Vesime Itır Demir

Yurt dışı eğitim fırsatlarından biri olan “AP (Advanced Placement) Sanat Tarihi Sınavı” nedir?

31 Ocak 2023
Yurt dışında üniversite eğitimi almak her öğrencinin hayalini süsler. Özellikle sanat alanında Avrupa’da ve Amerika’da köklü okulların olması da zaman zaman ailelerin çocukları için bu ülkeleri tercih etmesine neden oluyor.

Öğrencilerin yurt dışı eğitiminde burs almalarını ya da ekstra kredi kazanarak ders muafiyeti almalarını sağlayan çeşitli uluslararası sınavlar bulunmaktadır. College Board tarafından hemen hemen her ders için düzenlenen AP (Advanced Placement) sınavları da öğrencilere sınava girme imkânı vererek bu olanaklara sahip olmalarını sağlar. Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Psikoloji gibi alanların yanında Sanat Tarihi alanında da bir sınav düzenlenmektedir. Bu sınavda tarih öncesi dönemden günümüze kadar çok sayıda sanat eserine ve sanat üslubuna yönelik sorular çıkmaktadır.

AP Sanat Tarihi sınavının içeriğinin nasıl olduğundan ve öğrencilerin bu alanda kendilerini geliştirmelerinin onlara nasıl katkı sağlayacağından biraz bahsetmek istiyorum. Sınav konuları toplamda 250 adet eserden ve farklı dönemlerden meydana gelen 10 üniteden oluşuyor. Tarih öncesi dönemden başlayıp günümüz sanatına kadar uzanan süreçte ele alınan eserler detaylı olarak inceleniyor. Bu 10 ünite aslında dünya tarihine kısa bir bakış özelliği de taşıyor.

Sınav kapsamındaki sanat eserleri, farklı çağlarda ve farklı yıllarda yaşam koşullarının, siyasi ve politik yapının, yönetim şekillerinin nasıl olduğu hakkında ip ucu veriyor. Örneğin; tarih öncesi dönemde çeşitli kaya parçaları ya da mağara duvarları üzerine yapılan anonim resimler, dönemin inanç yapılarını ve ritüellerini gösteriyor. Günümüze daha yakın dönemden örnekler ise bin yıllar içinde sanat pratiğinin nasıl dönüştüğünü, anonim eserlerden sanatçının kendi tarzının oluşumuna kadar uzanan süreçteki değişimini gösteriyor. Sadece Avrupa ve Amerika sanat tarihine değil Pasifik ve Asya sanatı gibi konulara da değiniliyor. Öğrenciler bu sınava hazırlanırken farklı coğrafyaların insan yaşamını nasıl etkilediğini, sanat eserlerinin ve sanat anlayışının toplumlara ve hatta iklim özelliklerine göre farklılık gösterdiğini, malzeme çeşitliliğinin sanat üretimine olan etkisini de görebiliyorlar.

Geçtiğimiz yıl AP Sanat Tarihi sınavına hazırladığım ve en yüksek puanla sınavını geçmiş olan bir öğrencim, bu sene Oxford Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne kabul edildi. Sanatla iç içe olan sanat koleksiyoneri bir aileden gelen ve yaşına göre hem çok bilinçli hem de çok çalışkan olan öğrencim kısa sürede uzun yol kat ederek müthiş bir performans sergiledi. Emeklerinin karşılığını almış olması elbette beni de son derece mutlu etti.

Sanat tarihini doğru okuyabilen bireyler olarak yetişmek, her öğrencinin hayata dair bir vizyon kazanması için son derece önemlidir. Sanat üretmeye dair dürtünün aslında insanın içinde en başından beri olduğu, üretilen sanat eserlerinin zamanın ruhuna dair ne tür izler taşıdığı, o eserlerdeki bilgilerin nasıl yorumlanacağı gibi birikimlere sahip olmak her genç birey için artı bir değerdir. Özellikle bu alanda kendini geliştirmek isteyen gençlerin önünü açacak bir süreçtir.

Yazının Devamını Oku

Cihat Burak’ın kedilerini gördünüz mü?

30 Kasım 2022
Dünya ortalama olarak 4,5 milyar yaşında. Yeryüzü, insanlığın ortaya çıkmasından çok önce kendini var etmişti. Kendi içinde çeşitli süreçlerden geçerek varlığını devam ettirdi. Farklı iklim özellikleri olan çağlardan geçti. Bu çağlar içinde bilemediğimiz ve asla öğrenemeyeceğimiz doğal yaşam alanlarına ev sahipliği yaptı.

İlk canlı türlerinden deniz canlılarının ortaya çıkması ise yaklaşık 650 milyon yıl öncesine uzanıyor. Su altı yaşamından, karada ve havada yaşamaya giden süreçte günümüze kadar nesli tükenmiş olan birçok canlı türünün de tarihte yaşamış olduğu biliniyor. Zekasını kullanabilme yeteneği ile övünen insanlığın da dahil olduğu primat takımının ise henüz 60 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor. Yeryüzüyle ve hayvanlarla kıyaslandığında oldukça genç ve tecrübesiz sayılabilecek insanlık Paleolitik Çağ’da yani Eski Taş Çağı’nda avcı toplayıcı olarak yaşarken, sığındığı mağaraların duvarlarına çeşitli resimler yapardı. Sanat tarihinin ilk örneklerinden sayılan bu mağara resimlerinde çoğunlukla hayvanlar yer alırdı. O dönemde beslenmek ve üstesinden gelemediği yabani hayvanlardan korunmaya çalışmak insanlar için en temel yaşam amacıydı. Ne var ki yıllar içinde insanın geliştirdiği zekâsı kendinden güçsüz olan her şeyi yok etme eğilimine hizmet etmeye evrildi. Bu talihsiz dönüşümden payını almak da farklı türden canlılara, özellikle de evcil hayvanlara düştü.

Yaşam hakkını savunan önemli liderlerin, peygamberlerin ve kutsal kitapların verdiği ortak mesajlardan biri de hayvan sevgisidir. Doğa kendi halindeyken tüm canlı türlerine ev sahipliği yapar ancak yeryüzüne getirdiği teknoloji ve beton yığınlarıyla doğal yaşam alanlarını ortadan kaldıran insanlığın tartışmasız en önemli görevlerinden biri de kedi köpek gibi canlıları beslemek, onlara sıcak yuvalarının kapılarını açmaktır. Tarihe geçmiş yazarların, bilim insanlarının, şairlerin, ressamların, heykeltıraşların hemen hemen hepsinin kedisi ve köpeği vardır ya da bu isimler hayvan dostu insanlardır. Bunun yanında eserlerinde hayvanları konu edinen çok sayıda sanatçı da mevcuttur. Bu sanatçılara bir örnek Cihat Burak’tır (1915-1994). Mimar, yazar ve ressam Burak, resimlerine çoğunlukla kedileri de dahil etmiştir. Yaşadığı kentin çeşitli yönlerine dair yaptığı gözlemleri resimlerinde görünür kılmıştır. Her kesimden kent insanlarının yer aldığı resimlerinde konu adeta parçalanarak tüm yüzeye dağılır. Kent içinde kendi yaşam alanlarını kurmaya çalışan sokak hayvanları da bu yüzeyde yerini alır. Bir restoran masasının altında, bir insanın kucağında, hayvanat bahçesindeki bir kafesin önünde, ağacın altında sarılmış oturan insanların yanında, Arnavut kaldırımda yürüyen kadınların etrafında, renkli çiçeklerle dolmuş bir vazonun yanında, sahnedeki şarkıcıların ayak ucunda, yeşil bir peyzajın karşısında, dolunaya nazır durmuş gece karanlığında ve Burak’ın daha nice yapıtında kediler vardır. Kediler Burak’ın resimlerine, soğuk ve karanlık renklere rağmen canlılık, sıcaklık ve yaşam sevinci katar. İnsanın farklı türden bir canlıyla hayatı paylaşıyor oluşunun ne kadar yüce bir duygu olduğunu kanıtlar.

Tek yaşam alanımız olan dünyayı tüm canlıların yaşam hakkına saygıyla ve sevgiyle paylaştığımız günlerin çok yakın olmasını eminim ki hepimiz diliyoruz. Hayvanların yaşam alanı resimler değil doğadır. Tüm insanların bu farkındalığa bir an önce ulaşmasını umuyorum.

Yazının Devamını Oku

Ara tatili müzelerin eğitim programlarıyla değerlendirin

8 Kasım 2022
Geçtiğimiz günlerde 6 yaşındaki bir öğrencim, üzerine konuştuğumuz sanatçının yaşayıp yaşamadığını sordu. Sanatçının uzun zaman önce hayatını kaybettiğini söylemem üzerine, “yaşayan sanatçı hiç yok mu?” diye sordu bu defa. Günümüzde yaşayan sanatçıların da olduğunu ve çalışmalarını yapmaya devam ettiklerini söylediğimde ise, bu sanatçıları neden hiç tanımadığımızı ve üzerine konuşmadığımızı sorduğunda biraz bocaladım çünkü haklıydı.

Sanatçıların ölümünden sonra ünlü olduğu, resimlerinin büyük paralara satıldığı miti aslında günümüzde pek geçerli değil. Hayatta olan ve hayatını sanat pratiği aracılığıyla kazanan sanatçılar var. Özellikle eğitim kurumlarında nedendir bilinmez -belki de sanat tarihinin temel figürleri oldukları için- çoğunlukla şu anda hayatta olmayan sanatçılar tanıtılır. Belki de bu sebeple, özellikle yaşadığımız coğrafyada sergi gezmek, herhangi bir sanat dalıyla ilgilenmek ve güncel sanatı takip etme alışkanlığını kazanmış olmak hala sınırlı bir kitleye mahsus. Resim, heykel ya da çağdaş sanat pratiklerinin, çocukların ve ergenlerin ilgisini üzerinde toplayamamasının nedeni de belki de sanatın şu anda yaşamayan sanatçıların üretimlerinden ibaret zannediliyor oluşu…

Özellikle 2000’li yıllar ve sonrasında sayısı artan sanat müzeleri, bünyesinde bulundurdukları eğitim bölümleriyle her yaştan bireye sanatı daha yakından izleme, yorumlama ve deneyimleme şansı sunuyor. Müzenin koleksiyon sergisinden ya da geçici sergilerinden yola çıkarak hazırlanan eğitim programları, özellikle çocukların hem sanatçıları ve sanatçıların tekniğini tanımasına hem yaşayan bir mekân olarak bir sanat kurumunun içinde bu çalışmaları yapmasına olanak tanıyor. Zaman zaman aile atölyelerinin de düzenlendiği eğitim programları sayesinde çocuk ve ebeveynleri arasındaki bağlar sanat aracılığıyla biraz daha güçlenmiş oluyor.

Müze eğitim programları okulların ilk çeyrek dönem tatilinin verimli bir şekilde geçirilmesine olanak tanıyor. İstanbul Modern, Pera Müzesi, Sabancı Müzesi, Arter gibi daha birçok sanat kurumu bu imkânı yakalayabileceğiniz kurumlar. İstanbul Modern ara tatilde çocuklara ve ailelere yönelik çevrimiçi sanat atölyeleri sunuyor. Hala salgın endişesi yaşıyorsanız ya da evinizden bu tür etkinliklere katılmak istiyorsanız tercih edebilirsiniz. Pera Müzesi İstanbul Bienali’ne paralel olarak müzede projeleri sergilenen sanatçıların çalışmalarından esinlenerek farklı yaş gruplarına yönelik hem çevrimiçi hem yüz yüze atölyeler ve turlar düzenliyor.

Bunun yanında müzenin koleksiyon öğrenme programları da yine farklı yaş gruplarından çocuklara hitap eden atölyeler düzenliyor. Sabancı Müzesi düzenlediği Mimarlık ve Tasarım Programı ile çocukların tasarım odaklı düşünmeye dayalı kazanımlar elde etmelerini amaçlıyor. Ara tatilde Sabancı Müzesi’nin sunduğu diğer seçenekler de çocukların Türk sanatçıları ve Türk sanatını tanıyabilecekleri atölyelerin yanında bebeklere yönelik olarak ebeveyn katılımıyla gerçekleştirilen duyu ve sanat atölyeleri. Çevrimiçi ve yüz yüze atölye seçenekleri sunan Arter, çocuklara yönelik çok farklı içeriklerde atölyeler düzenliyor. Atölyeler müzenin güncel sergilerindeki eserlerden yola çıkarak hazırlanıyor. Keyifli bir ara tatil geçirmek için müzelerin ve sanat galerilerinin web sitelerini ziyaret edip daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

 

Yazının Devamını Oku

Dünya Müzik Günü

22 Haziran 2022
Yaz gün dönümü, en uzun gün ya da Yengeç Dönencesi… Kuzey yarım kürede yaşayanlar için 21 Haziran tarihi yaz mevsiminin, açık hava konserlerinin, festivallerin başladığının; kültür ve sanat etkinliklerinin yazlık popüler yerleşim birimlerine kaydığının habercisidir. Aynı zamanda “Fête de la Musique” şeklinde de anılan “Dünya Müzik Günü” olarak kutlanır.

Dünya Müzik Günü ilk kez 1981 yılında Fransa’da kutlanmış ve kısa sürede birçok ülke tarafından benimsenmiştir. Amatör ve profesyonel müzisyenlerin sokak performanslarını cesaretlendirme ve herkes için her yerde ücretsiz müziğe ulaşılabilme gibi konulara odaklanılmıştır. Parklar, sokaklar, meydanlar gibi kamuya açık alanlarda farklı yaşam felsefelerine sahip milyonlarca insan 21 Haziran Dünya Müzik Günü’nde müzisyenler sayesinde aynı paydada buluşur.

Müzisyenler farklı disiplinlerden birçok sanatçıya da ilham kaynağı olmuştur. Fikret Mualla Saygı da bu sanatçılardan biridir. 1903 yılında İstanbul Moda’da doğan Fikret Mualla, yaşadığı bohem hayatın ardından geriye çok sayıda resim bırakmıştır. Gençliğinde son derece düşkün olduğu futbol hayatı, 12 yaşındayken Galatasaray Lisesi’nde sağ ayağının kırılmasıyla son bulmuştur. Kısa bir süre sonra, o dönemde pandemiye yol açan İspanyol Gribi virüsünü okuldan kaparak annesine bulaştırması sonucu annesini kaybetmesi ise Fikret Mualla’da hayatı boyunca etkilerini sürdürecek olan derin yaralar açmıştır. Bu sarsıcı olayların ardından babasının yaptığı evlilikler Fikret Mualla’nın öfkeli ve tepkili ruh halini fazlasıyla tetiklemiş ve bu sürecin sonunda 17 yaşındayken eğitimine devam etmesi için İsviçre’ye gönderilmiştir.

İzleyen yıllarda Almanya’da aldığı resim eğitiminin ardından İstanbul’a geri dönmüş ve bu dönemde karikatür, kitap resimleri ve operet kostümleri çizerek üretmeye devam etmiştir. 1938 yılında babasını kaybetmesinin ardından kendisine kalan mirası satarak Paris’e yerleşmeye karar verir. Bir süre Paris’te rahat bir yaşam sürse de 1939 yılında başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla zorlayıcı bir sürece girmiştir. Pablo Picasso gibi daha sonra sanat tarihinde önemli yer edinecek olan birçok sanatçıyla da bu dönemde tanışır. Aynı dönemde alkol bağımlılığıyla başı derde giren Mualla bir süre hastanede alkol tedavisi de görmüştür.

Fikret Mualla’nın resimlerinin konusunu şehir hayatı oluştururdu. Paris ve İstanbul sokaklarını, sokaklarda karşılaştığı insanları, müzisyenleri paletinde oluşturduğu en canlı tonlarla renklendirirdi. Caz ve blues müzisyenleri ve onların çaldıkları enstrümanlar sanatçının resimlerinde renkler kadar canlı görünür. Mualla’nın, depresyon ve zorluklarla geçen hayatının aksine müzik eşliğinde geçirilen neşeli anlar O’nun resimlerinde hayat bulur. Belki de Fikret Mualla duygusal iniş çıkışlarının, içinde bulunduğu kaotik savaş ortamının ve yaşadığı dönemin tüm toplumsal zorluklarının üstesinden müzik dinleyerek ve müzikteki coşkuyu resimlerine aktararak gelmeye çalışıyordu.

Sanat tarihine baktığımızda birçok sanatçının, müzisyenlerin resmini yaptığını ya da müzikten etkilenerek kendi alanlarında üretimde bulunduklarını görürüz. Günlük hayatımızda fark etmiyor olsak da müziğin her insanda önemli bir yeri vardır. İlkel dönemlerde insanların çeşitli doğal nesneleri kullanarak yaptığı müzikten itibaren günümüze kadar çok şey değişmiş olsa da yıllar geçtikçe değişmeyecek olan tek şey insanların müziğe her zaman ihtiyaç duyacak olmasıdır.

Yazının Devamını Oku

5 Haziran Dünya Çevre Günü

23 Mayıs 2022
1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferası’nda alınan kararla, 5 Haziran günü “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiştir. Her yıl 5 Haziran “Dünya Çevre Günü” olarak kutlanır. Haziran ayının ikinci haftası ise eğitim kurumlarında ve çeşitli kurumlarda “Çevre Koruma Haftası” olarak kutlanır.

Doğanın temizliği ve dengesinin bozulmaması insanların ve tüm canlıların yaşamı için hayati öneme sahiptir. Doğal afetler dediğimiz olayların hepsi olmasa da bir kısmı doğal hayatın dengesinin bozulmasının bir sonucudur. Deprem, sel, fırtına, kuraklık ve daha birçok örnek verebileceğimiz olaylar eski dönemlerinde insanları korkutmuş ve bu olaylar çeşitli inançlara özgü mitolojik karakterlerle ilişkilendirilmiştir. Yapılan resimler ya da yazılan metinler sayesinde “doğaüstü” olarak adlandırılan olayların bilgisine ulaşılabilmektedir.

Tarih öncesi dönemden itibaren insanlar, bir parçası olduğu ekolojik sistemle ilgili birçok şeyi resim sanatı aracılığıyla ölümsüzleştirmiştir. Kendileri için bir yaşamsal tehlike olan hayvanlarla nasıl başa çıktıklarını, gelecek nesil için doğabilecek tehlikeler karşısında kendilerini nasıl savunabileceklerini, doğal afetlerle başa çıkmak için yapılan ritüelleri anlatmıştır.

Mağara döneminde bu gibi amaçları olan sanat, insanların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte bünyesine güzelin arayışını yani estetiği de dahil ederek farklı bir forma dönüşmüştür. Örneğin resim sanatında artık primitif çizgilerle anlatılan korkutucu olaylar değil, doğanın güzelliğini de gösteren bir dil oluşmaya başlamıştır. Yüzyıllar boyunca hem üslup hem de teknik olarak dönüşen resim sanatının sanat tarihindeki örneklerine baktığımızda sanatçıların doğadan çokça ilham alarak çalıştığı görülür. Bunun yanında özellikle 20. Yüzyıl’da gelişen farklı sanat pratikleriyle sanatçılar ekolojik ve çevresel sorunlara da odaklanmışlardır.

Uzun zamandır tüm dünyanın gündeminde olmasına rağmen gerekli önlemlerin yeterince alınmadığı küresel ısınma ve iklim değişikliği sorununu ele alan sanatçılardan biri de Néle Azevedo’dur. 2009 yılında Berlin Konser Salonu’ndan sergilenen ve 1000 adet 20 cm büyüklüğünde buz heykelden oluşan enstalasyonu “Eriyen İnsan” (Melting Man) ile küresel ısınmaya ve büyük felaketlere dikkat çekmiştir. Yaklaşık olarak 30 dakika içinde eriyerek suya dönüşen bu çalışma izleyen süreçte dünyanın farklı yerlerinde birçok kez tekrarlanmıştır.

Özellikle kamusal alanlardaki sanat pratikleri, canlılar için hayati tehlikesi olan güncel meselelere dikkat çekmekte en etkili yöntemlerden biridir. Sadece boya, fırça, ahşap ya da mermer gibi geleneksel sanat malzemeleriyle değil, doğanın içinde var olan organik nesnelerle de hatta Azevedo örneğindeki gibi su ile yapılması bile mümkündür. Çocukluk çağında ekolojik hassasiyetin ve çevre bilincinin gelişmesi için, yaz aylarında organik nesnelerle rahatlıkla yapabileceğiniz sanat çalışmalarına sık sık zaman ayırmayı unutmayın.

Yazının Devamını Oku

Mihri’nin Yolculuğu

7 Mart 2022
Sanat Tarihçisi Linda Nochlin, 1971 yılında yayınlanan “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok” adlı makalesinde, kadın sanatçıların niçin tarih sahnesinde yer almadığını feminist bir bakış açısıyla sorgular. Nochlin’in bu makaleyle sanat tarihi sahnesinde kadınların da var olduğunu kanıtlama çabasına girdiği okunabilir.

1886 yılında Kadıköy’de dünyaya gelen Mihri (Müşfik) Hanım, Türk sanat tarihinin öncü kadın sanatçılarından biridir. Dönemin yüksek statülü ailelerinden birinin içine doğan Mihri, gençliğini pek çok toplumsal ve politik değişimin yaşandığı 20. Yüzyıl başlarında geçirmiştir. İstanbul’dan İtalya’ya oradan Fransa’ya ve 1954 yılında hayatının sonlandığı Amerika Birleşik Devletleri’ne uzanan kariyerini ve yaşamını sadece ressam olarak değil, eğitimci olarak, kadınların eğitim ve siyaset alanlarında özgürleşme mücadelesine destek olarak geçirmiştir. İkinci Meşrutiyet, Birinci Dünya Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması gibi köklü değişimlere sahne olan yıllarda, çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu sanat ortamında kadın sanatçı olarak ısrarlı varlığını devam ettirmekle kalmayıp, dönemin tarihe geçen isimlerinin portrelerini yaparak tarihe iz bırakmıştır.

20’li yaşlarının başında gizli yollarla bir gemiyle İtalya’ya giden Mihri oradan Fransa’ya geçmiştir. Türk Sanat Tarihi’nde “1914 Kuşağı” olarak geçen ve Avrupa’nın “İzlenimcilik” (Empresyonizm) akımını temsil eden sanatçılarla aynı dönemde yetişmesine rağmen Mihri Hanım empresyonist değildir. Paris’te kaldığı evini aynı zamanda atölye olarak kullanmıştır. İstanbul’da ise kadınlara güzel sanatlar eğitimi vermek için kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi, 1914 yılında Mihri Müşfik’in girişimleriyle açılmıştır. Öğrencileri için burslar hazırlamış ve kadın ressamlar için yardımlaşma birliği kurmaya çalışmıştır. Sadece Türkiye’de değil, yaşadığı diğer ülkelerde de kadınların eğitim hakkı ve siyasi hakları için özgürleşme çabalarına bizzat katılmıştır.

Mihri Hanım’ın da tanıklık ettiği, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma süreci, öncelikle kentli ve yüksek gelir düzeyine sahip kesimde hissedilmiş ve kadınlara büyük hak ve özgürlükler getirmiştir. Toplumdaki yeri evin içi olarak belirlenen Türk kadını, üst sınıf mensubu kadınlardan başlayarak 19. yüzyıl boyunca bu durumu değiştirmiş ve sosyal hayata bizzat dahil olmuştur. Bu durum, kendileri için mücadele eden kadınların yanı sıra eğitimde eşitliği vurgulayan aydın kesimin de desteğiyle kadınlar için açılan okulların sayısının artmasını sağlamıştır. Başta yabancı dil, müzik, resim, heykel gibi alanlarda kendilerini geliştirme fırsatı bulan kadınlar üst sınıftan olsa da ilerleyen süreçte taşrada okulların açılmasıyla her kesimden kadının bilgiyle buluşması söz konusu olmuştur. Kadınların kamu hizmetine de girdiği bu dönemde giyim kuşamda da değişiklikler olmuştur.

Tüm bu dönüşüm hareketlerine rağmen sanat ortamında uzun süre erkek sanatçıların sayısı çoğunlukta olmuştur. Buna direnen kadın sanatçılardan biri olan Mihri Hanım da yakın çevresindeki kadınların portrelerini yaparak hem toplumsal dönüşüm sürecinin dinamiklerini gösterir hem de geride bıraktığı bu resimlerle ölümünden sonra bile kadın dayanışmasına destek olur. Günümüzde kadın sanatçıların eskiye göre daha rahat bir şekilde sanat ortamında yer alabildiğini gözlemleyebilsek de toplumsal cinsiyet eşitliğinin henüz her yerde adaletli bir dağılım göstermediğini söyleyebiliriz. Bunu değiştirmek için yapılması gerekenleri sadece 8 Mart’ta değil her zaman hatırlamamız gereklidir.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuz 'Görsel-Uzamsal Zeka' türüne mi sahip?

22 Kasım 2021
Türk Dil Kurumu’nun “İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset” olarak tanımladığı zekâ, yıllarca eğitimde, orduda ve hatta işe alım süreçlerinde çeşitli testlerle ölçülmeye çalışılmıştır. Bu standart ölçüm yöntemlerine karşı çıkan psikolog Howard Gardner oluşturduğu “Çoklu Zekâ Kuramı” ile zekâ kavramına yeni bir bakış açısı getirmiştir.

Standart araçlarla ölçülebilen tek bir zekâ türü olduğunu reddeden Gardner, Çoklu Zekâ Kuramı’nda 8 farklı tipte zekâ türünün varlığından bahseder: Sözel-dilsel zekâ, mantıksal-matematiksel zekâ, bedensel-kinestetik zekâ, görsel-uzamsal zekâ, müziksel-ritmik zekâ, kişilerarası sosyal zekâ, içsel zekâ ve doğa zekasıdır. Dilsel zekâ yazma ve konuşma, mantıksal-matematiksel zekâ problem çözme ve hesap yapma, bedensel-kinestetik zekâ dans ve spor, görsel-uzamsal zekâ resim yapma ve harita okuma, müziksel-ritmik zekâ şarkı söyleme ve enstrüman çalma, sosyal zekâ aracılık etme ve empati kurma, içsel zekâ derin düşünce ve yalnızlıktan keyif alma, doğa zekâsı ise çevre bilinci ve doğaya ilgi duyma gibi eylemlerle ilişkilidir.

Gardner’ın, 8 farklı kategoriye ayırdığı Çoklu Zekâ Kuramı’nın en temel amacı, sahip olunan becerilerin geliştirilmesi ve eğitimin kişiselleştirilmesidir. Yıllarca sahip olduğumuz eğitim sistemi anlayışı, Gardner’ın kuramının tersine standart bir eğitim/öğretim yöntemini benimseyip tüm öğrencilere aynı teknikle eğitim vermeye çalışmıştır. Günümüzde artık birçok okulun da benimsediği Çoklu Zekâ Kuramı bu anlayışı ortadan kaldırır. Özellikle çocukluk çağındaki öğrenciler, yapılan planlamalarla görsel, işitsel ya da kinestetik öğretim yöntemleriyle desteklenmektedir. Böylelikle her çocuğun öğrenme stiline uygun olabilecek ortak bir içerik oluşturulabilmektedir.

Her yetişkin bireyin ve çocuğun bireysel farklılıkları vardır. Peki, sizin çocuğunuzun Gardner’ın Çoklu Zekâ Kuramı’nda bahsettiği zekâ türlerinden biri olan görsel-uzamsal zekaya sahip olduğunu nasıl anlayabilirsiniz?

Çocuğunuz çizmeyi ve boyamayı seviyorsa, görsel çalışmalardan keyif alıyorsa, yön konusunda ve puzzle gibi oyunlarda başarılıysa, resimlerde ve fotoğraflarda detayları dikkatli bir şekilde bulabiliyorsa, zorluk çekmeden şekilleri ve desenleri tanımlayabiliyorsa çocuğunuz görsel zekâ türüne sahip olabilir. Bu zekâ türüne sahip çocuklar anlatılanları gözünde rahatlıkla canlandırabilir, boş alanları etkin bir şekilde düzenleyebilir, zihinlerinde kurdukları tasarımları somut tasarımlara dönüştürebilir, geometriye karşı ilgilidir, özellikle görsel öğelerin olduğu problemleri rahatlıkla çözebilir, gittikleri yerleri rahatlıkla hatırlayabilir, çizgi roman gibi resimli kitaplardan hoşlanır ve görsel kompozisyonlar oluşturmada oldukça iyidir. Bu tür zekaya sahip çocuklar, görsel sanatlar alanında başarılı olabileceği gibi boşluk koordinasyonu konusunda iyi olması nedeniyle havacılık alanında da başarılı olabilir.

Çocuğunuzun var olan bu özelliklerini daha fazla geliştirmek isterseniz öncelikle görsel sanatlar alanıyla biraz daha ilgili olmalısınız. Çocuğunuzla sanat galerilerini ve müzeleri gezebilir, resim, heykel ve seramik gibi görsel ve plastik sanatlar çalışmalarına yönelebilirsiniz. Hayalinde kurduklarını çizmesini ya da bunları üç boyutlu çalışmalarla ortaya çıkarmasını sağlayabilirsiniz. Bu gibi aktiviteler çocuğunuzun sadece görsel zekasının daha çok gelişmesine olanak vermeyecek, bununla birlikte ileride seçeceği mesleği daha erken belirlemesine destek olacaktır.

 

Yazının Devamını Oku

Renklerin mevsimi: Sonbahar

12 Ekim 2021
Rüzgârın ürpertmeye başladığı, yaprakların sararıp döküldüğü, yağmurların bir yağıp bir durduğu sonbahar artık kendini iyice hissettirmeye başladı. Sıcak yaz günlerinden kalma güneş zaman zaman içimizi ısıtmaya devam etse de doğadaki renkler de değişen mevsimi kabullenmeye başladı.

Sonbaharla birlikte okulların açılmış olması her ne kadar anne ve babaların çocuklarıyla geçirdiği vakti kısıtlamış olsa da bugünlerde doğanın dönüşümünü görmek ve doğada vakit geçirmek için hala fırsat var. Sadece fotoğraflarla değil doğanın içinde yapacağınız gezilerle de mevsim değişimini deneyimleyebilirsiniz. Kızaran, sararan ve kahverengiye dönen yaprakların yarattığı zengin renk skalasıyla karşılaşabilirsiniz. Sonbaharın yeryüzünde oluşturduğu renklilik birçok sanatçıya ilham verir. Tarihte birçok örneğini gördüğümüz bu sanatçılardan biri de 1868-1958 yılları arasında yaşayan Yokoyama Taikan’dır.

Taikan’ı çağdaşlarından ayıran özelliği, 1900’lerden itibaren geleneksel Japon sanat tekniklerine ve malzemelerine uygun olarak yapılan “Nihonga” tarzı ile resimlerini yapmasıdır. Sanatçıların geleneksel Japon sanatının önemini ve güzelliğini vurgulamak amacıyla kullandığı Nihonga’da resimler tek renkli veya çok renkli olabilir. Pirinç kağıdı veya ipek üzerine yapılan resimlerde doğal boyalar kullanılır. Bu boyalar, çeşitli mineraller, mercanlar ve sedef gibi yarı değerli taşların işlenmesiyle elde edilir. Zemin boyama için ise deniz kabuklarından elde dilen özel beyaz bir karışım olan “Gofun” kullanılır. Renk çeşitliliğinin olmadığı ve fotografik gerçekliğin aranmadığı Nihonga’da gölge de olmaz. Kontur çizgileri belirgindir fakat ifade tarzı sade olmalıdır. Yokoyama Taikan da 1931 yılında yaptığı “Autumn Leaves” adlı resmini Nihonga stiliyle yapmıştır.

Çocukların ilgisini çekebilecek resimlerden biri olan “Autumn Leaves”, sonbaharın renk dönüşümlerini tüm canlılığıyla yansıtır. Belirgin konturlar, perspektifin ve gölgelerin olmaması daha grafiksel görüntü oluştursa da doğanın güzelliğini fazlasıyla yansıtır. Siz de çocuklarınızla birlikte bu resmi inceleyerek orman yürüyüşlerine çıkabilirsiniz. Taikan’ın resmindeki renkleri çocuğunuzun doğanın içinde bulmasını sağlayarak gerçeklikle sanat arasında bağlantı kurmasını sağlayabilirsiniz. Çeşitli doğal boya yapım teknikleriyle boyalarınızı kendiniz oluşturup kumaş üzerine “Autumn Leaves”ten esinlenen sonbahar resimleri yapabilirsiniz. Özellikle okul öncesi ve ilkokul dönemindeki çocukların zihinsel ve fiziksel gelişiminde sanatın her dalının önemli olduğunu unutmayın. Resim yorumlamak, renk bilgisini geliştirmek, sanat kültürü edinmek çocuklarınızın zihinsel ve entelektüel gelişimine destek olurken, fırça tutmak, boya yapmak, kil ile çalışmak çocuklarınızın ince kas becerilerinin gelişimine destek olur. Bu tür sanat aktivitelerinin çocuğunuzun yaratıcılığını geliştireceğini, yaratıcılığı gelişen çocukların da medeni bireyler olarak toplumsal yapıyı güçlendireceğini unutmayın.

Yazının Devamını Oku