2008 Ortadoğu’sunda “Annapolis iklimi”; (Türkiye’ye 2008 ipuçları)…

Filistin Yönetimi Başkanı ve FKÖ lideri Mahmud Abbas (Abu Mazin) Annapolis’te yaptığı konuşmada, toplantının ev sahibi George W.Bush’a hitaben, “Bölgemizin iki tarihi aşamayı birbirinden ayıran bir kavşakta durduğunu söylersem abartmış olmam Sayın Başkan” diyor, “Annapolis öncesi dönem ve Annapolis sonrası (post-Annapolis) dönem. Ve, diyorum ki, bu fırsat bir daha tekrarlanmayabilir. Eğer tekrarlanırsa, aynı beraberlik ve dürtüyü bulamayabiliriz…”

Haberin Devamı

 

Köşe yazısı yazanların “en alçakgönüllü” davrananı bile, “Ben dememim miydim”, “Ben bunu yazmamış mıydım” diyebileceği bir durumun oluşmasına içten içten can atar. Önceki günkü “Annapolis-‘post-Annapolis’” yazımızın ve Annapolis toplantısının son ermesinin ardından, o kategorideki yerimizi alalım...

“Gerçekçi bir beklenti ile şu sonuçların çıkması halinde, Annapolis, ‘görevini yerine getirmiş’ sayılacak” demiş ve “Annapolis’in ardından müzakerelerin bir takvim dahilinde başlayabileceği bir ‘mekanizma’ üzerinde anlaşmaya varmak. Ve, bütün bunların bir şekilde ifadesini bulacağı bir ‘nihai bildiri’nin açıklanması” diye noktalamıştık.

Annapolis’te Filistin lideri Abu Mazin (Mahmud Abbas) ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert, 2008 sonuna dek bir “Barış Anlaşması” imzalamak konusunda “mutabakat”a vardılar. Bu amaçla, 7 yıldır kesik bulunan “müzakereler” canlandırılacak. Annapolis sonrası, bu amaçlı ilk toplantı 12 Aralık’ta Paris’te, ondan sonraki Moskova’da yapılacak. Ayrıca, Abu Mazin ile Olmert, her 15 günde bir görüşecekler.

Haberin Devamı

Ele alacakları konular, elbette ki, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim merkezleri, bir Filistin devletinin sınırlarının neresi olacağı, Kudüs’ün statüsü ve 1948’de ortaya çıkmış mülteciler sorunu olacak.

Yani, Annapolis, iki gün önce sözünü ettiğimiz anlamda bir “mekanizma” üretti. Ayrıca, bizzat Amerikan Başkanı tarafından okunan bir “ortak anlayış belgesi” ile yolunu çizdi.

Yani, Annapolis, “hedefi” ne idiyse, ne kadar idiyse, o hedefe varmıştır.

 

***         ***          ***

 

Ortadoğu’da “barış konferansı” ya da “barışçıl çözüm” söz konusu olduğunda, bir gözlemci için “bu işten bir şey çıkmaz” saptamasıyla ya “kötümser” veya “ironik-sinik” bir yaklaşıma sığınmak, “en güvenilir liman” sayılır. Gerçi, bir şey söylemiş olmazsınız ama yanılma payı da çok zayıftır. Ortadoğu’da barış umutlarının herhangi bir girişimin ardından çamura saplanması, çok sık karşılanan bir durumdur ve “kötümserliği” haklı çıkartır.

Haberin Devamı

Annapolis için de, pek iyimser bir tahmin dinlemedim ve okumadım. Ancak, “gerçekçi beklentiler” açısından Annapolis’in sonuç vereceğini savundum. Verdi. Bu konuların “kıdemlileri”nden Washington Post yazarı David Ignatius’la, aynı noktada buluştuğumu gördüm. Ignatius, “kötümser tahmin ve yorumlar”ı hatırlattıktan sonra, dün, şöyle yazdı:

“Bu kez, farklı görüşü benimsiyorum: Annapolis’te bir şey gerçekleşti. Salı günü başlayan süreç, barışa götürmeyebilir ama bu Annapolis’in sadece gösterişten ibaret, boş birshow olduğu anlamına da gelmiyor.”

David Ignatius, Bush’un okuduğu “Ortak Anlayış” metnini analiz ederek, orada gördüğü, geleceğe ilişkin önemli adımları vurguluyor.

Haberin Devamı

Annapolis’in belki de en önemli sonucu, ABD’yi bir “hakem konumu”nda Filistin-İsrail ihtilafının içine dahil etmek.

“Ortak Anlayış”ın son paragrafı, “Gelecekteki barış anlaşmasının uygulanması, ABD’nin hükmedeceği şekilde, yol haritasının uygulanmasına bağlı olacaktır” diyor. Ignatius’a göre, sahada “güvenlik” sağlanmadıkça bir anlaşmanın olamayacağı anlamında, İsrailliler, bu noktada büyük taviz elde ettiler. Ama, aynı zamanda, yol haritası şartlarının karşılanıp karşılanmadığı hükmünü ABD’ye bırakarak önemli bir de taviz vermiş oldular.

ABD ve İsrail, herhangi bir zaman ve zemin de hiç çelişebilir mi?

Elbette. Çelişebilir.

Dönersek, Annapolis’in bir “photo-op”, anı fotoğrafı çektirmekten öteye gitmeyecek, hiçbir şey üretmeyecek bir hava-cıva toplantısı olması mümkün değildi. Eğer, dünyanın tek süperdevleti, bir konuya angaje oluyor ve ülkesine 49 ülkeyi topluyorsa, o toplantıdan “başarısız” çıkması düşünülemez.

Haberin Devamı

Annapolis, Amerika’nın kendi “nüfuz alanı”ndaki ya da orada toplamak istediği tüm belli başlı ülkeleri getirttiği, “tanık” olarak kaydettiği, belli sonuçlar üretmeye mecbur bir “Amerikan diplomatik gösterisi” idi.

Erdoğan-Bush görüşmesinin Türkiye açısından “mikro” düzeyde ürettiği sonuçları, Ortadoğu bölgesi ve Filistin-İsrail sorunu açısından “makro” düzeyde üreten bir Amerikan girişimi.

Şu hususu not etmek, Türkiye açısından da önemli:

“Tüm tarafların, 2008 boyunca ‘canlı, ayakta ve sürekli müzakereler’ üzerinde anlaşmaya varması önemlidir. Bu, bölgedeki gündemi, olumlu yönde değiştiriyor. Bir barış süreci başlamış durumdadır ve bölgedeki bütün güçler –İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah da dahil olmak üzere—bununla ilişkilenecektir. Radikaller, bunu havaya uçurmak isteyeceklerdir ama ilerleme sağlandığı takdirde de, bu, çok zorlaşacaktır...” (David Ignatius).

Haberin Devamı

Annapolis’in oluşturacağı “2008 iklimi”nde “terör-şiddet”e pek manevra alanı bırakılmayacağa benziyor. Türkiye’nin PKK bağlamında “terörle mücadelesi”ni post-Annapolis Ortadoğu ikliminde anlamakta yarar olacak.

2008’de “barış” geleceğini, bir “barış anlaşması” imzalanacağını söylemiyoruz. Tam tersine, “şiddet tırmanışı” da olabilir.

Ancak, “barış süreci” kavramının “tedavül”de olacağı ve buna göre bir “siyasi iklim” oluşacağını söylüyoruz. Bu “iklim” altında, bunun içinde yer alanlar ve “oyun bozanlar” teşhisi yapılacak.

 

***      ***      ***

 

Önceki günkü “Annapolis-post-Annapolis” başlıklı yazımızda “Annapolis’in, Ortadoğu’da çoktandır bir istasyoda duran bir trene benzeyen barış sürecinin tekrar harekete geçmesi için ‘mütevazi’ ama ‘gerçekçi’ sonuçlar verebilmesi, yokluğu nedeniyle toplantının en büyük zaaf ve eksikliği sayılan İran’la ilgili” diye de yazmıştık.

Toplantının ardından, dünkü New York Times’daki şu satırlara dikkat:

“Salı günü buradaki Ortadoğu barış konferansı resmen Filistin-İsrail ihtilafına son vermekle ilgiliydi. Bu yüzeyin hemen altında, açıklanmamış bir amaç vardı: İran’ın artan bölgesel nüfuzunu ve İslam radikalizmini durdurmak.”

Gazeteye göre, Filistin heyetinden, isminin açıklanmasını istemeyen bir yetkili, “Araplar, buraya Yahudileri ya da hatta biz Filistinlileri sevdikleri için gelmediler. Buraya geldiler, çünkü İran’a karşı Amerika ile stratejik bir ittifaka ihtiyaçları var.”

İsrail’in BM’deki Büyükelçisi Dan Gillerman da farklı düşünmüyor, “Onları (Arapları) buraya getiren, İslamcı aşırılıktan ve Fars tehdidi dedikleri İran’dan korkularıydı.”

Türkiye, niçin Annapolis’deydi dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları