O da tezgâhlarda gani gani yok ancak “Şöyle ağız tadıyla yemek istiyoruz” derseniz, nasıl alınır, nasıl pişirilir, nasıl yenir, bu
işin hocası Fevzi Çimşit’e sorduk. Fevzi Hoca, Trabzon’daki çocukluk yıllarından bu yana balıkla meşgul. 1970’lerin başında
el arabasıyla sattığı balık işinde bugün dört restoranda günde 3 bin kişiye balık yediriyor. Hatta kitabını yazmış.
◊ Neden şimdi yemeliyiz? Çimşit’e göre, kalkan mart ayının başından nisan sonuna hatta mayısın ortasına kadar yenilebili-yor. Çünkü en yağlı ve lezzetli olduğu dönem tam da bu sıralar.
◊ Fiyatı ne kadar? Bu yıl lüfer, hamsi ve palamutta da sıkıntı var. Balık az, fiyatlar yüksek. Kalkanda da benzer sorun var. Fiyatları pahalı. Geçen yıl hamsinin kasası (ortalama 12 kilo) 25 TL iken, bu yıl kilosu 25-30 TL idi. Kalkanın kilo fiyatıysa 150-180 TL arasında değişiyor.
◊ Neden az? Balığın bu yıl fazla olmamasının nedeni havaların sıcak olması, deniz suyunun yeterince soğumaması ve balığın serin olan derin sulara gitmesi. Gelen balıklar da Romanya ve Gürcistan taraflarından geliyor. Böyle olması balığın iki-üç gün sonra sofraya gitmesine neden oluyor. Tazeliğini de kaybediyor.
◊ Nereden alınır?
Son zamanlarda yeniden hararetle tartışılır oldu definecilik.
En önemli sebebi, bu konuda bir de derginin çıkmış olması. Cinlerden işaretlere kadar pek çok başlığın yer aldığı dergide, antik dönemde kullanılan dayanıklı Horasan harcının nasıl kırılacağına kadar bilgiler de bulunuyor. Meseleyi iyice anlamak için hem derginin yönetimiyle hem de itirazı olan arkeologlarla konuştuk. Bununla da yetinmeyip bir defineciyle araziye çıktık. Fotoğraf çekimi için rastgele gittiğimiz alanda bir Bizans sikkesi bile bulduk.
Basında tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili pek çok haber yer alıyor. Ancak uzmanlara göre bu haberlerde geçen rakamların çoğu gerçeği yansıtmıyor. Özellikle paralar çok abartılıyor. Ayrıca ele geçirilen çok sayıda tarihi eser de medyaya yansımıyor.
Tartışma ocak sonu başladı. ‘Define’ adında bir dergi basılmış, arkeologların yoğun tepkisini toplamıştı. Piyasada dergiyi aradım; bayilere, kitapçılara baktım, yoktu. Sonra sadece internet üzerinden satıldığını öğrendim. Üç sayı çıkmıştı, üçünü de satın aldım. Kampanyalı fiyatı üç sayı için 60 TL idi (tek sayı 30 TL). Kargoyla geldi ama fatura verilmedi.
Tek tek incelemeye başladım. İlk sayı define haritalarıyla başlıyor. İçinde arazide arama yöntemlerinden Türkiye’nin altın haritasına, işaretlerden eşkıya belgelerine kadar birbirinden ilginç konular yer alıyor.
‘Mezarlık’ bölümü büyük yer kaplıyor. Girişleri detaylı anlatılırken, mezar çeşitlerine dair de bilgi veriliyor. Sit alanları ele alınmış ancak buralarda kazı yapmanın yasak olduğu belirtiliyor.
Ermeni evleriyle ilgili de ilginç bilgiler var. Definecilerin buralarda çok arama yaptığı çünkü bulunan gömülerde genelde altın olduğu vurgulanarak, dikkat edilecek hususlar belirtiliyor. İlginç kısımlardan biri şöyle:
Yapıyı analiz ettirmenin 3 yolu
1) Birincisi, bağımsız firmalar... Taşıyıcılardan karot ve demir örnekleri alınıyor. Laboratuvarlarda incelenip binanın röntgeni çekiliyor. Projesiyle karşılaştırma ve zemin etüdü yapılıyor.
Fiyatı: Metrekaresi ortalama 15-30 TL arasında değişiyor.
Süresi: 7-8 katlı bir apartmanın bir buçuk aydan önce bitmiyor.
2) İkincisi, hızlı tetkik teknikleri... ATC21-22 metotları, Japon indeks ve P25 metodu var. Maliyeti daha düşük. Ultra ses teknikleriyle karot almadan ölçümler yapılıyor. Basit, tahribatsız tekniklerle yapı sorgulanıyor. Binanın çöküp çökmeyeceği belirlenebiliyor. Ancak yanılma payı daha yüksek.
Fiyatı: Metrekaresi 1-2 TL.
Süresi: 2 saat
3)
Türkiye’de daha önce benzer pek çok organizasyona katıldım. Bu, ilk yurtdışı maraton deneyimimdi. Her şey farklıydı. Bir kere, yarışa katılan sayısı bile başlı başına bir olaydı. Sanki bütün kent geçen pazar kendini koşuya adamıştı. Etkinliğin mottosu olarak ‘Umut için koşun’ seçilmişti ve 19 bin kişi, binlerce Afrikalı için koştu.
Kentin simgelerinden biri olan, ünlü kâşif Kristof Kolomb’un heykeline yakın bir alandan start aldık. Sabahın erken saatlerinde sadece koşucular değil, aileleri de başlangıç alanını doldurdu. Saat 08.45 olduğunda beklenen an gelmişti.
Yarış başlamıştı ancak 15 dakika sonra, halen başlama çizgisini geçememiştim. Çünkü 19 bin kişi aynı anda yarışa başladı. Ortalarda bir noktada yerimi aldım ve kentin neredeyse tüm sokaklarında, 21 kilometre boyunca koştum.
Önce ‘Ironman nedir?’ buradan başlayalım. 1977’da Hawai’de Honolulu asıllı çift Judy & John Collins tarafından ilk kez düzenlendi. O tarihte Collins’ler birbirinden farklı yüzme, bisiklet ve koşu yarışlarını birleştirerek yeni ve zorlu bir yarışın ortaya çıkmasına vesile oldu. Bir yıl sonra yapılan yarışın adı artık Ironman’di... Asıl Ironman yarışının parkuru şöyle: 3.8 km yüzme, 180 km bisiklet ve 42 km koşu. Ancak yıllar sonra katılımları artırmak için ‘Ironman 70.3’ adıyla tam bu mesafelerin yarısı kadar uzunlukta yeni seri yarışlar başladı. Halk arasında buna ‘half’ yani yarı Ironman de deniliyor. (70.3’ün anlamı da şu: 1.9 km yüzme, 90 km bisiklet ve 21 km koşunun mil olarak toplamı) Yarışan sporculara da triatlet deniliyor. Ironman, bugün 23’ü Avrupa, 19’u Asya ve 52’si Amerika’da olmak üzere dünyanın 92 farklı yerinde gerçekleşerek büyük bir spor organizasyonu. Sadece yarışan triatletlerin sayısı yılda 150 bin. İşte bu dev olay son dört yıldır Türkiye’de.
Zor ama imkansız değil
Bu tutkunuza evliliğinizin olumlu ya da olumsuz bir etkisi oldu mu?
- Evliyken etkisi iyi yönde oldu, çocuk olmadan önce birlikte bol bol seyahat ettik.
Şeytanın Avukatı / New York
Çocuğunuzu götürüyor musunuz seyahatlerinize?
Kapadokya, bana göre ‘dünyanın en önemli seyahat noktalarından biri’ Ancak maalesef şu anda pek de hak ettiği yerde değil. Belki de bunu iyi değerlendirip turist akınına uğramadan bu coğrafyayı derinlemesine gezmek, öğrenmek gerekiyor.
‘Turist akınına uğramıyor’ demek belki de tam olarak doğru değil. Çünkü ne zaman gitsem kalabalık hiç eksik olmuyor Kapadokya’da.
Ancak iyi turistler burayı günlerce vadilerin arasında dolaşarak geziyor. Sadece ‘mutlaka görülmesi gereken yerler’i -Üç Güzeller, yeraltı şehirleri, balon turu, Uç Hisar, Kızıl Vadi vb.- değil günlerce yürüyerek geziyorlar Kapadokya’yı.
Bir Amerikalı turistin 14 günlük yürüyüş rotası çıkardığını biliyorum burada.
Nedenini anlamak için aynısını yapmak, vadiler arasında dolaşmak, köylere gitmek gerekiyor. İşte o zaman ne kadar büyülü bir yer olduğunun farkına varıyorsunuz.
Geçen yıl İsviçre’de yapılmıştı The North Face Mountain Festival (Dağ Festivali). Bu yılsa İtalya’da gerçekleşti. Üç gün boyunca dağlardaydım yine. Çadırda kaldım, dağlara tırmandım. Ne şehir stresi kaldı ne de derdim tasam. Arındım resmen... Üstelik bu sefer ilk kez acayip bir deneyim yaşadım. Via ferrata... Önce bundan başlayayım anlatmaya... Her yıl yapılan Dağ Festivali kapsamında onlarca etkinlik düzenleniyor. ‘Dağ yürüyüşleri’nden ‘zirve koşuları’na, ‘kano’dan ‘yamaç paraşütü’ne onlarca etkinlik... Hepsini yapmak istiyordum ancak vakit açısından mümkün değil. Birkaçını seçtim. Geçen yıl 134 metreden küçük bir göle atlayıp hayatımın illk ‘bungee jumping’ deneyimini yaşamıştım. Bu yılsa yine bir ilk oldu. Aslında adını ilk duyduğumda ne olduğu bilmiyordum. Kısa bir araştırmadan sonra kararımı verdim, “Tamam, budur!” dedim. ‘Via ferrata’, İtalyanca ‘demir yol’ anlamına geliyor. I. Dünya Savaşı sırasında orduların geçit vermeyen Alpler’i aşması için demir yollar inşa edilmiş. Zirvelere kadar çakılan demir tutamaçlardan binlerce asker zirveleri aşmış. Şimdi bu yollar, dağlarda sportif amaçlı kullanılıyor. Adımı ilk yazdırdığım etkinlik bu oldu.
Önce üç saat yürüdük