65 yıl

HÜRRİYET gazetesi 65 yıl önce bugün yayın hayatına girmiş; 1 Mayıs 1948.

Haberin Devamı

O günün Türkiye’sinde bugünkü gibi “1 Mayıs tartışması” yoktu. Henüz kimlikler, liberalizm, feminizm gibi kavramlar da yoktu. Türkiye 20 milyon nüfuslu bir köylü toplumuydu. Okuryazar oranı yüzde 32 idi. İhracatımız 300 milyon liracıktı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında 1 milyon genci tarladan çekip silah altına alan Tür-kiye’de tarımsal üretim, savaş öncesi 1938 indeksine göre 100’den 60.7’ye düşmüştü, bu yüzden ekmek karneyle veriliyordu.
Savaş sonrasında, 1946’dan itibaren yeni bir döneme girilecekti.

MİLLİ ŞEF’İN SÖZLERİ

1946’da İsmet Paşa, partisindeki totaliterlere karşı, Anadolu coğrafyasında, kendi deyişiyle “Franko İspanyası” gibi bir rejim olamayacağını söylüyor. Milli Şef, daha 6 Mart 1939’da İstanbul Üniversitesi’ni ziyaretinde “Çok yakın bir tarihte hakiki halk idaresi ve halk denetiminin, kendi memleketimiz bünyesinde de tahakkuk etmiş olduğunu göreceksiniz” diye konuşmuş, fakat savaş sırasında daha sıkı bir yönetim uygulanmıştı.
1946’ya gelindiğinde toplumda derin bir tepki birikimi oluşmuştu, demokrasi yolunu açmak gerekiyordu. Stalin’in emperyalist politikalarına karşı Batı ittifakına katılmak lazımdı...

‘TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR’

1946’da demokrasiye geçiş başladıktan iki yıl sonra, 1 Mayıs 1948’de yayın hayatına giren Hürriyet’in logosunda “Türkiye Türklerindir” diye yazmasının bugünün terminolojisi olan “etnik kimlik”le hiçbir ilgisi yoktur. Stalin Rusyası’nın Türkiye’den toprak taleplerine karşı bir tepkinin ifadesidir. O dönemde hiçbir çevrede “kimlik” düşüncesine rastlanmaz. Solcu Sabiha ve Zekeriya Sertel’ler, liberal Ahmet Hamdi Başar, İslamcı Eşref Edip, hiçbirinde yoktur bu söylem.
Toplumun gündemi, geçim sıkıntısı ve Stalin’in tehditleridir.

MENDERES’Lİ TÜRKİYE

Bayar ve Menderes’in Demokrat Partisi, bu iki temel davanın bayraktarıdır. “Üretim çarkları” Menderes’in iktidarında dönmeye başladı. Prof. Güneri Akalın’a göre, 1950-60 arasında kişi başına gelir sabit fiyatlarla 1.846 liradan 2.576 liraya çıktı. Nüfusumuz 6 milyon arttı; okuryazarlık oranı yüzde 32.5’ten 39.4’e yükseldi.
1952’de NATO’ya girdik, 1958’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (bugünkü AB) başvuru yaptık; anlaşmayı 1963’te Başbakan İsmet İnönü imzaladı.
Asırların ezdiği, bitkin Anadolu köylüsünün “seçmen” gücünü elde etmesi ve piyasa ekonomisine yönelmesi... Bu istikamette Türkiye, Özal reformlarından, bugün 150 milyar dolar ihracat yapan, dünyanın 17. büyük ekonomisi durumuna ulaştı.

OTORİTER KÜLTÜR

Fakat ekonomik ve sosyal gelişmedeki başarıyı maalesef siyasi kültürümüzün demokratikleşmesinde gösteremedik. Taa Meşrutiyet’ten beri otoriter siyasi kültürümüz liderlerin kişiliğinde sert kavgalara yol açıyor. 1950-60 döneminde CHP’nin “zinde kuvvetler”i tahrik eden yıkıcı muhalefetiyle DP iktidarının otoriterleşmesi siyasi hayatımızı kavgalara boğdu! CHP’nin yıkıcı muhalefet yaptığını o kanatta Turhan Feyzioğlu ve “kantarın topuzunu kaçırmıştık” diyerek Metin Toker ifade etmişlerdir. Öbür yanda, Menderes’in bakanlarından Rıfkı Salim Burçak ve Mükerrem Sarol da DP iktidarının baskıya yönelmekle hata yaptığını söylemişlerdir.
Hele de sağcı-solcu diye birbirimizi öldürdüğümüz cinnet yılları!

BAŞGİL’DEN MENDERES’E

Adnan Menderes, muhafazakâr-liberal Prof. Ali Fuat Başgil’i davet edip “hocam, ne yapalım” diye sormuştur. Başgil, Bayar ve Menderes’e, özetle, “çoğunluğun kesin desteğine güvenerek diğer kesimleri umursamadınız” diye anlattıktan sonra, “biraz daha fazla uzlaşmacı, biraz daha fazla cana yakın bir tavır takınmalarını” tavsiye etmiş ama bilhassa Bayar’a dinletememişti.
Merak edenler Başgil’in “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı kitabına bakabilirler. (2006 baskısı, s. 129-137)
Hürriyet gazetesi kurulalı bugün 65 yıl olmuş; ekonomide, şehirleşmede, eğitimde, hatta bilimde önemli başarılar kaydettik; fakat çatışmacı kültürümüz yeterince değişmedi. Yine de ben iyimserim. Askeri vesayeti, otoriter devlet anlayışını aşan Türkiye, çatışmacı kültürden uzlaşmacı kültüre geçmeyi de başaracaktır.

 

Yazarın Tüm Yazıları