Yaşar Aksoy

Melek ile Fikret’e ödül var

21 Mayıs 2012
Yanlış!Doğrusu... Ne Melek’e, ne Fikret’e “ödül yok”. Ortada konmuş bir ödül yok ki, Melek ile Fikret’e “ödül var” olsun.

Ya o Melek ile Fikret de nereden çıktı şimdi, ortalıkta ödül yoksa! Olmayan ödülün ne adayı, ne vereni, ne alanı olur mu!
Ben uydurdum işte.
Çok “ödülsüz” geçmekte olduğundan İzmir’in sanat günleri, “uyduruk” bellenmesin diye İzmir’in sanatçıları, ola ki, birileri çıkar da kor bir “gerçek ödül” ortaya. Ki bilinsin, İzmir’de de sanat denen bir “olgu” vardır; hani “dolgu” olsun diye değil, gerçekten her dalda sanatı dolu dolu dolduran “sanatçı” vardır.
İzmir’in sessizliğinde, sanatçıdan yana sözüm bir ses olur diye, ben “uyduruk” bir ödül koymuşum ortaya, çok mu!
¡¡¡
Melek ile Fikret...
Bir vakitler idi... Onlar “sanatçı” idi... Sahnelerden sesleri, ayakları eksilmez idi... Şimdi çoktan “emekli”!

Yazının Devamını Oku

Temel değerimiz aile şirketleri

29 Nisan 2012
EGE’mizde uzun süredir bir çok aile şirketinin kayboluşu, kimliğini yitirişi yaşanmaktadır.

Ege’nin aslarından nice aile şirketinin artık sisler içinde kaybolduğunu ibretle izledik ve üzüntü duyduk. Şirket ve aile isimleri üzerinde durmanın bir faydası yok. Toptancı analizlere gereksinmemiz var. Aile şirketlerimiz iyi yönetilmediği için zamana ayak uyduramadılar, önce İstanbul’dan esen ulusal rüzgarlara, sonra da küresel yayılmacılığa teslim olup beyaz bayrak çektiler.
Oysa önemle üzerine basmak zorundayız ki, cumhuriyetimizin ulusal kalkınmasında 1923 İzmir İktisat Kongresi’nden hız alarak ve daha sonra Demokrat Parti zamanındaki Marshall yardımlarına bağlı olarak Ege’de aile şirketleri ekonominin motoru oldu ve yoktan var olan ulusal burjuvazinin öncüleri olarak parladılar. Hepsine çok ama çok şükran borçluyuz.
Ege’de (dahası ülkemizde) aile şirketlerini bekleyen kaçınılmaz sona karşı direnebilmek için, kendisi de ailesel bağ olarak ulusal burjuvazinin kökünden gelen bir işadamı ve akademisyen Dr. Mazhar İzmiroğlu kaleme sarıldı ve “Aile Şirketlerinde Profesyonellerle Yönetim” isimli çarpıcı kitabını bize sundu. İzmir Borsası’nın simge başkanlarından merhum Mazhar İzmiroğlu’nun oğlu  ve ekonomi basınının yine simge isimlerinden merhum Süha Sükuti Tükel’in damadı olan dostum Dr. Mazhar İzmiroğlu, benim çok değerli kuzenim Nükhet İzmiroğlu’nun da  eşi olur. Bu yüzden dün Yakın Kitabevi’ndeki imza törenine tüm işlerimi tehir edip koşa koşa gittim ve onun mutluluğuna ortak oldum.

BAŞARILI  İŞADAMI

Önce Mazhar İzmiroğlu’nu tanıyalım. 1947 İzmir doğumludur. Mülkiye’yi bitirdikten sonra EBSO’da ekonomist olarak çalıştı ve E.Ü. İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nde sevgili eski kayınpederim rahmetli Prof. Selçuk Trak’ın yanında Avrupa Birliği üzerine doktora çalışmasını tamamlayarak iş hayatına atıldı.
Hazır beton ve çimento nakliyesi ve ticareti, hırdavat ve sanayi malzemesi ithalatı, cep telefonu bayiliği, otomobil yetkili satıcılığı gibi farklı sektörlerde dört şirket kurdu ve bu bunlara eş zamanlı yöneticilik yaptı. İzmir Ticaret Odası Meclisi üyeliğinde bulundu, Ticaret Odası Vakfı kurucuları arasına katıldı. Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme ve İktisat fakültelerinde öğretim görevlisi olarak “Türkiye Ekonomisi ve Girişimcilik” dersleri verdi. İzmir İktisat Kongresi konusunu işlerken beni ders vermeye çağırmasını ve öğrencilerin bu “bir derslik hocalarına” bayıldıklarını hiç unutamam.
Araştırmaları, çevirileri, seminer ve konferanslarıyla ekonomi bilimine uzun yıllar hizmet etmiş olan Dr. Mazhar İzmiroğlu, ulusal burjuvazinin kökeninden gelen bir ailenin temsilcisi olarak hem işadamı, hem bir Rotaryen, hem Slovenya İzmir Fahri Konsolosu olarak hizmetlerine mütevazı ve seçkin bir çizgide devam etmektedir. 

AİLE ŞİRKETLERİ

Yazının Devamını Oku

Ellerimden geçtin koca dünya

22 Nisan 2012
Görmeyen Avukat İbrahim Ayuz’un ölümünden sonra basılan hatıraları,“Aile Tarihi”çalışmalarına örnek oldu.

AKSAK usulünde, makamı nihavent bir ünlü şarkıdır..
İzmir’imizin kadim güzellikleriyle bütünleşmiş unutulmaz bestecisi, Namazgah-Basmane arasındaki güngörmüş Müslüman Fettah Mahallesi’nde Tekke Çıkmazı’nda doğmuş ve büyümüş olan Rakım Elkutlu hocamız,dillere destan şarkısında şunları söyler:“Mümkün mü unutmak güzelim neydi o akşam..
Rüya gibi, hülya gibi bir şeydi o akşam..
İçtik kanarak bir ezeli meydi o akşam..
Rüya gibi, hülya gibi bir şeydi o akşam..”
Rakım Elkutlu’nun rüya gibi, hülya gibi diyerek anlattığı o akşamları tahayyül etmekiçin kainat kadar güzel ruhlara sahip olmak gerekir..
Rakım Hoca’yı şöyle bir düşündüğüm zaman,aklıma hemen İbrahim Ayuz geliyor.

Yazının Devamını Oku

Kitap, denize atılan sisedeki mektuptur

15 Nisan 2012
KİTAP yazmak, bir şişeye mesaj koyup ağzını iyice kapatıp uzak denizlere bırakmaya benzer. Kimbilir, hangi zamanda bu kitap, birisi tarafından okunacak ve bir işe yarayıp keyif veya ders alınacaktır.

Çok eski yüzyıllardan beri denizciler, coğrafyacılar, gerisinde iz bırakmak isteyen ürkek kaptanlar, aklı başında olan veya olmayan gizem meraklıları, aşırı romantikler, melankolik aşıklar, kurnaz sevgili avcıları dünyanın tüm denizlerine mesajlı şişeleri cumburlop atmışlardır.
Bunların arasında artık hayatından umudunu kesen gemicilerin veda mektupları, insanları kötü yollardan kurtarmaya çalışan idealistlerin veya din adamlarının vaazları, umutsuzluğa kapılan yolcuların imdat çığlıkları, garip mektuplar, hatta vasiyetnameler bulunur.

KİTAP OKYANUSU

Kitaplar da buna benzer. Mutlu veya mutsuz olabilen yazar, kitabının nerelere gittiğini, kimin ellerine geçtiğini, hangi kütüphanelerde uyukladığını, kimler tarafından heyecanla okunduğunu, nasıl algılandığını hiçbir zaman bilmeyecektir. Sanki denize atılan mesajlı şişeler gibi kitaplar da okuyucu okyanusunda yıllarca, belki yüzyıllarca dolaşır dururlar. Bir işe yararlar veya onları hiç kimse fark etmeyebilir.
Her okuyucu kendi algılamasına göre kitabı değerlendirir, yazarın ustalıkla yerleştirdiği anlamları veya şifreleri çözmeye çalışır. Herkesin yorumu da değişebilir. İnsanlar bilinmeyen ve olağanüstü şeylere karşı daima büyük ilgi duymuşlardır. Kitap da gizemli bir şeydir. Kapağına bakıp, içinde neler olduğunu keşfetme heyecanı duyarsınız, hatta okurken bile ne okuduğunuzu merak edebilirsiniz. “Edebiyat”, bu sürecin baş aktörüdür.
Kitap fuarları ise, bir kitap okyanusudur.. Milyonlarca kitabın dolandığı gizemli bir yerdir. Yazarlar, tıpkı içine mektup sıkıştırılan şişeleri denize atan gemiciler gibi, kitaplarını yazıp kitap okyanusuna gönderirler. O kitap, kimbilir hangi güzel denizkızının şişe koleksiyonuna eklenecektir, kimbilir hangi aşığın rüyalarını süsleyecektir, kimbilir hangi jawsın midesine inecektir, ya da hangi adanın ıssız kumsalına uzanacaktır? Bilinmez ki..
İşte bu duygularla, TÜYAP 17.İzmir Kitap Fuarı’nı selamlıyorum..

17. KİTAP FUARI

Yazının Devamını Oku

Kemeraltı sanatla buluşmalı

8 Nisan 2012
Kemeraltı, bir arayış içinde. Büyük bir ekonomik ve sosyal çöküşte olan bu çarşının kurtuluşu için ekonomik çözümler aranırken unutulan sanat faktörü bize yol gösterebilir.

KEMERALTI’nın sanatla buluşabilecek ender tarihi mekanlardan biri olduğuna öteden beri inanırım. Günümüzde bu otantik çarşıyı içinde bulunuğu ekonomik ve sosyal çöküntü sürecinden kurtarmak için arayış içinde olanların çalışmalarını izliyorum. Yerel-ulusal ekonomik konsorsiyumların yatırımlarıyla çarşının eski prestijine kavuşacağına dair sunumlarını faydalı buluyorum, ancak işin sanat boyutu hep ihmal edildiği için tüm bu tür ütopyaları eksik olarak değerlendiriyorum.
Bu görüşümü Konak Belediyesi’nin düzenlediği ulusal çaptaki Kemeraltı Fotoğraf Yarışması’nda seçiçi kurul üyesi olarak yanyana geldiğimiz Kemeraltı Derneği Başkanı Hasan Ceylan dostumuza da söyledim. “Aman dostum, devlet (Hükümet), belediyeler ve dev finans çevreleri arasında bir üçgen kurup, çözümü burada arayın. Sakın ola ki, yerel politika hevesleri için bu çarşıyı defalarca şov amaçlı kullanmış, hiçbir çözüm üretemeyecek durumda olan sivil toplum kuruluşlarına fazla güvenmeyin” dedim. Beni haklı buldu. İşte yıllar önce Kemeraltı festivalleri düzenleyen ve sonra vazgeçen İzmir Ticaret Odası, danışma kurulları kurup Kemeraltı’nda boy gösteren kooperatifler, EXPO için Avrupa’da yüksek perdeden atıp tutup, sonra bu fırsat kaybolunca ortadan kaybolanlar, “Alman Üniversitesi’ni Alaçatı’da kuracağız” deyip sonra sesleri duyulmaz olanlar. Artık bunlara güvenmenin bir anlamı yok. Amaçlarının yerel politika düzleminde kişisel olduğunu çocuklar bile anladı.

FOTOĞRAF YARIŞMASI

Konak Belediyesi’nin düzenlediği Kemeraltı Fotoğraf Yarışması’nda bin 116 yapıt elmizden defalarca aktı, geçti. DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölüm Başkanı ve İFOD Başkanı Yrd. Doç. Dr. Beyhan Özdemir, EÜ İletişim Fakültesi Öğretim üyesi Y.Doç.Dr.Şebnem Soygüder, Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Hasan Ceylan, ünlü fotoğraf sanatçımız, gururumuz Yusuf Tuvi ve Yaşar Aksoy’dan oluşan seçici kurul, binlerce kez fotoğrafları inceledikten sonra, 261 sanatçının bin 116 eserle katıldığı yarışmayı değerlendirdi.
Birincilik ödülünü Ümit Tayan, ikincilik ödülünü Bülent Suberk, üçüncülük ödülünü Kemal Özkılıç, mansiyonları Mehmet Yasa ve Egemen Ön, Kemeraltı Derneği ödülünü ise Zeki Yavuzak kazandı. 40 eser sergilenmeye değer bulundu. Bu arada Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TSSF)  temsilcisi Zafer Gazi Tunalı, tüm seçici kurul çalışmaları süresince titiz bir şekilde seçimleri denetledi.
Yarışmanın sergisi 10-17 Nisan’da Konak Belediyesi Basmane Semt Merkezi’nde gerçekleşecek. Ödül töreni ise 10 Nisan saat 18.00’de..
(Bilgi: Zeliha Koçoğlu – 0232. 262 99 84)

SANAT MERKEZİ

Yazının Devamını Oku

Altın Testi’yi alkışlıyoruz

1 Nisan 2012
Halim-Yıldız Şima çiftinin büyük emeklerle yarattıkları “Altın Testi Seramik Yarışması”, ülkemizin gururu bir “sanat olayı” haline geldi.

YILDIZ ŞİMA, seçkin Rotaryen davetlilere yaptığı konuşmada, “Tam 60 yıl önce bugün Halim’le tanışmıştık” deyip, yanıbaşındaki eşine sarıldı ve yanağından öpüverdi. Gözlerimin ıslandığını hissettim. Hemen kafamdan yaptığım hesaba göre, demek ki bu iki değerli insan, 27 Mart 1952 günü tanışmışlardı.
Bu tarihten 3 yıl sonra bendeniz ilkokul öğrencisi minik Yaşar’ın gözlerinin bozulduğunu hisseden rahmetli anam, beni elimden tutup Kemeraltı’na götürmüş ve çok genç bir göz doktorunun muayenehanesine sokmuştu. İlk gözlüğümü, kısa pantolunlu bir ilkokul öğrencisi olarak yakışıklı göz doktoru Halim Şima’dan almıştım. Sonra daima Halim Bey’e gittim, sürekli artan gözlük numaralarımın tespiti için. Hayat boyu bu böyle devam etti.
55 yıla yakın bir zamandır yakın dostum olarak kaldılar Halim-Yıldız Şima çifti. Bu iki mümtaz insanın ülkemize armağan ettikleri, İzmir Rotary Altın Testi Yarışması’nın onur yemeğinde açış konuşmasını yapan Yıldız Şima’yı dinlerken bunlar aklımdan birkaç saniye içinde geçiverdi.
Az sonra davetlilere, “İzmir’in Sanat Tarihi” isimli bir konferans verecektim. Heyecanımı bastırdım ve sahnedeki Altın Testi yaratıcıları Halim ve Yıldız Şima’yı herkes gibi heyecanla alkışladım.

SEÇKİN JÜRİ

27 Mart günü İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin galeri salonunda toplandık. Uluslararası seramik sanatçımız Bingül Başarır, yine ünlü seramik sanatçımız ve EGEART Sanat Günleri’nin küratörü Tüzün Kızılcan, sanat tarihçi ve Ege Üniversitesi eski Rektör Vekili Prof. Gönül Öney, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Sevim Çizer, Yaşar Üniversitesi’nden Prof. Tayfun Taner, Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Candan Terviel, Mustafa Tunçalp, Marmara Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Nurdan Arslan ve Yaşar Aksoy’dan oluşan seçiçi kurul buluştu.
21 yıldan beri sürüp gelen ve hızla ülkenin seramik sanat tabanını kucaklayan İzmir Rotary Altın Testi Yarışması’nın 12’ncisinin seçici kurulu olarak yarışmaya katılan 261 eser arasından 40’ını ödüllere layık bulduk. Saatler süren bir seçici kurul değerlendirmesi yaptık.

HUZURLU ÇİFT

Yazının Devamını Oku

Bizim cemiyet biricik yuvamız

25 Mart 2012
Genel kurulda kabul edilen bildirde, basın ve ifade özgürlüğü, tutuklu gazeteciler ve sendikal haklar konularını amaç olarak ilan etti.

İZMİR Gazeteciler Cemiyeti, 28 Temmuz 1946’da kuruldu. İlk başkanı Yeni Asır’ın kurucularından rahmetli Şevket Bilgin’di. Daha sonra Burhan Belge (Murat Belge’nin babası), Mithat Perin, Nihat Kürşat, İlhan Esen, Orhan Rahmi Gökçe, Cezmi Zallak, Jerfi Yener, Sabri Süphandağlı, Süha Tekil, Güngör Mengi, İsmail Sivri, Erol Akıncılar ve iki dönemdir Atilla Sertel, bu şerefli kurumun başkanlığını yürüttüler.
Bu başkanlardan Güngör Mengi ve Erol Akıncılar ağabeylerle Atilla Sertel kardeşim hayatta, diğerleri rahmete kavuştu, ışıklar içinde uyusunlar. Ben 65 yaşında bir gazeteci olarak Sabri Süphandağlı’dan itibaren tüm başkanlarımızı tanıdım. Hemen belirteyim ki, rahmetli Sabri Süphandağlı’ya hayran bir yazarım, bende emeği büyüktür. Hasan Tahsin Anıtı’nı yaptırma gayretleri içinde bana verdiği görevleri düşündükçe göğsüm kabarır. Birlikte olduğumuz zamanlar sanki Süphan Dağı gibi içi memleket sevgisiyle kaynayan bu büyüğümden feyz alırdım, biz Hasan Tahsin yolunda ilerleyen yurtsever gazeteciler onun hakkını ödeyemeyiz.

GENEL KURUL

798 üyesi bulunan İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin 16 Mart tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Salonu’nda gerçekleşen genel kurulunu, Sabri Süphandağlı dönemlerinde cemiyet yönetim kurulu üyeliği görevini yürütmüş olan değerli büyüğümüz, eşsiz insan, sevgili ağabeyim Çetin Gürel başkanlığında, Haluk Narbay, Vahap Dabakan, Tuncay Atilla ve Caner Tok’tan oluşan bir divan kurulu başarıyla yönetti.
Seçimler sonucunda Atilla Sertel (Başkan), Ali Ekber Yıldırım (Başkan Yardımcısı), Misket Dikmen (Genel Sekreter), Cemal Sevgi (Genel Sekreter Yardımcısı), Nesrin Coşkun (Sayman), Hasan Erol, Nezih Bilger, Salih Soysal, Nihal Aşkın, İlker Çoban, Yücel Öziçer gibi değerli arkadaşlarımızın bulunduğu bulunduğu liste toptan kazandı. Yine değerli arkadaşlarımızın yer aldığı Aylin Süphandağlı ve Yaşar Eyice’nin listeleri kazanamadı.
Kazanan listedeki sevgili dostum Atilla Sertel’i, sevgili kardeşim ağırbaşlı Ali Ekber Yıldırım’ı, eşsiz müzik insanı Toygun Dikmen’in kızı zarif insan Misket Dikmen’i, Hürriyet’te çalıştığı dönemlerden çalışkan gazeteci Nesrin Coşkun’u iyi tanırım, diğer genç arkadaşlarımla birlikte hepsine başarılar dilerim.
İstanbul’da hastanede kızımın yanında tedavide olduğum için genel kurula katılamadım. Sevgili kardeşim ve adaşım Yaşar Eyice beni listesine aldı. Ama seçime katılsa idim, Mustafa Balbay’ın özgürlüğü için kelle koltukta mücadele veren Atilla Sertel’e oyumu verirdim. Çünkü bu günlerde başka kriterim yoktur..

SONUÇ BİLDİRGESİ

Yazının Devamını Oku

Museviler’in en mutlu günü

18 Mart 2012
Değerli insan Jak Kaya başkanlığındaki İzmir Musevi Cemaati, 1.320 seçmeniyle bugün demokratik seçim yapıyor..

HÜRRİYET’in geçen Pazar Eki’nde nefis bir başlığın altında değerli iki vatandaşımızın açıklamalarını okudum. Başlık aynen şöyleydi: “Türk kimliğimiz, dinimizden baskın...” Bu açıklamayı Avrupa Yahudi Parlamentosu’na seçilen iki vatandaşımız, Jefi Kamhi ile Denis Ojalvo yapmış.
Jefi Kamhi, 1992’de Museviler’in Osmanlı ülkesine göçleri sebebiyle gerçekleşen 500. yıl etkinliklerinde makamında tanıştığım ve feyz aldığım Türkiye sevdalısı Jak Kamhi’nin oğlu. Denis Ojalvo ise, Şehit Gazeteci Hasan Tahsin üzerine ateşli şiirler yazmış olan sevgili dostum İstanbul Beyefendisi Harry Ojalvo’nun oğlu.
Her ikisine de başarılar diliyorum. Son yıllarda Türklüğümüze her yönden gelen saldırı ve hakaretlere karşı, Rum Patriği Bartheleomos’tan sonra, bu iki değerli Musevi vatandaşımızın da vefayla bize sahip çıkması, bizlerin gözlerini ıslatmıştır.

İZMİR MUSEVİLERİ

İzmir Musevileri, Türk vatanına sımsıkı bağlı, cumhuriyet ilkelerine sevdalı, tertemiz, sevimli ve mütevazı insanlardır. Bizim Asansör, Karataş, İkiçeşmelik, Agora, Alsancak komşularımızdır, canlarımız ciğerlerimizdir, onları pek sevişmişizdir. Aramızda hiç hır gür olmamıştır.
1492 yılında İspanya’da Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabel’in oluşturduğu Katolik Birliği kurulurken, topraklarından kovulan Museviler, Osmanlı Sultanı 2. Beyazıt’ın emriyle, Kemal Reis isimli kaptanın komutasındaki yüzlerce kadırgayla Türk topraklarına taşındı. Bir kısmı İzmir’e indirilen bu insanlar, daha sonra İzmir Musevileri’ni oluşturdular. Sinagoglarını inşa ettiler; şehre Nesim Levi Bayraklıoğlu vasıtasıyla Asansör Kulesi ve Karataş Hastanesi’ni, yine bir çok hayır kurumu ve okul armağan ettiler. Ünlü şarkıcımız Dario Moreno’yu, benim dönemimde fotoğraf sanatçımız Yusuf Tuvi’yi, şair Avram Ventura’yı, yazar Raşel Rakella Asal’ı, rehber-yazar Sara Pardo’yu yetiştirdiler. Eurovision şarkıcımız Bonomo da, İzmirli değil mi?..
1950’lerde İsrail’e göç eden bazı İzmirli Museviler, buraları hiçbir zaman unutmadı. İzmirli dostum Eczacı Moreno Margunato’nun, “İsrail Türkiyeliler Birliği” başkanlığı yaptığı dönemde, İsrail’e gidip bu hemşehrilerimizle buluştum, Atatürk Parkı’nda gerçekleşen bir büyük buluşmada beni bağırlarına bastılar.

Yazının Devamını Oku