Vesime Itır Demir

Dikiş, nakış ve kadın sanatçılar

9 Aralık 2023
Sanat tarihine adı geçmiş ve başarılı -hatta zaman zaman “deha”- olarak tanımlanan sanatçıların çoğunlukla erkek sanatçılardan oluştuğu bilinir. Ne var ki bu durum, özellikle 20. yüzyılda yapılan araştırmaların da etkisiyle geçerliliğini kaybetti. Amerikalı sanat tarihçisi Linda Nochlin, 1971 yılında kaleme aldığı “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” başlıklı makalesinde bu durumu aslında ironik bir başlıkla ele alarak bu konuya dikkat çekmişti. Sanat tarihinde büyük kadın sanatçıların yer almamasının temel nedeninin, sosyal yaşam dinamikleri gibi sanat tarihinin de eril bir bakış açısıyla ele alınarak yazıldığını belirtiyordu bu makalesinde. Bu sosyal yaşam dinamikleri farklı yüzyıllarda ve farklı kültürlerde değişiklik geçirmiştir. Yine de hala özellikle yaşadığımız coğrafyaya bakıldığında durumun pek de iç açıcı olmadığını açıkça söyleyebiliriz.

Tarih öncesi dönemde kadın figürleri çoğunlukla tanrıça, kabile lideri ya da şaman gibi sıfatlarla yer aldıkları heykeller ya da kayalara yapılmış resimler olarak karşımıza çıkar. Zaman zaman erkek yöneticilerin eşleri olarak sanat tarihinde yer bulan kadın figürlerinin üzerine, Orta Çağ’a doğru karanlık çökmeye başlar. Sanatın, felsefenin, bilimin en parlak dönemi olarak tarihe geçen Rönesans Dönemi’nde kadın figürlere resimlerde ve heykellerde eş, kutsal anne, izleyenden gözlerini kaçıran çekingen masum figürler olarak yer verilir. Örneğin bu dönemde bahsedilen “deha” sanatçılar erkektir. Çizgi filmlere dahi karakter olarak giren bu sanatçıların ve izleyen yıllardaki “büyük” erkek sanatçıların gölgesi kadın sanatçıların üzerindedir. Kapalı ve gizli bir mekân olarak ev içindeki işlerle vaktini geçirmek zorunda kalan kadınların içinden, o yıllarda neden hiç büyük sanatçı çıkamadığına bu koşullarda çok da şaşırmamak gerekir. Bu durum günümüze kadarki süreçte elbette büyük bir değişim geçirdi. Kadınlar her alanda olduğu gibi sanatın tüm alanlarında da varlıklarını kanıtladı.

Zamanının çoğunu evde geçiren büyükannelerimiz, ciddi bir emek harcayarak dantel, nakış, kanaviçe gibi ev dekorasyonunda yerini alacak el işi ürünler üretirdi. Kumaş, iğne, ip, yün gibi malzemelerle yapılan ve kadın emeğini çağrıştıran el işine dair ürünlerin uzun yıllar boyunca sanat pratikleri içinde yer alması tartışılmaya bile kapalı bir konuydu. İkinci Dünya Savaşı sonrası, kadın hakları ve feminizm için de bir hareketlenme oluşmasına zemin hazırlayan toplumsal dönüşümler sayesinde, kadın sanatçılar bir yandan varlıklarını ortaya koyarken bir yandan da kadın emeğine ait olarak görülen bu tür malzemeleri sanat pratiklerine dahil ettiler. Bu malzemelerle çalışan sanatçılardan çok sayıda örnek verilebilir ancak günümüz Türkiye sanatından bahsedecek olursak, bazı sanatçıların bu malzemeleri oldukça etkili bir şekilde kullanarak söylemlerini görselleştirdiğini görebiliriz. Çalışmalarında iplerden oluşturduğu figürlerle toplumsal ve kişisel hafıza, göç, cinsiyet gibi kavramlardan yola çıkan Gözde Ju bu sanatçılardan biri.

Sanatçının işlerine bakıldığında, dantellerin önünde duran karakalem çizimleri andıran iplikten oluşmuş figürler canlanmış gibi hissedilebilir. Çiçekler, kadınlar, anılar bir araya gelip izleyenle karşılıklı bir sohbete girecek gibi sıcak bir ortam duygusu verir. Benzer malzemelerle çalışan diğer bir sanatçı Gözde İlkin de ortak bir hafızayı paylaştığı herkese oldukça tanıdık gelebilecek şekilde buluntu kumaşlar, masa örtüleri, perdeler üzerine geçmişi hatırlatan desenler ve motifler çalışır. Doğaya ait formların yanı sıra ailesinden kalan eşyalardan da yola çıkarak oluşturduğu çalışmalarında, izleyenlerle kolektif belleğe dayalı bir bağ kurar. Her iki sanatçının da yaptığı çalışmalarda sarkan ipler, sanki köklerimizi bize hatırlatıyor gibidir.

Gözde Ju ve Gözde İlkin’in sergilerinde bulunup işlerini incelemek bizi biraz geçmişe götürür. Ev sıcaklığını hissettirirken aile ve toplum kavramını sorgulatır. İnce ve titizlikle işlenmiş kumaşlar ve ipler bizi köklerimize yaklaştırırken içinde bulunduğumuz toplumun kadına ve kadın emeğine olan yaklaşımını düşündürür. Gözde İlkin’in devam eden kişisel sergisi “Invisible Bonds, Companion Roots” Paris-B Galeri’de, Gözde Ju’nun “Yüzünde Bir Ev” isimli kişisel sergisi Fırın Art Space’te görülebilir.

 

Yazının Devamını Oku

Gökçeada yaşamını ölümsüzleştiren resimler

7 Ağustos 2023
Yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarının gölgesinde keçilerin otladığı, virajlı yollarıyla küçük yerleşim birimlerini birbirine bağlayan bir ada Gökçeada. Lavantaların, biberiyelerin ve adaçaylarının kokusu eşliğinde daracık sokaklardan yürürken, pembe çiçek açmış zakkum ağaçları size zamanda kaybolduğunuzu hissettirir.

1970 yılına kadar İmroz adıyla bilinen Gökçeada, Türkiye’deki “Cittaslow” yani “sakin şehir” kategorisindeki şehirlerden biri. Tarihi 1200’lü yıllara uzanan Gökçeada’nın günümüze kadar varlığını sürdürmüş tarihi yapıları bulunmaktadır. Kiliseler, manastırlar, camiler ve özellikle ada geleneğinde önemli bir yere sahip olan çamaşırhaneler tarihi dokularıyla Gökçeada’nın simgelerinden bazıları. Türkiye’nin birçok farklı şehrinden göç almış olan adada, eski yıllara nazaran sayıları azalmış olsa da yaşamını devam ettiren Rumlar da vardır. Dereköy, Kaleköy, Tepeköy, Eski Bademli ve Zeytinliköy Rum nüfusunun yoğun olduğu yerleşim yerleridir.

Özellikle dibek kahvesi ve sakızlı muhallebisiyle ünlü olan Zeytinliköy adanın en sık ziyaret edilen köylerinden biri. Koruma altındaki köylerden biri olan Zeytinliköy aynı zamanda adanın en eski kilisesi olan Agios Georgios Kilises’nin de bulunduğu köy. İstanbul Ortodoks Patrikhanesi Patriği ve İstanbul Başpsikoposu I. Bartholomeos da 1940 yılında bu köyde doğmuş. Zaman zaman adayı ziyarete de gelen I. Bartholomeos’un evine komşu ev olan ev ise ressam İsmail Emergil’in resimlerini sergilediği atölyesi. Emergil Gökçeada’ya 1992 yılında gelmiş ve o tarihten bugüne yaz aylarını burada resim yaparak ve sergi açarak geçiriyor. Kış sezonunu ise İstanbul’da geçirirken bir yandan da ihtiyacı olan boya, fırça, tuval, kâğıt gibi sanat malzemelerini temin ediyor. İsmail Emergil’in resimlerinde ada hayatından kesitlere rastlıyoruz. Manzara resimleri, hayvanlar ve Gökçeada’daki evlerinin resimlerini yapıyor. Özellikle Rum köylerindeki evler orijinal halini koruduğu için bu evlerin resimlerini yapmayı tercih ediyor İsmail Bey. Bunların yanında çocukların dünyasından yola çıkarak yaptığı karakter resimleri de var. Zeytinliköy’deki diğer taş evler gibi Emergil’in atölyesi de şirin ve serin bir yapı. Yıllar içinde burada ufak tefek değişiklikler yapmış; evin içine ve dışına yaptığı eklemelerle hem daha kullanışlı hem de daha güzel bir ev haline getirmiş.

Gökçeada’nın merkezinde yer alan Gökçeada Kent Müzesi ise adanın tarihine görsel ve yazılı olarak tanıklık edebileceğimiz bir alan. Daha önce hamam olarak kullanılan bir bina restore edilerek kent müzesi haline getirilmiş. Müzenin içinde geçmiş yıllardan günümüze Gökçeada’nın giyim kültürü, gündelik hayat malzemeleri, adadaki meslek alanlarına dair ürünler, adada yaşayan insanların kişisel koleksiyonlarından çeşitli objeleri görebiliyoruz. Girişte karşımıza çıkan çift taraflı fotoğraflar, adanın belleğini görünür kılıyor. Şenlikler ve müzik festivalleri, eğitim, zeytincilik, sabun üretimi, süngercilik gibi konulara ayrılan farklı alanlarda gezerken, bu konular hakkında bilgi edinebiliyoruz.

Özellikle yaz aylarında ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri Gökçeada. Sadece deniz tatili için değil, ada yerlilerinden zaman zaman hüzünlü zaman zaman keyifli tarihi hikayeleri de dinleyebileceğiniz bir yer. Tarihi taş evlerin, hala kimliğini korumaya çalışan Rum köylerinin, dibek kahvesi yapan kahvehanelerin, lezzetli yemekler sunan restoranların yanında gezebileceğiniz atölyeler ve bir de kent müzesi olduğunu unutmayın.

Yazının Devamını Oku

Donatello’nun sergisiyle Rönesans’a dönüş

6 Temmuz 2023
Londra’daki Victoria and Albert Müzesi 11 Şubat – 11 Haziran tarihleri arasında Rönesans Dönemi’nin en etkili sanatçılarından biri olan Donatello’nun sergisine ev sahipliği yaptı. İtalyan heykeltıraş Donatello’nun Birleşik Krallık’taki ilk büyük sergisi olan “Donatello: Sculpting the Renaissance” (Donatello: Rönesans’ı Şekillendirmek) başlıklı sergide sanatçının kendi çalışmalarının yanı sıra çağdaşlarının ve öğrencilerinin çalışmaları da sergilendi. Sadece mermer değil bronz, ahşap ve pişmiş toprak gibi malzemelerle yapılmış heykellerin yanında sanatçının ve çağdaşlarının tempera, yağlı boya ve kara kalem gibi malzemelerle yaptığı resimleri de sergilendi.

Rönesans döneminde ressamlar ve heykeltıraşlar devlet yöneticilerinin ve soyluların da desteğiyle kendi üsluplarını ortaya koyma fırsatı bulmuştu. Leonardo, Michelangelo, Botticelli, Bellini, Donatello gibi sanatçılar Rönesans Dönemi’nin önemli sanatçılarından bazılarıydı. Asıl adı Donato di Niccolo Betto Bardi olan heykeltıraş Donatello 1380’li yıllarda Floransa’da doğmuştur. Mesleğinin ilk yıllarında birçok meslektaşı gibi O da kuyumculuğa yönelmişti. Sanatçının en bilinen eseri Davut heykelidir. Eski Ahit’te geçen mitolojik bir hikâyenin kahramanları olan Davut ve Golyat arasındaki düellonun hikayesini anlatır Donatello’nun Davut heykeli. MÖ. 11. yüzyılda İsrailoğulları ile Filistinliler’in arasındaki savaşta henüz çocuk yaşta olan ve görevi yiyecek taşımak olan Davut genç yaşına rağmen savaşçı bir dev olan Filistinli Golyat’ı yener. Donatello bu hikâyeyi iki farklı Davut heykeliyle tasvir etmiştir. İnsan ölçülerine uygun olarak yapılan ilk Davut heykeli Floransa yönetimi tarafından 1416 yılında şehrin idari binasında sergilenmiştir. İkinci Davut heykelini ise 1440’larda Medici ailesi tarafından verilen sipariş üzerine yapmıştır.

Donatello’nun çok üretken bir sanatçı olduğu ve çok sayıda eskiz ve model yaptığı söylenir. 1500’lü yılların sanatçılarından ve sanat yazarlarından biri olan Giorgio Vasari, Donatello hakkında “çizimlerini büyük bir virtüözlük ve canlılıkla yapıyor, O’nun eşi benzeri yoktur” diye yazmıştı. İlk aşamada eskizle başladığı heykel yapma sürecini daha sonra kil veya balmumu gibi malzemelerden yaptığı modellerle devam ettirir ve böylece ortaya çıkacak heykelin son halini görme imkânı olurdu.

Donatello ve çağdaşlarının eserlerini izleme olanağı bulduğumuz, Victoria and Albert Müzesi’ndeki “Donatello: Rönesans’ı Şekillendirmek” adlı sergide, resimlerin ve heykellerin yanı sıra bu sanatçıların yaptığı rölyefleri de görebiliyoruz. Orta Çağ ve Rönesans sanatının en sık ele alınan temalarından biri olan Meryem Ana ve Hz. İsa portrelerinin anlatıldığı rölyefler de sergide yer almıştır. Dairesel, dikdörtgen ya da kare form üzerinde anne ve çocuğun şefkatle kucaklaştığı rölyefler aynı zamanda anne ve çocuk arasındaki yakın bağı tasvir eder. En çok dikkatimi çeken rölyeflerden biri Donatello’nun 1425-1435 yılları arasında yaptığı “Bulutlardaki Meryem” (Madonna of the Clouds) oldu. Sert, kırıldıktan sonra geri dönüşü mümkün olmayan ve bu yüzden çok dikkatli çalışılması gereken bir malzeme olan mermerden yapılmış olan küçük boyutlarda bir rölyeftir bu. Alışılagelmiş dikdörtgen şekilli rölyeflerin yerine kare şeklindedir.

Kompozisyonun ön planında bulunan Meryem ve Hz. İsa, birkaç mm yükseklikte olan arka plana göre hayli yüksek ve dikkat çekicidir. Üç boyutlu olmayan bir teknik olarak rölyefte derinlik yaratmak çok da kolay değildir fakat Donatello Bulutlardaki Meryem rölyefinde izleyiciye derinliği ustaca hissettirir. Meryem’in bedenini kaplayan kumaşın kıvrımları mermerin sertliğine karşın oldukça yumuşak ve hacimli bir görüntü verir. Antik Yunan ve Roma heykellerini hatırlatan bu görüntü Meryem’in çevresindeki bulutların devamlılığını sağlayarak adeta gökyüzünde süzülme hissi yaratır. Meryem’in Hz. İsa’yı kendine yaklaştırarak koluyla sarması O’nu korumaya çalıştığını düşündürür. Bu el ve ayak hareketlerinin kumaş üzerinde yarattığı gerginlik ise izleyen göz üzerinde doğallık hissi yaratır. Bu rölyefte anne ile çocuk arasındaki şefkat gözle görülür derecede belirgindir fakat şefkat insani bir duygu olmasına karşın, rölyefteki figürlerin başlarında bulunan hareler dünyevi kavramlara karşın ruhsallığı anımsatır.

Victoria and Albert Müzesi’ndeki “Donatello: Rönesans’ı Şekillendirmek” isimli sergi 11 Haziran tarihinde sonlandı fakat başta Floransa olmak üzere İtalya’da ve dünyanın farklı ülkelerindeki müzelerde sanatçının ve çağdaşlarının eserlerini her zaman görme fırsatı bulabilirsiniz.

 

Yazının Devamını Oku

İstanbul Modern yeniden açıldı

19 Mayıs 2023
Türkiye’nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi olan İstanbul Modern, 2004 yılında Tophane’deki 4 numaralı antrepoda açılışını yapmıştı. Geçtiğimiz yıllarda geçici olarak Şişhane’ye taşındıktan sonra, restorasyon sürecinin ardından geçtiğimiz hafta Karaköy’deki yeni binasında kapılarını tekrar ziyarete açtı.

Ödüllü mimar Renzo Piano imzasını taşıyan bina toplamda beş katlı. Binanın birinci katında galeriler, ofisler ve çok amaçlı odalar bulunuyor. Kütüphanenin, eğitim odalarının, kafe ve mağazanın bulunduğu kat ise zemin kat. Restoranın terasına çıkıldığında Tarihi Yarımada’nın ve İstanbul Boğazı’nın eşsiz güzelliği görülebiliyor.

İstanbul Modern beş yeni sergiyle açılışını yapıyor: “Yüzen Adalar”, “Nuri Bilge Ceylan: Başka Terde”, “Hep Buradayız”, “Renzo Piano: Yerin Ruhu” ve “Mimarinin İnşası” başlıklı sergiler ziyaretçilerin görebileceği sergiler. Karma bir sergi olan Yüzen Adalar, koleksiyon ve süreli sergi salonlarının yanı sıra müzenin farklı alanlarına yayılıyor. Türkiye’den ve farklı ülkelerden birçok sanatçının yer aldığı sergi, geçmişten günümüze sanatın gelişim ve dönüşüm sürecine odaklanıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın daha önce sergilenmemiş fotoğraflarına ev sahipliği yapan “Nuri Bilge Ceylan: Başka Bir Yerde” adlı sergi, sanatçının dünyanın farklı yerlerinde çektiği portrelerden oluşan bir seçki olarak yer alıyor. Fotoğraflar, farklı coğrafyalarda yaşayan insanların aynı hayat mücadelelerine, aynı yalnızlıklara sahip olduğunu izleyiciye gösteriyor. “Hep Buradayız” başlıklı sergi farklı jenerasyonlardan Türkiyeli kadın sanatçıların yapıtlarını bir araya getiriyor. Uzun yıllar boyunca her coğrafyada erkek sanatçılarla eşit koşullarda eğitim alamayan kadın sanatçıların yapıtları, verilen mücadeleler neticesinde müzelere ve koleksiyonlara girebilmiştir. “Renzo Piano: Yerin Ruhu” ve “Mimarinin İnşası” başlıklı sergiler, binanın mimarı Renzo Piano’nun tasarladığı yeni müze binasının tasarımına dair ayrıntılı olarak ziyaretçilere sunuyor.

Sergilerin yanında eğitim programları da İstanbul Modern’de devam ediyor. Okullara yönelik olarak planlanan ücretsiz eğitim programları hafta içi düzenleniyor. Hafta sonları ve çevirim içi atölyelere ise çocuklar diledikleri zaman katılma fırsatı buluyor. Bunların yanında her yaştan ziyaretçinin rehberli turlara katılarak detaylı bir sergi deneyimi kazanması da mümkün. İstanbul Modern’deki güncel sergileri, etkinlikleri ve ziyaret saatlerini müzenin web sitesinden takip edebilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Sanat terapi değildir ama …

27 Mart 2023
İnsanı hayatta tutan en önemli duygu sevgidir. Aile sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi, arkadaş sevgisi bir çocuğun geleceğini umutla ve sevgiyle kucaklamasını sağlar. Yaşadığı evde, odasında, yatağındayken hissettiği güven bir çocuğu hayatta tutan en temel duygudur. Bunların aniden ortadan kaybolmasının bir çocukta yaşattığı travmayı düşünebiliyor musunuz?

Çocukluk travmalarımızın yetişkinlikte de bizi yalnız bırakmadığı ve hatta her kararımızda, her hareketimizde ortaya çıktığı söylenir. Televizyonda görülen anlık bir şiddet görüntüsü, annenin ya da babanın söylediği bir cümleden farklı anlamların çıkması, karanlıkta kalmak, düşmek, yüksek sese maruz kalmak gibi gündelik şeyler bile çocukluk travmalarına neden olabilirken; onlarca katlı bir binanın enkazında günlerce kalan bir çocuğun yaşadığı travmayı düşünebiliyor musunuz? Sadece bunu doğrudan yaşamış olmak değil, bu haberlere ve büyükler arasındaki umutsuz konuşmalara tanıklık etmiş olmak da çocukların üzerinde yıkıcı etki bırakmaya yeterli oluyor. Korkuları hem bugününe hem de yarınına yansıyor.

Hep tartışılır, “Sanat terapi midir?” ya da “Sanat iyileştirir mi?” diye. Sanat bana kalırsa tam anlamıyla terapi değildir. Buna karşılık olarak, kendini onarmaya destek olan bir tarafı da vardır. Çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimine destek olduğu tartışılmaz bir gerçek. Sözel olarak kendini yeterli derecede ifade edemeyen bir çocuk için çıkış yolu olabilir. Enerjisini nasıl yönlendireceğini bilemeyen bir çocuk için doğru bir uğraşı olabilir. Tüm bunların dışında psikolojik anlamda bir desteği tek başına sağlayamayacağı da aşikâr. Büyük travmalar yaşayan çocuklar için sürekliliği olan ve psikolog gözetiminde yapılan tedavilerin öneminden ve gerçekliğinden bahsedebiliriz. Bunun yanında öz değer duygusunu geliştirmek, kendini ifade etme becerisini artırmak, duygularını nötrleyebilmek gibi olumlu etkileriyle sanat pratiği desteğinden de bahsedebiliriz. Zihnini o anda tutarak konsantrasyonunu artırmak, kendi başına bir şeyi yoktan var edebilmek gibi öz değer duygusunu artıran yönleri vardır.

Yakınlarınızda kayıp yaşamış çocuk ya da çocuklar varsa onlarla bağ kurmanın yollarından birinin sanatın desteğinden yararlanmak olabileceğini unutmayın. Bir çocukla bağ kurmanın en önemli getirisinin de bugününüzle, geleceğinizle ve çocukluk travmalarınızla bağ kurmanız olduğunu daima hatırlayın.

Yazının Devamını Oku

Yurt dışı eğitim fırsatlarından biri olan “AP (Advanced Placement) Sanat Tarihi Sınavı” nedir?

31 Ocak 2023
Yurt dışında üniversite eğitimi almak her öğrencinin hayalini süsler. Özellikle sanat alanında Avrupa’da ve Amerika’da köklü okulların olması da zaman zaman ailelerin çocukları için bu ülkeleri tercih etmesine neden oluyor.

Öğrencilerin yurt dışı eğitiminde burs almalarını ya da ekstra kredi kazanarak ders muafiyeti almalarını sağlayan çeşitli uluslararası sınavlar bulunmaktadır. College Board tarafından hemen hemen her ders için düzenlenen AP (Advanced Placement) sınavları da öğrencilere sınava girme imkânı vererek bu olanaklara sahip olmalarını sağlar. Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Psikoloji gibi alanların yanında Sanat Tarihi alanında da bir sınav düzenlenmektedir. Bu sınavda tarih öncesi dönemden günümüze kadar çok sayıda sanat eserine ve sanat üslubuna yönelik sorular çıkmaktadır.

AP Sanat Tarihi sınavının içeriğinin nasıl olduğundan ve öğrencilerin bu alanda kendilerini geliştirmelerinin onlara nasıl katkı sağlayacağından biraz bahsetmek istiyorum. Sınav konuları toplamda 250 adet eserden ve farklı dönemlerden meydana gelen 10 üniteden oluşuyor. Tarih öncesi dönemden başlayıp günümüz sanatına kadar uzanan süreçte ele alınan eserler detaylı olarak inceleniyor. Bu 10 ünite aslında dünya tarihine kısa bir bakış özelliği de taşıyor.

Sınav kapsamındaki sanat eserleri, farklı çağlarda ve farklı yıllarda yaşam koşullarının, siyasi ve politik yapının, yönetim şekillerinin nasıl olduğu hakkında ip ucu veriyor. Örneğin; tarih öncesi dönemde çeşitli kaya parçaları ya da mağara duvarları üzerine yapılan anonim resimler, dönemin inanç yapılarını ve ritüellerini gösteriyor. Günümüze daha yakın dönemden örnekler ise bin yıllar içinde sanat pratiğinin nasıl dönüştüğünü, anonim eserlerden sanatçının kendi tarzının oluşumuna kadar uzanan süreçteki değişimini gösteriyor. Sadece Avrupa ve Amerika sanat tarihine değil Pasifik ve Asya sanatı gibi konulara da değiniliyor. Öğrenciler bu sınava hazırlanırken farklı coğrafyaların insan yaşamını nasıl etkilediğini, sanat eserlerinin ve sanat anlayışının toplumlara ve hatta iklim özelliklerine göre farklılık gösterdiğini, malzeme çeşitliliğinin sanat üretimine olan etkisini de görebiliyorlar.

Geçtiğimiz yıl AP Sanat Tarihi sınavına hazırladığım ve en yüksek puanla sınavını geçmiş olan bir öğrencim, bu sene Oxford Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne kabul edildi. Sanatla iç içe olan sanat koleksiyoneri bir aileden gelen ve yaşına göre hem çok bilinçli hem de çok çalışkan olan öğrencim kısa sürede uzun yol kat ederek müthiş bir performans sergiledi. Emeklerinin karşılığını almış olması elbette beni de son derece mutlu etti.

Sanat tarihini doğru okuyabilen bireyler olarak yetişmek, her öğrencinin hayata dair bir vizyon kazanması için son derece önemlidir. Sanat üretmeye dair dürtünün aslında insanın içinde en başından beri olduğu, üretilen sanat eserlerinin zamanın ruhuna dair ne tür izler taşıdığı, o eserlerdeki bilgilerin nasıl yorumlanacağı gibi birikimlere sahip olmak her genç birey için artı bir değerdir. Özellikle bu alanda kendini geliştirmek isteyen gençlerin önünü açacak bir süreçtir.

Yazının Devamını Oku

Cihat Burak’ın kedilerini gördünüz mü?

30 Kasım 2022
Dünya ortalama olarak 4,5 milyar yaşında. Yeryüzü, insanlığın ortaya çıkmasından çok önce kendini var etmişti. Kendi içinde çeşitli süreçlerden geçerek varlığını devam ettirdi. Farklı iklim özellikleri olan çağlardan geçti. Bu çağlar içinde bilemediğimiz ve asla öğrenemeyeceğimiz doğal yaşam alanlarına ev sahipliği yaptı.

İlk canlı türlerinden deniz canlılarının ortaya çıkması ise yaklaşık 650 milyon yıl öncesine uzanıyor. Su altı yaşamından, karada ve havada yaşamaya giden süreçte günümüze kadar nesli tükenmiş olan birçok canlı türünün de tarihte yaşamış olduğu biliniyor. Zekasını kullanabilme yeteneği ile övünen insanlığın da dahil olduğu primat takımının ise henüz 60 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor. Yeryüzüyle ve hayvanlarla kıyaslandığında oldukça genç ve tecrübesiz sayılabilecek insanlık Paleolitik Çağ’da yani Eski Taş Çağı’nda avcı toplayıcı olarak yaşarken, sığındığı mağaraların duvarlarına çeşitli resimler yapardı. Sanat tarihinin ilk örneklerinden sayılan bu mağara resimlerinde çoğunlukla hayvanlar yer alırdı. O dönemde beslenmek ve üstesinden gelemediği yabani hayvanlardan korunmaya çalışmak insanlar için en temel yaşam amacıydı. Ne var ki yıllar içinde insanın geliştirdiği zekâsı kendinden güçsüz olan her şeyi yok etme eğilimine hizmet etmeye evrildi. Bu talihsiz dönüşümden payını almak da farklı türden canlılara, özellikle de evcil hayvanlara düştü.

Yaşam hakkını savunan önemli liderlerin, peygamberlerin ve kutsal kitapların verdiği ortak mesajlardan biri de hayvan sevgisidir. Doğa kendi halindeyken tüm canlı türlerine ev sahipliği yapar ancak yeryüzüne getirdiği teknoloji ve beton yığınlarıyla doğal yaşam alanlarını ortadan kaldıran insanlığın tartışmasız en önemli görevlerinden biri de kedi köpek gibi canlıları beslemek, onlara sıcak yuvalarının kapılarını açmaktır. Tarihe geçmiş yazarların, bilim insanlarının, şairlerin, ressamların, heykeltıraşların hemen hemen hepsinin kedisi ve köpeği vardır ya da bu isimler hayvan dostu insanlardır. Bunun yanında eserlerinde hayvanları konu edinen çok sayıda sanatçı da mevcuttur. Bu sanatçılara bir örnek Cihat Burak’tır (1915-1994). Mimar, yazar ve ressam Burak, resimlerine çoğunlukla kedileri de dahil etmiştir. Yaşadığı kentin çeşitli yönlerine dair yaptığı gözlemleri resimlerinde görünür kılmıştır. Her kesimden kent insanlarının yer aldığı resimlerinde konu adeta parçalanarak tüm yüzeye dağılır. Kent içinde kendi yaşam alanlarını kurmaya çalışan sokak hayvanları da bu yüzeyde yerini alır. Bir restoran masasının altında, bir insanın kucağında, hayvanat bahçesindeki bir kafesin önünde, ağacın altında sarılmış oturan insanların yanında, Arnavut kaldırımda yürüyen kadınların etrafında, renkli çiçeklerle dolmuş bir vazonun yanında, sahnedeki şarkıcıların ayak ucunda, yeşil bir peyzajın karşısında, dolunaya nazır durmuş gece karanlığında ve Burak’ın daha nice yapıtında kediler vardır. Kediler Burak’ın resimlerine, soğuk ve karanlık renklere rağmen canlılık, sıcaklık ve yaşam sevinci katar. İnsanın farklı türden bir canlıyla hayatı paylaşıyor oluşunun ne kadar yüce bir duygu olduğunu kanıtlar.

Tek yaşam alanımız olan dünyayı tüm canlıların yaşam hakkına saygıyla ve sevgiyle paylaştığımız günlerin çok yakın olmasını eminim ki hepimiz diliyoruz. Hayvanların yaşam alanı resimler değil doğadır. Tüm insanların bu farkındalığa bir an önce ulaşmasını umuyorum.

Yazının Devamını Oku

Ara tatili müzelerin eğitim programlarıyla değerlendirin

8 Kasım 2022
Geçtiğimiz günlerde 6 yaşındaki bir öğrencim, üzerine konuştuğumuz sanatçının yaşayıp yaşamadığını sordu. Sanatçının uzun zaman önce hayatını kaybettiğini söylemem üzerine, “yaşayan sanatçı hiç yok mu?” diye sordu bu defa. Günümüzde yaşayan sanatçıların da olduğunu ve çalışmalarını yapmaya devam ettiklerini söylediğimde ise, bu sanatçıları neden hiç tanımadığımızı ve üzerine konuşmadığımızı sorduğunda biraz bocaladım çünkü haklıydı.

Sanatçıların ölümünden sonra ünlü olduğu, resimlerinin büyük paralara satıldığı miti aslında günümüzde pek geçerli değil. Hayatta olan ve hayatını sanat pratiği aracılığıyla kazanan sanatçılar var. Özellikle eğitim kurumlarında nedendir bilinmez -belki de sanat tarihinin temel figürleri oldukları için- çoğunlukla şu anda hayatta olmayan sanatçılar tanıtılır. Belki de bu sebeple, özellikle yaşadığımız coğrafyada sergi gezmek, herhangi bir sanat dalıyla ilgilenmek ve güncel sanatı takip etme alışkanlığını kazanmış olmak hala sınırlı bir kitleye mahsus. Resim, heykel ya da çağdaş sanat pratiklerinin, çocukların ve ergenlerin ilgisini üzerinde toplayamamasının nedeni de belki de sanatın şu anda yaşamayan sanatçıların üretimlerinden ibaret zannediliyor oluşu…

Özellikle 2000’li yıllar ve sonrasında sayısı artan sanat müzeleri, bünyesinde bulundurdukları eğitim bölümleriyle her yaştan bireye sanatı daha yakından izleme, yorumlama ve deneyimleme şansı sunuyor. Müzenin koleksiyon sergisinden ya da geçici sergilerinden yola çıkarak hazırlanan eğitim programları, özellikle çocukların hem sanatçıları ve sanatçıların tekniğini tanımasına hem yaşayan bir mekân olarak bir sanat kurumunun içinde bu çalışmaları yapmasına olanak tanıyor. Zaman zaman aile atölyelerinin de düzenlendiği eğitim programları sayesinde çocuk ve ebeveynleri arasındaki bağlar sanat aracılığıyla biraz daha güçlenmiş oluyor.

Müze eğitim programları okulların ilk çeyrek dönem tatilinin verimli bir şekilde geçirilmesine olanak tanıyor. İstanbul Modern, Pera Müzesi, Sabancı Müzesi, Arter gibi daha birçok sanat kurumu bu imkânı yakalayabileceğiniz kurumlar. İstanbul Modern ara tatilde çocuklara ve ailelere yönelik çevrimiçi sanat atölyeleri sunuyor. Hala salgın endişesi yaşıyorsanız ya da evinizden bu tür etkinliklere katılmak istiyorsanız tercih edebilirsiniz. Pera Müzesi İstanbul Bienali’ne paralel olarak müzede projeleri sergilenen sanatçıların çalışmalarından esinlenerek farklı yaş gruplarına yönelik hem çevrimiçi hem yüz yüze atölyeler ve turlar düzenliyor.

Bunun yanında müzenin koleksiyon öğrenme programları da yine farklı yaş gruplarından çocuklara hitap eden atölyeler düzenliyor. Sabancı Müzesi düzenlediği Mimarlık ve Tasarım Programı ile çocukların tasarım odaklı düşünmeye dayalı kazanımlar elde etmelerini amaçlıyor. Ara tatilde Sabancı Müzesi’nin sunduğu diğer seçenekler de çocukların Türk sanatçıları ve Türk sanatını tanıyabilecekleri atölyelerin yanında bebeklere yönelik olarak ebeveyn katılımıyla gerçekleştirilen duyu ve sanat atölyeleri. Çevrimiçi ve yüz yüze atölye seçenekleri sunan Arter, çocuklara yönelik çok farklı içeriklerde atölyeler düzenliyor. Atölyeler müzenin güncel sergilerindeki eserlerden yola çıkarak hazırlanıyor. Keyifli bir ara tatil geçirmek için müzelerin ve sanat galerilerinin web sitelerini ziyaret edip daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

 

Yazının Devamını Oku