92 yaşındaki kavalyem şahaneydi o gece

KOŞTURA koştura Çiçek Bar’dan içeri giriyorum.

Haberin Devamı

İşte Mustafa Alabora orada.
Her gördüğümde mutlu olduğum insanlardan biri o. Nevi şahsına münhasır olmasına bayılıyorum. İçki sofrasındaki tatlılığına, bitmez tükenmez hikâyelerine, Halil Ergün’le dostluğuna, oğluyla ilişkisine... Bir de benim çok yakın bir arkadaşımın, Banu Zeytinoğlu’nun sevgilisi, onların aşkına da bayılıyorum.
Hafta içi İstanbul’da kendi evlerindeler, biri Ayaspaşa’da, biri Cihangir’de, cuma sabah dedin mi ver elini Şile...
Nerede olursa olsun, her gün 7 kilometre yürüyor Mustafa Alabora.
Bir gün çıkıyor, Cihangir’den vuruyor Etiler’e gidiyor, bir gün tam ters istikamete.../images/100/0x0/55eb10dbf018fbb8f8a8d011
Yürürken düşünmeyi seviyor. O kendine has yalnızlığını seviyorum. Cep telefonu kullanmamasını...
Her yaşta insanla arkadaş olabilmesini... Vefalı olmasını ve kadirşinaslığını...
Kendinden yaşça epeyce büyük arkadaşları var mesela, onlardan hiç vazgeçmiyor, belli zamanlarda buluşuyor, onlara vakit ayırıyor, şakalaşıyor, içiyor, eğleniyor.
Ve hiçbir zaman saygıda kusur etmiyor.

Haberin Devamı

Aydın Boysan ve rakı muhabbeti

En baba arkadaşlarından biri de, Aydın Boysan. Bu akşam, onun şerefine bir araya geliyoruz.
Peşin peşin, “Aydın Boysan’la içeceğiniz zaman, lütfen beni de yanınıza alın” diyen okurlarımdan özür dilerim. Boysan, “Küçük bir grup yapalım” dedi, haber veremedim, kusura bakmayın.

Ünlü oldum sayende!!!

Biz daha yeni içmeye başlamışken.../images/100/0x0/55eb10dbf018fbb8f8a8d013
En enerjik haliyle, “ihtiyar delikanlı” içeri giriyor.
Nasıl şeker, nasıl tatlı.
Gürültü, esprili, kahkahalı.
Sarılıyoruz.
“N’aber minik kız?” diyor. Dalga geçiyor benimle, “Ünlü oldum sayende! Amma çok kişi okumuş mülakatı!” Önce ufak ufak Çiçek Bar’da demleniyoruz. Gözünü seveyim, ne güzel fiildir demlenmek. Mustafa Alabora ve Aydın Boysan, yatılı okuldan kaçmış iki yaramaz erkek çocuğu gibi. Sürekli bir şeylere gülüyorlar, birbirlerini ti’ye alıyorlar.
Alabora bir ara, “Banu nerede kaldı ya!” diyor. “Trafik vardır” diyorum ama Alabora’yı kesmiyor, Banu’nun cebini arıyorum. Banu, isim takmaya bayılır, bana mesela Ayşo diyor, “Beni o sabırsız Pıtı Bey mi arattı sana?” diyor gülerek, “Merak etmesin, meydandayım geldim...”
Banu öyle seviyor, çocuk gibi konuşuyor, Alabora onunla dalga geçtiği için, o da karşılık veriyor ve ona “Pıtı Bey” diye hitap ediyor.
Tabii kapı gibi, boylu poslu adama “Pıtı Bey” demek haliyle komik oluyor.
Bütün aşıklar gibi onların da aralarında, kendilerine özgü ortak bir dil var.

Haberin Devamı

Ortaya çıkan en büyük problem

Ve Pıtı Bey’in sevgilisi Banu içeri süzülüyor. Haydiii, bir kez daha herkes sarılıyor birbirine. Oh be, hayat güzel, içmek güzel, sohbet güzel. Çiçek Bar muhabbeti biraz daha devam ediyor.
O arada, “Aydın Bey, benim eşim Rusya’da. Bu gece kavalyem siz olur musunuz?” diyorum.
“Aaaa memnuniyetle minik kız” diyor, yine benimle dalga geçiyor.
Ve akşamın en önemli problemi ortaya dökülüyor: Yemek için nereye gidilecek? Mustafa Alabora duruma el koyuyor, “Bizim mahallede yiyelim” diyor.
Ve gidiyoruz...

Bir İstanbul lokantası

Küçücük bir lokanta.
“Jash”.
Cihangir Caddesi üzerinde. Görür görmez vuruluyorum. Sempatik, sıcak, cebine koy evine götür, öyle bir yer. Tam da o arada öğreniyorum ki, böyle 30-40 tane yeni mekan açılmış Cihangir’de.
İşte “Jash” da onlardan biri...
“Burası nasıl tatlı bir yerdir, nedir?” kulaktan dolma bilgilerimle, “Ermeni lokantası mı?” diye soruyorum. İtiraz ediyorlar, “Hayır. Burası bir İstanbul lokantası...”
Ve sonra hikâyesini öğreniyorum.
Sahibi Dayk.
Dayk da mutlaka tanınması gereken, renkli bir kişilik. Dedesinin Kurtuluş’ta bir şarküterisi varmış, küçükken oraya gider ve çok özenirmiş. Şahane mezeler yaparmış dedesi. Ama sanmayın ki, aile Ermeni diye, mezeler Ermeni mezesi, hayır, karışık, zaten İstanbul da öyle bir yer, karışık, her şey, her tat, her doku, her koku birbirine giriyor, mozaik, mozaik, o yüzden de Dayk, yıllar sonra dedesinin izinden giderek açtığı lokantaya, “Bir İstanbul lokantası” diyor.

Haberin Devamı

Ufukta kaybolup gidinceye kadar el salladık

Anlamı ne diye soracaksınız, çünkü aynı soruyu ben de sordum.
“Jash” Ermenice “aş” demek.
Bu da iki kültür arasında benzer bir kelime, aş ile jash...
“Jash”ın sadece mezeleri, yemekleri değil özel olan, çünkü Dayk’a göre bir yerin sadece damak tadınıza hitap etmesi yeterli değil, ambiyans da önemli, yer, tavanlar, duvarlar, duvarlardaki fotoğraflar, resimler, tiril tiril masa örtüleri...
Her şey özel “Jash”ta.
Emek harcanmış, kafa yorulmuş.
Birkaç masa içeride, birkaç masa dışarıda. Ve ortada, akordeoncu Hayk dolaşıyor. Bir de Marie var, “Jash”ın müdiresi, Dayk’ın sağ kolu. Unutmadan, bir de üst katı var, orada yemek servisi var, anneanne evi gibi, orayı da çok sevdim. Eski masalar, bir piyano, gümüş çatal- bıçaklar, duvardaki eski tablolar...

Haberin Devamı

Demlenme tabağı süperdi

Biz demlenme tabağı alıyoruz.
Ohhh.
Rakı ve demlenme tabağı da alabiliyorsunuz, “İlle yemek yiyeceksiniz!” diye gırtlağınıza çöken yok.
“Jash”taki mezeler arasında acılı ezme, yoğurtlu semizotu filan da yok. Ama buna karşılık midye dolma, patlıcan, topik gibi 20 çeşit meze var. Kağıtta levrek, yaprak sarma ve hünkar beğendi çok güzel.
İnsan diyetteyken daha fazla tadını alıyor yemeklerin!
Çok güldük, çok eğlendik.
Epey de içtik.
Aydın Boysan iyice coştu, dünyanın en komik hikâyelerini anlattı.
Bir de flörtöz!
92 yaşındaki kavalyem şahaneydi anlayacağınız. Sonra 9 buçuk oldu, onun gitme saati geldi, her birlikte arabasına bindirdik.
O ufukta kaybolup gidinceye kadar el salladık.
Çok güzel bir akşamdı.
Cihangir güzeldi.
“Jash” güzeldi.
Dostluk en güzeliydi.

Yazarın Tüm Yazıları