisidir. Sorun da biraz burada odaklaşmaktadır.

Hem eski ufuksuzluğun mirası, hem de sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi misali Federal Cumhuriyet'in kendi yakın coğrafyası dışındaki dünyaya ilgisiz davranması, Bonn'u yine sığ, cüce ve perspektifsiz kılmaktadır.

Kuşkusuz, Almanya bütünlüğünü sağlayan Şansölye Helmut Kohl kendi ülkesi açısından çok büyük bir liderdir ve daha şimdiden tarihe geçmiştir.

Ama Körfez krizinde Çekiç Güç'e karşı çıkan, Yugoslavya'nın parçalanmasına çanak tutan, ‘Ostpolitik’ denilen ‘doğucu’ Cermen siyasetini sahiplenerek AB içi dengeleri alt üst eden aynı Kohl bu yaklaşımlarıyla da çok ‘küçüktür’.

Cüssesiyle kıyaslanmayacak kadar çelimsiz, hımbıl ve marazidir.

* * *

İŞTE Helmut Kohl'ün Türkiye'ye ilişkin vahim ve sorumsuz davranışı da bu genel siyasetten, daha doğrusu bu genel siyasetsizlikten kaynaklanmaktadır.

‘Yakın Almanya’ ötesindeki çetrefil dünyaya bilge bir devlet adamının geniş açısıyla değil Renanyalı bir sosis kasabının kısır ufkuyla bakan Federal Şansölye Ankara'nın dışlanmasının getireceği ciddi tehlikeleri görememektedir.

Londra, Paris, Roma, hatta tacir bir Lahey gibi küresel düşünememektedir.

Sosis kasabının küçük hesapları ve bu kasaba eşik komşusu Türk ‘gurbetçi’nin heyhat bir vakıa olan uyumsuzluğu öylesine ağır basmaktadır ki, Kohl ne ruhi bariyeri aşabilmektedir, ne de ruhiyatla diplomasiyi ayırabilmektedir.

Üstelik, imparatorluk geleneğinden dolayı ‘çoğul etnisite’ ve ‘çoğul din’ olgularını uzun süreden beri özümsemiş olan İngiltere veya Fransa'nın tersine hala ‘kan hukuku yurttaşlığı’ kavramında ısrar eden ve Hıristiyan aidiyeti ön plana çıkartan bir ulusun Başbakanı durumundaki Helmut Kohl, Türkiye'nin ve Türklerin, Federal Cumhuriyet'in kaçınılmaz kabuk değişiminde diğer tüm İslam ülke ve halklarından daha önemli bir rol oynayabileceğini de anlayamamaktadır.

Biz zaten düşünmek zorundayız ama, şimdi, Lüksemburg kararında hayati bir sorumluluk üstlenen Almanya'nın da şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları