Ahirette çek kürekleri

Kültürümüzde ahiret inancı var. Ama bu inanç çok daha eski. Antik dünyada güzel bir ahiret hayatı için hem çok çabalamak hem de biraz kürek çekmek gerek.

Haberin Devamı

Ahirette çek kürekleri

Keops (Khufu) piramidinde bulunan firavuna özel kayığın rekonstrüksiyonu

Ölüm gerçeğini kabullenmek pek kolay değil. Gitmek ve bir daha gelmemek düşüncesi, epey tüyler ürpertici. Ama hayatın düzeni böyle. Fakat anlamak ihtiyacı da düzenin bir parçası. O halde anlamak, anlamlandırmak, yaşamın boşuna ve bu kadar kısa olmadığını, olamayacağını birilerinden duymamız gerekiyor. Bu nedenle ölümden sonrası ile ilgili binlerce yıldır teoriler üretiyoruz. Henüz hiçbiri ispatlanmış, kanıtlanmış, belgelenmiş değil. 2 milyon yıldır insana benzer şekilde yeryüzündeyiz, o kadar süre içinde milyarlarca insan gelip geçti dünyadan ama henüz bir tanemiz, bir tekimiz bile gittiği yerden dönüp gördüklerini anlatamadı. Ancak bizde teoriler bitmez. Hayat sonrası hayat, ya da “sonraki hayat” hakkında fikirlerimiz hep vardı, var olmaya da devam edecek. Zira “sonraki hayat” fikrine ihtiyaç duyuyoruz.

Haberin Devamı

ESKİYE… DAHA ESKİYE…

Ahirette çek kürekleri

Mısır Doğu Çölü kaya resimlerinden bir başka kayık. Herkes binecek o kayığa bir gün.

Dilden başlayalım. Bizim için “sonraki yaşam” ahiret sözcüğüyle tanımlanır. Ahiret, Arapça “ahir”den, yani “sonraki” veya “son” anlamındaki sözcükten dilimize geçmiş. “Bilahare”, “tehir”, hatta “uhrevî” sözcükleri de bu ahir kökündendir. Uhrevî, “sonraki dünyaya dair” demek. Bu yazıda biz de uhrevî şeylerden söz edeceğiz. Dedim ya, o fikre ihtiyaç duyuyoruz. Sondan geriye gidecek olursak, elbette İslâmiyet’teki ahiret inancıyla ilgili bir şey anlatacak değilim, konunun uzmanları var. Hıristiyanlık ve Musevîlik de pek dokunmaz ahirete, kitaplarında fazla konuşulmaz öte dünya. Bu durumda geldik antik dünyaya. Zira Hz. Musa’nın dönemi, nereden baksak MÖ 1250 civarı. Yani bize konuyu ele almak için daha da eskileri, şöyle okkalı “antik” birileri gerekiyor. Merak etmeyin var. Ama önce antik çağların zihinsel yapısına şöyle bir bakalım.Antik dünyanın insanları için üzerinde yaşadığımız (ve o zamanlar için bilinen) topraklar suyla çevriliydi. Doğal sınırdı su. Zaten daha önce de üzerinde kısmen durduğumuz ama bir sonraki yazıda daha da detaylı inceleyeceğimiz gibi, hiçbir şey yokken su vardı. Yaratılış öncesi her yer suydu ve sudan başka bir şey yoktu. (Pek çok mit ve inanç sistemi böyle söyler.) Bu suya biz “ilksel deniz” diyoruz. Bu inanç, farklılaşarak günümüze dek ulaşmıştır. 

Haberin Devamı

KADIM ÖTE DÜNYALAR

Antik çağın insanlarının bakış açısıyla düşünmeye devam ediyoruz. Eğer, her şeyden önce sadece su var idiyse, o su hep vardır ve var olmayı sürdürecektir. Madem var ve hep var olacak, o halde biz de öldükten sonra o suya, ister ilksel deniz, ister ona çıkan ırmaklar, ister onunla beslenen göller, hangi formda olursa olsun ille de bir şekilde denk geleceğiz demektir. İnsan, beden ile ruhu ilk kez ne zaman birbirinden ayrı olarak düşünmeye başladı, tam olarak bilemiyoruz ama binlerce yıldır ruhun (bize göre) varlığından haberdar olduğumuz kesin. En az 5.600 (beş bin altı yüz) yıllık Mısır belgelerinden bunu biliyoruz. Aynı şekilde sıkça dile getirdiğimiz Sümer uygarlığında da ölüm ve ruha değiniliyordu. Sümerce “gedim/gidim” denen ruh, sonradan Akkad dilinde “etemmum” sözcüğüyle tanımlandı. Bugün bildiğimiz “eter” ismi de oradan hatıradır. Antik Mısır’da, diğer antik uygarlıklarda fazla üzerinde durulmayan bir “öte dünya” yani “ahiret” anlayışı vardı ve tahmin edebileceğimizden çok daha detaylıydı. Kronolojik olarak sonrasında ortaya çıkan Sami dinlerinde bile o kadar detaya rastlanmaz ki Kitab-ı Mukaddes, bu konuya pek de değinmez. Ancak İslâm coğrafyasında yaşayanlar için Antik Mısır’ın ahiret inancı daha kolay anlaşılır. 

Haberin Devamı

AHİRET SINAVINA HAZIRLIK ELKİTABI

Yeri gelmişken Antik Mısır’ın “Ölüler Kitabı”na değinmek gerek. Konuya uzak olanları ürkütebilecek bu “kitap” ismi, öyle zombili, hortlayan mumyalı Hollywood filmlerinde işlenen korkunç konularla ilgili görünse de aslında değil. Ölüler Kitabı, ölenin ruhunun “öte tarafta” selametle yol alabilmesi, ruhun tabi tutulacağı “sınavlardan” başarıyla geçmesi, karanlıkta yolunu kaybetmemesi için düzenlenmiş metinler bütünüdür. Bir anlamda “Ahiret Sınavına Hazırlık Elkitabı” diyebiliriz. Tek farkı, ölenin mezarının duvarlarına yazılması. Çok nadir durumlarda papirüs ruloları olarak ölünün yanına bırakılmış örnekleri var. Tabii üzeri yazılı, desenli, süslü mezar yaptırmak, o zaman da zenginlerin harcı olduğu için yoksulun işi yine zor. Yoksul, ölmeden önce her şeyi ezberleyip “öldükten sonra” hatırlamak durumunda. Yani antik dünyada cennet bile yoksula yokuş yukarı!

Haberin Devamı

İKİ AŞAMALI AHİRET SINAVI

Peki hazırlandıkları neydi? Elbette zorlu bir sınavlar silsilesi. İki aşamalıydı ahiret sınavı Antik Mısır’da. İlk aşama kök söktüren bir mülakat. İkincisi ise kalbin tartılması aşaması. Adalet terazisinde kalp bir kefede, gerçeği ve doğruyu simgeleyen tüy diğer kefede! Yani kişi mülakattan yalan dolanla geçse bile kalbi gerçekler karşısında ağır mı, hafif mi, esas akıbeti o belirliyor. Sonrasında (bilahare) ya harika, bol sulu, nehirli, meyveli, gölgeli ve elbette sonsuz bir hayat var ya da işkence üstüne işkence.

ÖLÇÜ SOPASI!

MÖ 3600 gibi bir tarihte “ölülerin yargılanması” düşüncesi, Antik Mısır belgeleriyle sabit. Konunun detaylarını burada tümüyle ele almamız mümkün değil. Sağ olsun Antik Mısırlı kardeşlerimiz bu konuda yazmış da yazmış! Ama ana hatlara değinelim -ki o bile zor sığar buraya-. Ölen kişi, yüce tanrı Ra (kendisini bulmacalardan tanırız) ve onun oğlu Osiris için dualar ve ilahiler okur önce. Eğer bunları aksamadan okuyabilirse, onu Maati salonuna alırlar. Maati, yani Maat’lar, İsis ve Nephtys (Neftis) isimli iki tanrıça. Maat’ın sözcük anlamı “ölçmede kullanılan sopa”. Maat tanrıçaları, yani İsis ve Neftis, doğruluk, dürüstlük, erdem, gerçek ve bunlara benzer tüm iyi kavramları temsil ediyorlar. Ölçüyorlar belli ki bu kavramları. Ölüyü alırlar salona. Bu salon bir mahkeme salonu gibi düşünülebilir. Ortada, makamında oturan Osiris vardır. İsis ve Neftis onun iki yanına geçerler, karşılarına da ölüyü alırlar. 

Haberin Devamı

HATIRLA DA GÖRELİM

Salonda bulunanlar bununla sınırlı değildir. Osiriz, İsis ve Neftis’in dışında tam 42 başka tanrı daha vardır. Bu noktada ölünün çilesi başlar. Hepsinin adını ve görevini bildiğini tek tek söylemek zorundadır. Uzun dua ve ilahilerden sonra tam 42 tane de ayrı paragraf kurar. Kırk iki tanrının her birinin görevine göre tek tek kendisini aklamaya çalışır. Örneğin, “Ey Anuu’dan gelen Usekh-nemtet, hiç haksızlık yapmadım.” Veya “Ey falan filan, hiçbir zaman şiddete başvurarak birini soymadım”, “hiç kimseye şiddet uygulamadım”, “kimseyi aldatmadım”, “kimsenin eşyasına el koymadım”, “hayvanları katletmedim”, “kimseyi öldürmedim”, “kimseye kötülük yapmak için işlerine burnumu sokmadım”, “kimseye küfretmedim”, “yalan söylemedim”, “zina etmedim”, “kimseyi korkutmadım” gibi şeyler söyler uzun uzun. Mısırlıların ciddi bir ahlak anlayışı olduğunu anladığımız bu bölümlerden sonra eğer tanrılar ve en başta Ra’yı, yani evrenin tüm kanunlarını temsil eden Osiris ve yardımcıları olan İsis ve Neftis ikna olurlarsa, bu kez sıra tartıya gelir. Tartının kefelerinden birinde tüy vardır. Tüy, yukarıda da değindiğimiz gibi gerçeği ve doğruyu temsil eder. Diğer kefeye kişinin kalbi koyulur. Kalp, kesinlikle tüyden daha ağır olmamalıdır. Olması gerekenin en alt seviyesi tüy ile kalbin eşit ağırlıkta olmasıdır ama ideali, kalbin tüyden hafif olmasıdır. 

KIYIKÇININ KÜREĞİ, HOP HOP EDER YÜREĞİ

Ahirette çek kürekleri

Gustave Doré'nin çizimiyle Kharon. 1857

Sonrasında kişi eğer sınavı geçmişse bir kayıkla, en başta değindiğimiz o ilksel denizin uzantısı olan nehirden geçer. Kayığı kimi durumda kendisi de kullanabilirdi ama bazen bir kayıkçı da olurdu. (Mısır mezarlıklarında bazen kayık maketi, bazen resmi bulunması bu yüzdendir. Firavun mezarlarında gerçek boyutlu kayıklar da bulunmuştur. Artık kimin gücü neye yeterse… Bizde tabuta “imamın kayığı” denmesi de duruma olan aşinalığımızı belirtmez mi zaten?) Antik Mısır’da bu kayıkçının adı Herfhaf idi. Çok daha sonra Grekler bu kayıkçıyı “Kharon” adıyla andılar. Sümer’de de cehennem kayıkçısı “Silulim” vardır. Antik Mısır’daki ölü, bu kürekleri çekerken de bazı ilahiler ve dualar okur ki yolunu rahat bulsun, kaybolmasın. Elbette bu söyledikleri, Yahya Kemal Beyatlı’nın muhteşem gazeli “Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın / Bir âlem-i hayâle dalan âb uyanmasın” gibi bir şey değildi. Kim bilir, belki de “Ahirette çek kürekleri de sonsuz yaşama ulaşasın” gibi bir şeydir! Sınavı geçen kişinin kayıkla ulaştığı yer, sonsuz yaşamın olduğu, güneşin yakıp kavurmaması için gölgeli ağaçların bulunduğu, bolca nehirleri olan (dolayısıyla susuzluk çekilmeyen), her türlü zevkin ve meyvenin bulunduğu, Semt-Ament, Akert gibi isimleri olan ve Osiris’in mülkiyetinde bulunan cennet bahçeleridir. Kişi eğer sınavı geçemezse vay haline. Ruhu işkencelerle kaybolmak üzere bir anda ortadan kaybolur ama oralara hiç girmeyelim şimdi. 

ŞU NEVBAHARDA…

Demem o ki, ahiret düşüncesi çok eski. Günümüzden 5600 yıl önce bile yazılmış detaylı yazılarla kanıtlanıyor bu. (Tabii yazılışı beş bin altı yüz sene. Bir de yazıya geçirilmeden öncesi, sözlü geleneği var bunun muhakkak. Yani çok daha eski.) Bu da bize gösteriyor ki, insan, ölümden sonra ne olduğuyla ilgili epeydir kafa patlatıyor. Ne yazıyor olursa olsun, sonrası, yani “ahiret” hepimiz için muamma olmayı sürdürüyor. Bildiğimiz ve kesin olarak kendimize her an kanıtlayabildiğimiz tek şey yaşamın güzelliği. Tüm zorluklarına rağmen güzelliği. Hem de şu ilkbahar günlerinde… Bu güzelliği kendi kendimize cehenneme çevirmenin ne anlamı var? Gelin ölümden uzaklaşıp, yine Yahya Kemal Beyatlı’nın aynı gazeline başvuralım yazının sonunda. İlkbahar demişken, çektiği küreklerin usulluğuna hayran kalalım:  “Âguş-ı nevbaharda hâbidedir cihan / Sürsün sabah-ı haşre kadar, hâb uyanmasın.” Yani. “İlkbaharın koynunda uykudadır dünya, sürsün mahşer sabahına kadar, uyku bile uyanmasın.” Şimdi bunu açıp Münir Nurettin’den dinleme vaktidir bence. 

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

TADINI ÇIKARTTIK ÇIKARTTIK…

Bugünden pazara kadar sakin bir rüzgâr ve gayet ılıman bir bahar havası ile karşı karşıyayız. Yani, yazıda ele aldığımız aheste çekilen küreklere epey uygun bir hava var. Fakat beklenen o ki, pazartesi üzerimize çökecek yüksek basıncın getireceği kuvvetli karayel, pazar gününün 22-23 derece olan sıcaklığını neredeyse 15 derece birden düşürüp 5-7 derece bandına çekecek. Bir sonraki hafta sonuna doğrudan yeniden ısınırız ama bence bu hafta sonunun tadını çıkartmak gerek. Kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları