Yiğitlik ve akılsızlık...

Artık büyük savaşlar bitti.

Peki, neden hálá bazı bölgelerde savaş sürüyor?

Çünkü hálá eski "savaş" döneminin alışkanlıklarını sürdürmek, savaştan para kazanmak, yoksulları öldürerek iktidarda kalmak isteyenler var.

Bunu yapmaları imkansız.

Ama bazıları "imkansızın" imkansızlığını ancak

ölerek ve öldürerek öğrenebiliyor.

Bir süre daha bazı insanlar ölecek.


Bir Yunan kralı ünlü filozofa sormuş: - Akıl mı önemlidir yoksa yiğitlik mi? - Akıl olsaydı, demiş filozof, yiğitliğe gerek kalır mıydı?

İnsanlığa, filozofun bilgeliğiyle baktığımızda bir yiğitlikler tarihi kadar budalalıklar tarihi de görürüz.

Geçmiş, savaşlarla dolu.

İnsanlar sürekli birbirlerini öldürmüşler.

Irklara ayrılmışlar, öldürmüşler.

Dinlere ayrılmışlar, öldürmüşler.

Yetmemiş, mezheplere ayrılmışlar, öldürmüşler.

Sonra da "şanlı tarihlerine altın harflerle" yiğitçe öldürdük diye yazmışlar.

Sonsuz bir uzayın ücra bir köşesinde dönüp duran önemsiz bir gezegendeki canlılar neden birbirlerini öldürüyorlar?

Niye böyle bir nefret hissediyorlar birbirlerine karşı?

Niye bu kadar yiğit ve niye bu kadar akılsızlar?

Bunun bir nedeni olmalı.

İlk akla gelen, yaşayabilmek için öldürdükleri.

Beslenebilmek için toprağa ihtiyaçları var, toprak olmayınca aç kalıyorlar, bu yüzden toprakları uğruna savaşıyorlar.

Küçük kabile savaşları için akla yakın bir neden.

Ama avuç içi kadar bir bölgede yaşayan Makedonların, Büyük İskender komutasında Hindistan’dan Mısır’a kadar yayılmasını tam açıklamıyor.

Makedonlar Hindistan’a gitmeden de beslenebilirlerdi.

Hatta, o kadar erkek uzağa gitmeyeceği, ülkede daha fazla çalışabileceği için belki daha iyi olurdu durumları.

Aynı şekilde Atilla’nın Avrupa’ya kadar yayılmasının da nedeni "beslenebilmek" olamaz.

İngiliz İmparatorluğu’nu, Osmanlı İmparatorluğu’nu, Çin İmparatorluğu’nu da bu sebebi ileri sürerek açıklayamayız.

İlk neden "beslenmekti" ama daha sonra başka nedenler çıktı diyebiliriz.

Sadece beslenmek değil, daha zengin yaşamak istediler.

Eh, yiğitlik ve aptallık gibi açgözlülük de insanoğlunun özelliklerinden.

Daha zengin olabilmek için binlerce kilometre uzaklara gidip savaştılar.

Bu da bir neden.

Ama gene de tam açıklamaya yetmiyor.

Çünkü başka ülkeleri istila eden bu imparatorlukların halkları "zengin" yaşamadılar.

İngiltere’de imparatorluğun en görkemli döneminde on iki yaşındaki çocuklar madenlerde çalıştırıldı. Osmanlı, Viyana kapılarına dayandığında Anadolu yoksulların açlıktan kırıldığı bir mezbelelikti.

Savaş, savaşan halkları zengin etmedi.

Bazılarını zengin etti.

"Bazıları" zengin olsun diye neden binlerce insan gidip öldü?

Onlar "bazıları" zengin olsun diye değil, "bayrakları" için yiğitçe savaşıp öldü.

Ama o bayraklar için ölenler her zaman yoksullardı.

Zenginlik için, asla zengin olamayacak olanlar öldü.

Onlar "bayrakları" için öldüklerini sanıyorlardı ama onlardan her biri vurulduğunda malikanesinde oturan birinin kasasına biraz daha para giriyordu.

Ölüme gidenler, bu gerçeği nasıl göremediler?

Neden her savaşta bazılarının "yiğitçe" öldüğünü, bazılarının da "yiğitçe" zengin olduğunu anlayamadılar?

Nasıl oldu da aynı "bayrağın" hem zenginleri hem de ölen yoksulları temsil ettiğini ve o bayrak için sadece yoksulların öldüğünü fark edemediler?

Neden bazı insanlar, bazı insanları zengin etmek için öldü?

Bunun da bir açıklaması var.

Toplumların gelişebilmesi, bulundukları yerden bir üst düzeye sıçrayabilmesi için paranın "bazılarının" elinde toplanması, o "bazılarının" o paralarla yatırım yapıp ülkeye yeni üretim alanları açması gerekiyordu.

Gelişebilmek için bu "haksızlığa" ihtiyaç vardı.

Bu haksızlık "ölecek olanlara" açıkça söylenemeyeceği için onlara "bayrak" için öldükleri söylendi.

Peki, bu da anlaşılabilir.

Yiğitlik, akılsızlık, açgözlülük gibi "eşitsizlik ve haksızlık" da insanoğlunun özelliklerinden.

Ama burada tarihin hálá çözülemeyen sırlarından biri yatıyor.

Neden İngiltere ve Fransa, başka ülkelerden elde ettikleri paralarla yeni üretim biçimleri keşfedip, yatırımlar yaparak geliştiler de Osmanlılar, Ruslar, Çinliler büyük imparatorluklarına rağmen aynı gelişmeyi gösteremeyip battılar?

Bunu da, Fransa ve İngiltere’nin kuvvetli derebeyliklerine sahip olmasına, kralın hiçbir zaman muhalefetsiz, mutlak bir güce kavuşamadığına, bu nedenle her kararın tartışılmasına, diğerlerinin ise "mutlak" iktidar yüzünden daha tartışmasız bir ortamda ve daha çok hataya açık bir yönetime sahip olduklarını söyleyerek açıklamaya çalışalım.

Peki, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, zenginleştikleri, yatırım yapacak paraları bulup yeni yatırımlarla geliştikleri halde neden savaşmayı sürdürdüler?

Yeni malları üretmek için başka ülkelerdeki hammaddelere ve ürettikleri malları satacak "pazarlara" ihtiyaçları vardı.

Sadece zengin olmak değil, çok zengin olmak ve dünyanın hakimiyetini ele geçirmek istiyorlardı.

Bu da anlaşılabilir.

Yiğitlik, akılsızlık, açgözlülük, haksızlık gibi iktidar düşkünlüğü de insanoğlunun özelliklerinden.

Küçücük bir gezegenin üstünde "en zengin ve en güçlü olmak" için insanlar gruplara ayrılıp birbirlerini öldürmüşler.

Binlerle, yüz binlerle, milyonlarla öldürmüşler.

Yiğitçe ve akılsızca öldürüp ölmüşler.

Ve, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru tarihin en büyük kırılma noktalarından biri gerçekleşmiş.

Rusya, "yoksulların" cumhuriyetini kurmuş.

"Zenginler" için ölen işçilerin artık birleşip dünyanın denetimini ele geçirmesi gerektiğini söylemiş.

Aynı bayrağın hem yoksulu hem zengini temsil edemeyeceğini söyleyen anlayışın devletleşmesi, dengeleri ve anlayışları temelinden sarsmış.

Ama "yoksulların" cumhuriyeti, "Bütün işçiler birleşin" dediğini unutup zenginlerin kendi aralarındaki son kapışması olan İkinci Dünya Savaşı’nda zenginlerin bir kısmıyla zenginlerin diğer kısmına karşı dövüşmüş.

Yoksul-zengin koalisyonu, sadece zenginlerden oluşan koalisyonu yenmiş.

Ve, o savaştan sonra dünya ikiye ayrılmış.

Yoksulların iktidarda olması gerektiğini söyleyenlerle, zenginlerin iktidarda olması gerektiğini söyleyenler...

Korkunç bir rekabet başlamış.

Ama burada tarihin karanlık sırlarından biri daha doğmuş.

Yoksulların cumhuriyetinde iktidar yoksullara geçmemiş, "Yoksulları temsil ettiğini söyleyen" diktatörler iktidarı ele geçirmiş.

Neden yoksullar iktidarı diktatörlere kaptırmış?

Bunun da bir açıklaması var.

Zenginlerin devletlerine karşı savaşırken, yoksullar "kendi aralarından zenginlere imrenen hainler çıkmasını önlemek için" diktatörlük kurmak zorunda kalmışlar.

"Açgözlülüğü" engelleyebilmek için sertlik gerekmiş.

Açgözlülük hakkı sadece diktatörlere tanınmış.

Bu da anlaşılabilir.

Yiğitlik, akılsızlık, açgözlülük, haksızlık, iktidar düşkünlüğü gibi ihanet de insanlara ait bir özellik.

Uygulama değişik olmuş ama "yoksullar birleşmeli" fikri bir kampın resmi ideolojisi olmayı sürdürmüş.

İki ayrı fikir dünyayı paylaşmış.

Neredeyse dünyanın her yerinde bir "soğuk savaş" sürmeye başlamış.

Ellerindeki paraları, birbirlerini yenebilmek için birbirinden daha dehşet verici silahlar yapabilmek için harcamaya koyulmuşlar.

Depolarda nükleer bombalar birikmiş.

Sonunda birbirlerini yeryüzünde yenemeyeceklerini anlamışlar.

Savaş için yeni bir alan bulmak gerekmiş.

Ve, uzaya açılmışlar.

Uzay rekabeti başlamış.

İşte orada hiç beklenmeyen bir şey olmuş.

Uzay savaşını sürdürebilmek için dikkatlerini, enerjilerini, paralarını yeni keşifler için harcamaya başlayınca, tarihin o zamana dek görmediği ölçüde bir yaratıcılık ortaya çıkmış, birbiri ardına yeni aletler icat edilmiş.

Uzay savaşı için bulunan aletler dünyada kullanılmaya başlanmış.

Uzaya çıkmak, insanoğlunun tarihindeki en büyük dönüm noktası olmuş.

Bilgisayarlar, lazerler, robotlar devreye girmiş.

Fabrikalarda yoksulları çalıştırmaya gerek kalmamış.

Çünkü artık yoksulların yerine robotlar çalışıyormuş.

Ve, robotlar insanlardan çok daha kaliteli malları, çok daha fazla miktarda üretiyormuş.

Yoksul işçilere gerek kalmayınca, "yoksul işçilerin cumhuriyeti" çökmüş.

Dünyaya tek bir "üretim biçimi" egemen olmuş.

Robotlar ve bilgisayarlar her yana yayılmış.

Bol miktarda, kaliteli mal üretilince bunları alacak çok sayıda insana ihtiyaç duyulmuş.

Bilgisayarları, robotları kullanacak insanlar yetiştirmek gerekmiş.

Bu tür insanlar ancak "barış" ortamlarında, silah yerine eğitime para harcanarak yetiştirildiğinden, ilk kez insanın açgözlülüğüne, daha zengin, daha güçlü yaşama isteğine "barış" uygun düşmüş.

"Küreselleşme" denilen yeni bir anlayış belirmiş.

O güne dek savaş meydanlarında öldürülen "insanlar" yerine, bilgisayar dükkanlarında alışveriş yapacak insanlara ihtiyaç duyulmuş.

Barış ve insan önem kazanmış.

Beş bin yıllık "savaş" dönemi bitmiş, "barış" dönemi başlamış.

Bu da anlaşılabilir bir şey.

Çünkü akılsızlık kadar, akıl da insanın özelliklerinden.

İşte şimdi biz tam da bu noktadayız.

Artık büyük savaşlar bitti.

Peki, neden hálá bazı bölgelerde savaş sürüyor?

Çünkü hálá eski "savaş" döneminin alışkanlıklarını sürdürmek, savaştan para kazanmak, yoksulları öldürerek iktidarda kalmak isteyenler var.

Bunu yapmaları imkansız.

Ama bazıları "imkansızın" imkansızlığını ancak ölerek ve öldürerek öğrenebiliyor.

Bir süre daha bazı insanlar ölecek.

Neden öldüklerini bilmeyecekler, ölümleri için "yiğitçe" nedenler bulacaklar.

Ve, yiğitçe ölüme gidecekler.

Bazılarımız da bilge filozofu hatırlayacak.

"Akıl olsaydı yiğitliğe gerek kalır mıydı?"

Yazarın Tüm Yazıları