Havayolu ile seyahat eden yolcuların haklarına dair yönetmelikte tüm bu haklar ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup düzenlemeye göre havayolu şirketi tarafından yolcuya, planlanan hareket zamanından en az iki hafta öncesinde uçuşun iptali haber verilmezse yolcu tazminat alma hakkına sahiptir. Yolcunun uçuşun iptali konusunda haberdar edilip edilmediği ve ne zaman haberdar edildiğine ilişkin ispat yükümlülüğü uçuşu icra eden havayolu şirketine aittir. Yolcu iletişim bilgisinin, hava taşıma işletmesince talep edilmesine karşın havayolu şirketine verilmemesi veya yanlış verilmesi durumunda, havayolu şirketi sorumluluktan kurtulur. Ancak uçuşu icra eden havayolu şirketi, tüm tedbirleri almasına rağmen olağanüstü hallerin iptale neden olduğunu kanıtlayabildiği takdirde tazminat ödemekle yükümlü olmaz.
Mücbir sebepten kaynaklı olarak uçuşun iptalinde yönetmelikte yer alan bildirim sürelerine uyma zorunluluğu ortadan kalkmakta ve uçuş iptalinde havayolu şirketinin bilet bedelini yolcuya iade etmesi gerekmektedir. Bu durumda seyahatin gerçekleştirilmeyen bölüm veya bölümleri ile yolcunun planlamış olduğu seyahatin tamamlanmasının artık herhangi bir anlamı kalmaması durumunda seyahatin gerçekleştirilen bölüm veya bölümleri için, bilet ücretinin tamamının satın alınmış olduğu fiyat üzerinden nakit olarak veya elektronik banka havalesi, banka ödeme emirleri, banka çekleri ile ödenmesi veya yolcunun imzalı mutabakatı olması durumunda seyahat fişleri ve/veya diğer hizmetler şeklinde en geç yedi gün içinde iade edilmesi; ayrıca yolcunun seyahatinin ilk başlangıç noktasına ilk fırsatta dönmesini sağlayacak bir dönüş uçuşunun ücretsiz sağlanması gerekmektedir.
Yönetmelik kapsamındaki; "uçağa kabul edilmeme", "uçuş tehiri ya da gecikme", "uçuş iptali", "alt sınıf üst sınıfa yerleştirilme" ile ilgili başvurular öncelikle şikâyete muhatap hava taşıma işletmesine yapılmalıdır. Yolcu hakları kapsamında, yolcular Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne şikâyet başvurusu yapabilirler. Bu hususta yapılacak başvuruların usul ve esaslarını düzenleyen bir taslak talimat yayınlanmıştır. Söz konusu taslak talimata göre; başvurular hava taşıma işletmesine ve Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne bizzat yolcunun kendisi ya da vekili tarafından uçuş tarihinden itibaren en geç 6 ay içerisinde yapılmalıdır.
Uçağa kabul edilmeme, uçuş tehiri, uçuş iptali ve alt sınıf-üst sınıfa yerleştirilmeyi içeren başvurular öncelikle, şikâyete muhatap uçuşu icra eden hava taşıma işletmesine yapılır. Hava taşıma işletmesinin şikâyete yeterli cevabı vermemesi, şikâyetten sonuç alınamaması ya da şikayete 10 gün içerisinde cevap vermemesi halinde başvurunun Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne yapılması esastır.
Yönetmelik hükümlerine aykırı davranılması halinde, yolcuların Adli Yargıda genel başvuru hakları saklıdır. Yolcuların, SHY-Yolcu kapsamında tazminat talep edebildikleri gibi bunun haricinde genel hükümler kapsamında da karşılanmayan veya ek maddi tazminatlar ile manevi tazminat talep haklarını kullanabilmeleri mümkündür.
4857 sayılı İş Kanunu'nun 44. maddesinin başlığı, "Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışma" şeklindedir. Diğer bir ifadeyle İş Kanunu hafta tatilinde çalışma konusunda özel bir hüküm getirmemişken resmi tatiller için ayrı ve özel bir hüküm vardır. Düzenleme, "Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde işyerlerinde çalışılıp çalışılmayacağı toplu iş sözleşmesi veya iş sözleşmeleri ile kararlaştırılır. Sözleşmelerde hüküm bulunmaması halinde söz konusu günlerde çalışılması için işçinin onayı gereklidir. Bu günlere ait ücretler 47 nci maddeye göre ödenir" şeklindedir. Atıf yapılan 47. maddede ise "Bu Kanun kapsamına giren işyerlerinde çalışan işçilere, kanunlarda ulusal bayram ve genel tatil günü olarak kabul edilen günlerde çalışmazlarsa, bir iş karşılığı olmaksızın o günün ücretleri tam olarak, tatil yapmayarak çalışırlarsa ayrıca çalışılan her gün için bir günlük ücreti ödenir" hükmü yer almaktadır.
İşçinin, resmi tatillerde çalıştırılabilmesi için ya iş sözleşmesinde bu durumun kararlaştırılması ya da işçinin onayının olması gerekmektedir. Böyle bir sözleşme hükmü ya da onay yoksa işçi, resmi tatillerde çalışmaya zorlanamaz. Böyle bir sözleşme hükmüne ya da işçinin onayına rağmen işçi resmi tatilde çalışmayacak olursa, işveren işçi ile iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir.
İşçi, resmi tatilde çalışmazsa o günün ücretini tam olarak almalıdır. İşçi, resmi tatilde çalışırsa ayrıca bir günlük ücreti daha ödenecektir.
2429 Sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun ile belirlenen günlerde, işçi işyerine gelip (1) saat çalışsa dahi tam günlük ücrete hak kazanır. Tatil günü içinde kaç saat çalışma yaptığının önemi yoktur. İş kanunun 47. maddesinde yer alan ibareye dikkat edildiğinde saat ayrımının yapılmadığı anlaşılmaktadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi “işçi ulusal bayram ve genel tatil günlerinde 1 saat dahi çalışsa tam yevmiyeye hak kazanır” ifadesi kullanılarak emsal bir karar verildi. Kararda İş kanunun 47. Maddesi belirtilerek ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışan işçinin her bir ulusal bayram genel tatil günü için ilave bir yevmiyeye hak kazanacağına ve hesaplamanın çalışılan saat üzerinden yapılmasının hatalı olacağına, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışılması durumunda bir saat dahi çalışılsa tam yevmiyeye hak kazanılacağına hükmedilmiştir.
İşverenler, işçilere genel tatil ücreti yerine serbest zaman veremeyecektir. Bugünlerde çalışan işçilere ücretlerinin ödenmesi zorunludur.
Dava süreciyle genel tatil ücret hakkını talep etmek isteyen işçi, bu sürelerde çalıştığını ispat etmelidir. İşçi ispat vasıtası olarak ise tanık delilinden, iş yeri uygulaması var ise kart okuma sistemi ve benzerinden faydalanabilir.
Önemle belirtmek gerekir ki; çalıştırılan ve bu izin ücretlerine hak kazanan işçi bu ücreti 5 yıl içinde talep edebilir; genel tatil ücretine hak kazanılmasıyla 5 yıllık zaman aşımı işlemeye başlar.
İdarenin varsayımlarını tek düze uygulayan, eşe veya akrabalara yapılan taşınmaz devirlerini bağışlama sayan ve gerçekten satış yapıldığı iddiasını ispat imkanı vermeyen ölçüsüz kanun hükmü Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, kanuni karinenin aksi ileri sürülemediği ve ispat edilemediği için somut durumların dikkate alınamadığını, kimi hallerde tasarrufa konu malın değerinin tam veya fazlasıyla ödenmiş olabileceğini, tasarrufun alacaklılarının da menfaatine yönelik olabileceği, alacaklılarının her durumda zarar görmeyebileceğini hatta belki alacaklarına kavuşmalarını kolaylaştırabileceği ihtimallerini hiçbir şekilde göz önünde bulundurulmadığının altını çizerek taraflara bu ihtimaller hakkında iddia ve savunmada bulunma ve bu iddialarını ispatlamaya yönelik delil, bilgi ve belge sunma imkanı vermediğini vurgulamıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanması zorunlu olduğundan, iptal kararı gereğince tasarrufun bağışlama hükmünde kabul edilip edilemeyeceği üzerinde etkin bir karar olacaktır.
Başta derece mahkemeleri olmak üzere ilgili makamlar, borçlunun belirtilen derecelerdeki hısımları ve eşiyle arasındaki ivazlı tasarrufların, gerçekten mal kaçırmaya matuf olup olmadığı, borçlunun iyi niyetli olup olmadığını zaten muvazaa kavramından aşina olunan faktörle her bir somut olayda ele almalıdır.
Anayasa Mahkemesi değerlendirme yaparken, itiraz konusu kuralın kamu yararı amacına yönelik olmasını yeterli bulmamış, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilke yönünden de değerlendirmiştir. Yani bir yasa maddesinin sadece kamu yararına uygun olması, Anayasa’ya ve hukuka uygun olduğu anlamına gelmemektedir.
Anayasa Mahkemesi; ivazlı tasarrufun bağış olarak kabul edilerek iptal davasına konu edilmesi hâlinde işlemin diğer tarafının ödediği bedel tutarınca zarara uğramasının mümkün olacağı göz önünde bulundurulduğunda, tarafların mülkiyet hakkının kendilerine sağladığı tasarrufta bulunma yetkisine sınırlama getirildiği, ayrıca, söz konusu tasarrufların hukuken nasıl nitelendirileceğinin bu hususta bir tartışma yapmaya imkân vermeksizin doğrudan kanunla belirlenmesinin, yargılama sırasında savunma yapmayı anlamsız kıldığı ve taraflardan birine diğerine nazaran önemli bir avantaj sağladığı, bu şekilde kuralla silahların eşitliği ilkesine de sınırlama getirildiği tespitlerinde bulunmuştur.
Kiralanan taşınmazı, gereksinim sebebiyle kullanma zorunluluğu mevcut olup bu ihtiyacın ise gerçek ve samimi olması halinde, kiraya veren veya taşınmaz maliki dava ile kira sözleşmelerini sonlandırabilirler. Devamlılık arz etmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir. Kiralanan taşınmazı, gereksinim sebebiyle kullanma zorunluluğu mevcut olup bu ihtiyacın ise gerçek ve samimi olması halinde, kiraya veren veya taşınmaz maliki dava ile kira sözleşmelerini sonlandırabilirler. Devamlılık arz etmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.
İhtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olup olmadığı somut olaya göre değerlendirilmekte olup uygulamada ihtiyaç iddiasında bulunanın aynı bölgede davaya konu taşınmaza benzer nitelikte başka bir taşınmazının olup olmaması, kişinin daha kötü şartlarda kiracı olması, sağlık durumlarına ilişkin koşullar, tayin gibi zorunlu nedenlerle ikamet değişikliği vb. değerlendirme sebeplerinden biriyle kiraya verenin ihtiyacının gerçek, samimi ve zorunlu olup olmadığı tespit edilebilmektedir. Yasada öngörülen ihtiyaç devamlılık arz eden bir ihtiyaç olup, geçici ihtiyaç tahliye nedeni olarak kabul edilmemiştir. Ancak uygulamada yazlık ihtiyacı yaşam biçimi olarak sürekli konut ihtiyacının bir devamı olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenlerle kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekmektedir.
Yargıtay kararlarında"...Yasada öngörülen ihtiyaç devamlılık arz eden bir ihtiyaç olup, geçici ihtiyaç tahliye nedeni olarak kabul edilmemiştir. Ancak uygulamada yazlık ihtiyacı yaşam biçimi olarak sürekli konut ihtiyacının bir devamı olarak nitelendirilmiştir. Bu ilkeden hareketle davacı yazlık ihtiyacına yönelik delillerinin ibraz etmiş bu konuda tanıklar dinlenmiştir. Dinlenilen davalı tanıkları davacının iddiasını doğrular mahiyettedir... Açıklanan bu sebeplerle kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir”
Kararın inceleme kısmında ilgili hükmün "Kanun önünde eşitlik", "Kadın - Erkek eşitliği"ne aykırılık teşkil ettiği ve "Ortak soyadının aile bağlarını korumanın zorunlu unsuru olmadığı" vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesi, evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da tek başına kullanılması bağlamında kadın ve erkek arasındaki öngörülen farklı muamelenin nesnel ve makul bir sebebe dayanmaması sebebiyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Evlendikten sonra kadınlara tercih etmeleri halinde doğum soyadlarının yanında mutlaka kocalarına ait soyadı almaları yönündeki Türk Medeni Kanunu'nun 187. maddesi nüfus kayıtlarının düzenli tutulması ve aile bütünlüğünün sağlanması gerekçesiyle kadınları doğumla oluşan kimliklerini değiştirmek zorunda bırakan düzenlemenin iptaliyle birlikte kararda, Kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almasının ailenin ortak soyadına sahip olmasını mümkün kılan tek seçenek olmadığı, eşlerden birinin soyadı ya da bunun dışında bir adı ortak soyad olarak belirleme imkanının tanınması ya da ortak soyadın eşlerin evlenmesinden önceki soyadlarının birleşiminden oluşacağının öngörülmesinin de mümkün olacağı belirtilmiştir.
Kadınların karşılaştıkları aile içi şiddet, kadın cinayetleri gibi çok daha ciddi ve yaşamsal öneme sahip durumlarla karşılaştırıldığında soyadı, ilk bakışta, küçük önemsiz bir konu gibi görülse de dilediği soyadını kullanabilme hakkı kadın bireyin kendisini ve hayatını biçimlendirmede tercih hakkına sahip olup olmadığının önemli bir göstergesidir.
İşbu iptal kararı, kararın Resmi Gazete'de yayımlanma tarihi olan 28.04.2023 tarihinden dokuz ay sonra yürürlüğe girecek olup alınan karar neticesinde kadınların evlendikten sonra yalnızca bekârlık soyadlarını kullanabilmeleri için dava açmalarına gerek kalmayacaktır.
Anayasa Mahkemesinin her ne kadar oy çokluğu ile olsa da TMK 187. maddesini iptal etmesi Türkiye'de kadın hakları açısından önemli ve umut verici bir gelişme, kadına ve kadının kimliğine verilen önem konusunda atılmış küçük de olsa bir adımdır.
Sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) sebebiyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki oransızlığın, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Dar ve zor durumda kalmaları nedeniyle, sözleşme yapmaya sürüklenmiş kişileri korumak zayıfı güçlüye ezdirmemek için hukukumuzda da düzenlemeler yapılmış olup "Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.” hükmüyle kanuni karşılığını bulmaktadır.
Aşırı yararlanmadan ( gabin ) söz edilebilmesi, objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı oransızlık yanında, bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik ( hafiflik ) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürmek kastını taşıması biçiminde iki sübjektif unsurun dahi gerçekleşmesine bağlıdır. Objektif bir biçimde bir kişinin zorda kalması birinci şart olup depremzedelerin zorda kaldığına şüphe yoktur.
Kira sözleşmelerinde sözleşme serbestisi gereğince kira bedeli taraflarca kararlaştırılmaktaysa da gayrimenkullerin kiralanmasında depremzedelerin zor durumundan faydalanılmak üzere yararlanmaya çalışan kişilerden kiralanan gayrimenkuller için “aşırı yararlanma” şeklinde anılan kanun hükümleri uyarınca bu sözleşmeler güncellenebilir veya iptal edilebilir. Yani sömürülen depremzede sözleşmenin uyarlanmasını talep edebilir.
Yargıtay uygulaması nezdinde rayiç bedellerin yüzde ellisini geçen bir rakamın belirlendiği sözleşmelerde aşırı yararlanmadan söz edilebileceği ortaya konulmaktadır. Yargıtay “edimler arasındaki oransızlığa” sık sık vurgu yapmakta olup %25-%50 arasında oransızlık bulunan haller ise hakimin takdir yetkisi kapsamında bulunmaktadır.
Gabinin varlığı zarar görene (sömürülene), sözleşme tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek iptal davası açıp iddiasını her türlü delille kanıtlama ve verdiğini geri isteme hakkı ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme hakkı verir.
Gabin davasında öncelikle edimler arasındaki, aşırı oransızlık üzerinde durulmalı, objektif unsur ispatlandığı takdirde zarar gördüğünü iddia edenin kişiliği, yaşı, sağlık durumu, toplumdaki yeri, ekonomik gücü psikolojik yapısı gibi maddi, manevi yönler yani sübjektif unsur derinliğine araştırılıp incelenmelidir.
Depremin gündemden düşmediği bugünlerde Savcılıklar nezdinde de konut satış ve kira artışları takibe alınmakta, gayrimenkul satış ve kiralama ilanı verilen tüm sitelerden veriler toplanmaktadır. Deprem öncesi ve sonrasındaki fiyatların incelenmesi sonucunda fahiş fiyat artışına neden olduğu belirlenenler hakkında, TCK 237'nci maddesi kapsamındaki 'fiyat etkileme' suçundan soruşturma yürütülerek 1 ile 3 yıl arasında hapis talebiyle de dava açılabilecektir.
Kira sözleşmelerinde yer alan kira bedelinin hakim kararıyla yeniden tespitine ilişkin olarak 5 yılını dolduran kira sözleşmeleri için her zaman talepte bulunulabilir. Tespit talebinde her zaman bulunulabilecek olup burada önemli olan hangi kira dönemine ilişkin kira bedelinin tespitinin talep edildiğidir.
“Sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur.” Şeklinde kanuni karşılığını bulduğu üzere sözleşmede kira artışına ilişkin bir hüküm olması halinde kiracıya ihtarname göndermeksizin kira bedelinin tespiti ilgili dönemin içerisinde her zaman dava edilebilir.
T.C. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2017/11632 E. , 2018/5902 K. Sayılı ilamı ile ilgili dava konusu sözleşmeye atıf yaparak "... Sözü geçen sözleşmenin hususi şartlar 5. Maddesinde "Her yıl kira artış oranı Bakanlığın açıkladığı oran nisbetinde olacaktır." hükmü düzenlenmiştir. Yenilenen 02.01.2004 ve 02.01.2009 başlangıç tarihli beş yıl süreli kira sözleşmelerinde de artış yapılacağı kararlaştırılmış olup artış yapılacağına ilişkin hüküm nedeniyle TBK 'nun 345/son maddesi gereğince kira dönemi sonuna kadar dava açılabileceğinden 03.07.2014 tarihinde açılan davada 02.01.2014 tarihinden itibaren kira bedelinin artırılarak tespitinin istenmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır." Gerekçesiyle geçmişe etkili kira tespiti kararı verilebileceğini hüküm altına almıştır.
T.C. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2015/335 E. , 2015/2042 K. Sayılı ilamı ile de sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olacağını vurgulamıştır.
Yargıtay, taraflar arasındaki kira sözleşmesinde artış şartı bulunmakta olmasını, tarafların yenilenen dönemde de artış iradesini yansıtmakta olduğuna karine sayarak kiralayanın ihtarının hukuksal önemini ortadan kaldırarak ve kiralayanın ihtar çekmeye gerek kalmaksızın, o dönem içinde kira parasının tespiti için dava açabileceği yönünde hüküm tesis etmiştir.
Burada enflasyon vb. koşulların ev sahipleri tarafından değerlendirilmesi önem arz etmekte olup kira bedeli rayiçlerinin hızla değişiklik gösterdiği bugünlerde 12 ay önceki rayiç ile bu dönemin rayici arasında menfaatlerin davayı açacak tarafça değerlendirilmesi gerekir.
Üst derece mahkemelerince yapılan yargılamalarda iradesi fesada uğratılan işçinin, istifa dilekçesini imzalamış olsa dahi işçilik alacağına hak kazanacağı kararlara bağlanmakta olup bu kapsamda istifa dilekçesinin içeriği önem arz etmektedir. İstifa dilekçesinde belirtilen nedenler ve/veya ifadeler hukuken oldukça büyük önem arz etmekte olup istifa olsa bile işçinin iradesinin fesada uğratıldığı, haksız işveren feshi olduğu gerekçeleriyle işçilik alacakları hüküm altına alınabildiği gibi, koşulların varlığı halinde işe iade kararlarının verildiği de görülmektedir.
Örneğin işçi sağlık koşulları sebebiyle istifa dilekçesi verip, sonradan açacağı işçi alacağı davasında ben aslında iş akdimi ödenmeyen fazla mesai ücretlerim nedeniyle feshetmiştim, haklı nedenlerim vardı ve haklı fesih yapmak istemiştim şeklinde beyanda bulunamaz. İşçi istifa dilekçesinde belirttiği nedenle bağlı olup dava ile istifayı haklı feshe dönüştüremez.
Ancak eğer işçi, neden belirtmeksizin bir istifa dilekçesi vermişse, örneğin görülen lüzum üzerine diyerek istifa etmişse, makul bir süre içerisinde istifasını haklı feshe dönüştürerek işçilik haklarını talep edebilir.
Uygulamada, işçi iradesinin fesada uğratılması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Ancak işverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, yani hayatın olağan akışına ters durumlarda gerçek bir istifa iradesinden bahsedilemez. Bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İstifa dilekçesinin içeriğinin, dilekçede kullanılan ifadelerin yanında; istifa dilekçesinin verildiği koşullar, işçinin çalışma koşulu, vasıflı/vasıfsız işçi olması, çalışma süresi vb. unsurlarda Mahkemeler nezdinde değerlendirmeye alınmaktadır.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi bir kararında “istifa dilekçesinde kullanılan ifadeler ile tanzim şekli ve davacının vasıfsız işçi olduğu dikkate alındığında işveren tarafından dikte ettirildiği izlenimi uyandırmaktadır. Davacı tanık anlatımları da nazara alındığında işyerinde bu tür belgelerin işçiler tarafından işten çıkarılmak korkusuyla imzalandığı anlaşılmakla iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep olmaksızın feshedildiğinin kabulü gerekir.” Şeklinde örnek bir karar tesis etmiştir.
Mahkemeler nezdinde, tazminatın ödenmesi karşılığı istifa dilekçesi imzalatılması, istifa etmeleri halinde soruşturma yapılmayacağı, istifa dilekçesine rağmen kıdem ve ihbar tazminatının ödenmesi, birden fazla işçinin aynı gün istifası, işveren veya vekilinin işçiyi odada baskı altına alması, istifa dilekçesinde haklarının saklı tutulması gibi durumlarda istifa olsa bile işçinin iradesinin fesada uğratıldığı, geçersiz işveren feshi olduğu ve işe iadesine karar verildiği veya tazminatlara hak kazandığı görülmektedir.