Nihat Demirkol

Bir kent nasıl yavaşlayabilir?

24 Eylül 2022
YAZIN son günlerinde, hatta güz esintileri de başlamışken, vesileyle, bir sonbahar yaprağı misali; aklımdan hiç çıkmayan bir şiir düştü ayaklarımın dibine. Bu yazı, o vesileyi anlatır... “İlkyaz”daki dizelerinde Gülten Akın, “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya...” der malum. Ve ince şeyler için durmadan önce, biraz yavaşlamak gerektiği çıkarımını da, okuyucunun idrakine bırakır...

 


İnce şeyleri görebilmek için, bir kent nasıl yavaşlayabilir? Bu sorunun, basit ama yadırganan bir yanıtı var. Çünkü, yavaşlayarak incelmesi, sıradanlıktan kurtulması, ayrıcalıklı ve gözde olması için; büyük olması yetmez, küçük olması yetmez... Güzel olması, “yüzüne bakılamayacak kadar çirkinleştiği halde, aman daha beter olmadan görelim” kaygısını yelpazelediği için görülmeye değer bulunması yetmez. Yüksekte olması yetmez; tabii alçakta olması da... Sıcak olması yetmez, soğuk olması da... Eski olması tek başına anlamlı değildir. Sadece yeni olduğu için de anlam kazanmaz. Sadece ucuz olması belirleyici değildir. Sadece pahalı olması da, insanları kaçırmaya yetmez. Kent sakinlerinin varlıklı ya da yoksul olması yetmez, tek başına... Özgün bir mutfağı olması da yetmez, açlıktan kırılıyor olması da. Sadece sanat üretilmesi yetmez orada; sanatın, sadece tüketilmesi de yetmez. (Bizde küçümser bir edayla kullanılsa da, ben hakkını vererek anlamlandırıyorum...) Sadece çalgıcıları olması yetmez, dinleyicileri olması yetmez sadece... Bunların hiçbiri tek başına yetmez! Bunların hepsini, bir arada, anlamlı, görünür, duyulur, iz bırakır, katma değere dönüştürür ve tarihe not düşürür hale getiren şey, o kentin herkesin göremediği “inceliklere verdiği değerdir”.
Bakınız, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’ndan gelen “ince bülten”de ne diyor? “...İKSEV, 2015 yılından bu yana sürdürdüğü Uluslararası Çalgı Yapımı Atölyelerini yeni bir aşamaya taşıyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinden ustalarla çalgı yapım öğrencilerini buluşturan 5. Uluslararası Çalgı Yapım Atölyesi ve Sergisi’nin yanı sıra bu yıl Türk ve yabancı çalgı yapım ustalarını bir araya getiren, ustalık sınıfı niteliğindeki ‘İzmir Buluşmaları’ etkinliğini de düzenliyor. Bu buluşmaların ikincisi ve ‘Uluslararası Çalgı Yapım Atölyesi’, 26 - 30 Eylül 2022 tarihleri arasında İKSEV Karataş binasında gerçekleştirilecek. ‘İzmir’i uluslararası bir çalgı yapımı merkezi haline getirmeyi amaçlayan’ etkinliğin bu yıl ki konukları, her biri çalışmalarını Fransa’da sürdüren ve alanında çeşitli yarışmalardan ödülleri de bulunan Andrea Frandsen (Danimarka), Francois Dennis (Fransa), Gilles Duhaut (Fransa) ve Helene Beaury (Fransa) ile Öğr. Gör. Halide Karabiber (Anadolu Üniversitesi), Öğr. Gör. Dr. Murat Ufuk Güler (Dokuz Eylül Üniversitesi), Öğr. Gör. Sinan Uçar (Bülent Ecevit Üniversitesi) ve çalgı yapımcısı İsmail Kaya olacak. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin de destek verdiği etkinlik kapsamında, 30 Eylül 2022 Cuma günü saat 14.00’de aynı zamanda ‘Traité de Lutherie’ isimli çalgı geometrisi kitabının yazarı olan Francois Dennis İKSEV’de bir de seminer verecek...”
“Sınırlı bir kitleyi ilgilendiriyor ve pazardaki limon fiyatlarına da bir etkisi olmaz (?!)” zannedilen bu haberi, gönül telimi titrettiği için paylaşmak istedim. Bazı okuyucunun, “her iş bitti de...” diye sitem edeceği bu yazıda, İncelik şuraya gizlenmiştir: “Dünyalığını çalarak yapanların baştacı edildiği ülkelerde, çalgılarını çalarak sanat yapanlar” çok da ciddiye alınmazlar. Kuşkusuz, bu bir tercihtir... Bu tercihin sonuçlarını kader zannetmek ise, incelikten hayli uzağa düşer. Onun adı başka bir şey; buraya yazamıyorum.

Yazının Devamını Oku

Kentsel Dönüşümde, İzmir Modeli: “Halk Konut”

13 Eylül 2022
İZDEDA (İzmir Depremzedeleri Dayanışma Derneği) Başkanı Haydar ÖZKAN Ve Genel Sekreteri Aytekin KESKİN ile yapılan röportaj. Çıkartılan envanter, bize neler söylüyor ?


30 Ekim 2022 tarihinde, ilimizde meydana gelen deprem sonucunda,117 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 3550 adet ağır hasarlı bağımsız bölüm,8380 orta hasarlı bağımsız bölüm, 66311 adet bağımsız bölüm az hasarlı olarak tespit edilmiştir.

Kamusal ölçekte, hareket plânı ne idi ?
Çevre şehircilik ve iklim bakanlığı tarafından, ağır hasarlı bağımsız bölümler için proje alanları ilan edilmiş olup, hasar gören binalar teslim edilmiştir. Yine ağır hasarlı olan bağımsız bölümler için, şehir hastanesinin yukarısında rezerv alanı olarak ilan edilen bölümde konutların yapılmasına devam edilmektedir. Depremde hasar alan orta ve az hasarlılar için vatandaşlarımız müteahhitlerle görüşmeye devam ederken diğer taraftan TOKİ’nin açmış olduğu ofise de müracaat etmektedirler.

Plânlanan ile gerçekleştirilen arasındaki fark itibariyle, neredeyiz ?
Depremin üzerinden yaklaşık 22 ay geçmiş olmasına rağmen elde edilen sonuçlar tatmin edici değildir.

Bu yetersiz sonuçların, sebepleri ana hatlarıyla nedir ? Gelişmeler...

Yazının Devamını Oku

Siyah ağıtların kırmızı alın yazısı

23 Temmuz 2022
 FADO’nun, Amália Rodrigues (1920-1999) ve Alfredo Marceneiro (1891-1992) gibi efsane isimlerine, kuşak olarak son dakikada yetiştiysek de, Mariza’nın (Reis Nunes), hem hanemizde ayrı bir yeri vardır, hem de adı Portekizli Ronaldo’dan daha sık anılır...

Doğulu ülkelerin en batıda olanı Türkiye’den, (Gökçeada İnceburun’u saymazsanız), Türkiye’nin de hemen en batısından, Çeşme Kalesi’nden bakıp da, İber Yarımadası’nın ve Avrupa’nın en batısındaki Portekiz’in kadim müziği için bir konser yazısı yazmak zor; belki işin ruhuna aykırı ama, deneyeceğiz... Ortak noktamız, (birebir çevirisi mümkün değilse de, Fado’nun kelime anlamı itibariyle...) “kadere veya alın yazısı”na yakın duruşumuz olabilir.

TESADÜF OLMAYANI GETİRDİ
Denizci bir milletin müziğidir Fado! Balıkçı, seyyah, kâşif ya da az biraz korsan... Hiç fark etmez! Cevat Şakir’in “Aganta Burina Burinata”sında, “Balıkçılar... Kara bahtlı balıkçılar” diye ünlediği satırları bir düşünün. Değil mi ki, sevgililer, eşler denize uğurlanır ve umutla onların geri dönmesi beklenir... Ve değil mi ki, beklenenler artık geri dönmeyecektir... İşte, Portekiz kadınlarının; derin acılar, hüzün, bitmeyen özlem, boğazda düğümlenen mutluluklar ve bunların aşk lisanıyla ifade edildiği, üstelik denize karşı yaktığı ağıtlardan, 19. yüzyılda türediği söylenir, Fado’nun... Yani, yaygın iki Fado geleneğinin, adını Lizbon ve Coimbra şehirlerinden alması da tesadüf değildir. İşte İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV), bu “tesadüf olmayan”ı getirdi sanatseverlerin ayağına...

BİZ DE ORADAYDIK DEMEK
35. Uluslararası İzmir Festivali, öyle bir konserle veda etti ki bu sene, haziranın başından beri Çeşme’deki evlerinden çıkmaya üşenen İzmir destesinin “as, papaz, dam ve vale”leri bile (-biz de oradaydık- demek için de olsa...) Çeşme kalesinin hırpalayan merdivenlerini tırmanmak zorunda kaldılar...
Dediğim gibi, bir Fado yazısı yazmak zor; hoşgörünüze sığınarak, kendi çıkarımlarımı paylaşacağım... Titreyerek parlayan sesi ve tutkusunu esirgemeyen söyleyişi ile dinleyicileri avucunun içine alan Tânia Oleiro’ya, Portekiz gitarında Bruno Chaveiro, klasik gitarda ise Joao Domingos eşlik etti. Sanatçının, “sözcükleri anlamasanız da, hissedeceksiniz” demesine, dakikalar ilerledikçe, ben bir de şu anlamı yükledim: “Evet... Kendisinin de söylediği gibi, -belki büyük bir aşk değil- ama, büyük bir kayboluş var ortada. Sert, keskin; buna karşılık nahif, kırılgan, buğulu... Öyle ki, Portekizce bilmeden, Fado’nun başka bir dilde söylenemeyeceğine bile iman ediyor insan...

ÇALANIN ELİNDE BAMBAŞKA

Yazının Devamını Oku

Kampçılık üstüne ‘Altın’ hatırlatmalar

13 Temmuz 2022
TEMMUZ 2018’de, “...Turizm Bakanlığı tarafından 1963 yılında belgelendirilmiş ‘Türkiye’nin 99 numaralı turistik tesisi’, dahası, deniz kıyısında tatil yapılması amacıyla kurulan ilk yirmi tesisten biri ve Türkiye’nin ilk kamping/motel işletmesi olarak bildiğimiz ‘Altın Kamp’tan’ ve bu köşeden seslenirken; (ki, pandemi kampçıları da, karavancıları da henüz gündemde yoktu...) değerli okuyucunun kulağına, kampçılık deneyimimi de fısıldayıvermiştim. 4 yıl sonra o kıdemi düzeltiyorum. Ulaşabildiğim ilk karenin arkasında; ‘Foto Necati Ender - Burhaniye... Telefon: 42’ kaşesi var. Belime geçirdiğim ‘simit’ ile denizde çabalıyorum. Annemin el yazısıyla da ‘12 Temmuz 966... Altın Camp, Nihat Yüzerken... notu düşülmüş... / ... Tahir Hoca’nın, beni kucağına aldığı fotoğraf, bir diğeri...” Yani bu yazıyı yazmaya birazcık hakkı olan 56 yıllık bir kampçının satırlarıdır okuyacaklarınız.



KOVİD’LE ANLAŞILDI
Bütün dünyayı hırpalayan “Kovid haşeresi”nin, göreli kazançlarından biri, her otomobilin bagajına demirbaş olarak yerleşen katlanır 1 masa ve birkaç sandalye alışkanlığıdır sanıyorum. Ve bu alışkanlığın, bazı hallerde farkındalık filizi halinde uç vermesi ise, daha da sevindiricidir. Çünkü bu farkındalık, giderek yeşile, maviye ve doğaya yakın bir dizi başka renge dönüşme eğilimi gösterir... Bu haliyle (kampçılığın hası olan) çadır, uyku tulumu ve “milyarlarca yıldız altında uyuma” geni tetiklenebilir çünkü... Ve bu huzur ve estetik, yeterince demlenebilirse, açıkhavanın tek keyfi olduğu zannedilen “mangal geni” de, belki bir miktar güç kaybeder...

KARAVAN MERAKLILARI
Ülkemiz kampçılığı açısından ikinci önemli sonucu ise, “karavan meraklıları”nın sayısındaki artıştır. Kazançtır; çünkü üreticisinden son kullanıcıya, ithalatçısından kamping işletmelerine (?!) kadar, birbirini besleyen bir zincirin, ilk halkasını oluşturur bu talep... Ama biz son 1-2 yıldır, sadece kayıpları konuşmak zorunda kalan bir ülke haline geldik. Çünkü, her şeye olduğu gibi, bu işe de tersinden yanaştık. Ünlü arama motorlarındaki “satılık karavan ve motorkaravan” sayısı, ben bu yazıyı yazarken toplam 2.556’ya ulaşmıştı... Bu sayıya ithal karavanlar ve ilana düşmeden el değiştirenler dahil değil. Evinin önünde kendi imal ederek kendini bu dalgalar bırakanlar ayrı yazı konusu olur. “Önce bir kiralayıp deneyelim, sonra bakarız”cılar, en makul telden çalanlar. “Hayatımın hayali” diye gün geçirenler ki, sadece maliyet artışlarına odaklanıyorlar. “Ben kampinglere para vermem, istediğim her yerde kamp yaparım” bedavacıları ise, meseleyi hiç anlamamış olan gruptur. Oysa karavancılık, ne yazık ki “karavan sahibi olmak” demek değildir! Bu sadece bir ayrıntıdır.

Yazının Devamını Oku

Agora gecesinde ‘6 büyücü’

10 Temmuz 2022
BİR Bavyera köyünden trene binmişler de, Basmane’ye gelirken “Hilal” istasyonunda inmişler gibi; birer “Heidi” sadeliğiyle çıktılar sahneye...

Sadece siyah-beyaz giyinmeleri, seslerindeki envai renge ve buhura güvendikleri içinmiş meğer... Güler yüzlü ve barışıktılar... Madrigal bir ayinin tütsülenmiş tınısını, sanki çok önceden içlerine çekmişler gibi; basit, gösterişsiz, fakat insanın içine işleyen bir nefesle gökyüzüne salıverdiler... Bu üfleyiş öylesine etkiliydi ki dinleyenler, serbest kalan bu nefesin büyüsü bozulmasın diye, bir müddet nefesini tutmak zorunda kalacaktı... “İçlerindeki çocuksu ruhu kaybetmemiş” altı kadın sanatçıdan, Viola Blache (Soprano), Helene Erben (Alto), Franziska Eberhardt (Soprano), Luisa Klose (Alto), Marie Charlotte Seidel (Mezzo soprano) ve Marie Fenske’den (Soprano) oluşuyordu “Ensemble Sjaella...” Ve “One Charming Night - Büyüleyici Bir Gece” adını verdikleri repertuvarlarını, medeniyetin, bilinen en eski enstrümanı ile; sadece “insan sesi” ile seslendirerek, “A Capella” yelpazesinin hemen her kıvrımında, olağanüstü bir ciddiyet ve disiplinle dolaşarak örneklediler. İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın (İKSEV), düzenlediği 35. Uluslararası İzmir Festivali’nde tarihi Agora; görünen-görünmeyen yüzü ve derinliği ile yine hazırdı evsahipliğine... Bir açıkhava konserinin olası tuhaflıkları ise, 35 yıldır olduğu gibi, yine pusuda bekliyordu ve başına buyruk halleri ile, onlar da gösteriye hazırdı... Birer birer sahne aldılar... “Uçaklar, köpekler, megafonlu seyyar satıcılar, taksi kornaları, motosiklet varyeteleri ve nihayet birkaç el de silah sesi...” Ama dedik ya, “barışık”tılar... “Patates - soğan satıcısı”- na, mikrofondan “okey, okey...” tebessümüyle karşılık verecek kadar... Bu sakinlik ve teslim oluşun, başka bir önemli sebebinin de, mutlaka altı çizilmeli! Bizim için İKSEV, her festivalde, her sene vitrine çıkartmasa, “İkiçeşmelik”in orta yerindeki, bildik Agora idi orası sadece... Ama, “geceyi büyülemeye gelip de, geldikleri yerde büyülenen büyücüler” için, (konser sırasında sık sık tekrarladıkları gibi...) “benzersiz bir mekânda şarkı söyleme şansı bulmaktan duydukları mutluluğun adresi” oldu... Konsere “Northern Lights” adlı şarkıyla başladılar. En eskisi 1485’e kadar uzanan, en yenisi 1985’e tarihlenen, o kadar zengin ve çok uçarı bir iksirle doldurdular ki “büyü kazanını”; gece boyunca, “Ola Gjeilo’dan Fredrik Sixten’e, Martin Luter King’den Shakespeare’e, Henry Purcell’den Francesca Turina Bufalini”ye kadar pek çok isimle göz göze geldik, diz dize oturduk... Kuş sesi ve konrabas taklitlerinden, Norveç, Danimarka ve Finlandiya halk ezgilerine, İngilizce, Fransızca, İtalyanca şarkılara kadar, duyduğumuz duymadığımız pek çok nota ile düzen aldı kulaklarımız. Bir “koltuk davulu”nun abartısız ritminden, farklı boydaki 6 su dolu kadehin müzikal uğultusuna kadar, “büyü için” her malzemeyi kullandılar. A Capella olunca, şarkı aralarında akort yapmadılar mı sanıyorsunuz? Ceplerindeki diyapazonla, kimselere göstermeden zarifçe çekiştirdiler ses tellerini... Nihayet, “Gute nacht” vakti dediler ve dinmeyen alkışlara, eski bir Alman halk şarkısıyla teşekkür ederek bitirdiler. Keşke, “bir bilen” (o her kimse?), bis olarak Türkçe bir halk türküsünün finale çok yakışacağını da söyleyiverseydi... 35. Uluslararası İzmir Festivali, 20 Temmuz 2022 Çarşamba gecesi, Çeşme Kalesi’nde Portekiz Büyükelçiliği ve İzmir Fahri Konsolosluğu işbirliği ile yapılacak “Fado” konseriyle sona erecek.

Yazının Devamını Oku

Yaz akşamında, “Tango Sıcağı…”

7 Temmuz 2022
Ya da tam tersi !

İzmir bir “zıtlıklar şehri…”
Belki de, cazibesi buradan besleniyor.
Hiç beklenmedik bir davet alıyorsunuz;
Aziz Vukolos Kilisesi’ne giden sokakların karanlığı,
Arjantin tangolarının parlak ışığına çıkıyor.
Dilini anlamadığınız siyahîlerin sohbeti,
Carlos Gardel’in şarkılarında, “aşk’ın anlaşılır yüzü”ne dönüşüyor.

Yazının Devamını Oku

Celsus Sahnesi’nde, “Olağan Şüpheliler…”

28 Haziran 2022
Ben söylemiyorum; “bir kez daha suç ortaklığı içindeyiz…” diye kendileri itiraf ediyor. O halde, bu unutul(a)maz ve “T’abî Mustafa Efendi’den ilhâm almış beyâtî gece” için, başka fail aramaya lüzûm yok ! Bakmayın, “bu gece, ilk defa sizler için bir araya geldik” filân demelerine; zaten her yerde “aranıyorlar…” 4 kişiydiler… Ön sıralardaydım; hepsini teşhis edebilirim…



Evet onlar “çaldılar !” Enstrümanlarının geleneksel ifadesini aşan bir yorumla, “Osmanlı coğrafyasından, Çîn-ü Maçîn’e, Endülüs’ten Afrika’ya, Kadıköy’den Paris’e uzanan” farklı bir “ipek yolu”nu, bambaşka bir “ay”ın altında yürüdüler… “Şamanizm üfleyen pentatonik dizilerden, segâh’a, sabâ’ya uzanan” müzikal şiirler söylediler. “-Klâsik Doğu (makam) Müziği-ni, Flamenko’nun feryadıyla; dahası Endülüs cante jondo (derin şarkı) geleneğinden gelen lirik, masalsı ve arınmış bir virtüözite ile” sarmaladılar…

“La Luna De Seda” (İpek Ay) isimli son projesinde; yine, (asıl ün yaptığı) ve beş telli kontrbasında kullandığı özel enstrüman tekniği ve deneyselliğiyle kanatlanan Renaud Garcia - Fons, tartışmasız “elebaşıydı !” İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı'nın (İKSEV) düzenlediği 35. Uluslararası İzmir Festivali’nde, Institut Français İzmir işbirliği ile gerçekleşen konserde, “telliler”in bu inanılmaz buluşmasında; daha önce farklı projelerde birlikte olduğu, “İncesaz”ın buğulu sesi ve İhsan Özgen ekolünün seçkin arşesi Derya Türkan (kemençe), çağdaş ve klâsik batı müziğinden ladino, rembetiko ve daha fazlasına uzanan ufkuyla Serkan Halili (kanun) ve Flamenko’nun yanık notalarında, herzaman aranan bir yorumcu olan Kiko Ruiz (Flamenko gitar) ile birlikte sahne aldılar. Demem odur ki, “orada ol(a)mayanlar”a tarife çalıştığım müzikaliteyi, “eşi menendi görülmemiş bir ritim algısıyla, ezgi ve zaman zaman da, doğaçlamayı beraber keşfetmeye yönelik bu derin arzuyu – suçu” herkesin gözü önünde, “teşekkül halinde” işlediler…

Bu yılki festivalde, “…ben de oradaydım” diye hoş bir icat çıkarttı, İKSEV. Hem de “dejavu” tacirlerini kıskandıracak “anı cümlecikleri”, her seferinde, “…siz orada olun diye biz 35 yıldır buradayız” vurgusuyla bitiyor. Aynı döngünün rüzgârıyla, işte cumartesi akşamı Efes - Celsus Kütüphanesi’nde olanlar da, bizim artık buralarda olmadığımız senelerde, etraftakilere nispet yapmak için, dinlediklerini ve sahnede gördüklerini anlatacaklar. Kulakları kadar, gözleri de tanık olduklarını saklayacak elbet. Ve sanıyorum şu satırları da ekleyecekler; “müzik yaparken, gözlerinin içi gülüyordu, olağan şüphelilerin… Sakin, dingin ve huzurluydular… Gül yüzlüydüler…”

Yazının Devamını Oku

“Coğrafya kader” derler ; “repertuvar” da öyleymiş !

9 Haziran 2022
Rus besteci Modest Petroviç Musorgski, 28 Mart 1881’de, St. Petersburg’da öldüğünde, 1904’teki Uluslararası Paris Fuarı’nın açılmasına daha 23 yıl vardı.“Matruşka Bebekler”, ilk kez bu fuarda görücüye çıktı.

 

Birden fazla olmasıyla kadının doğurganlığını, iç içe geçmesiyle de annenin korumacı yönünü betimliyordu. O yıldan sonra, dünyanın her ülkesinden talep görmeye başladı. Ahmet Adnan Saygun, Fuarın kapılarını kapatmasından 3 yıl sonra doğdu... İşin tuhafı, Musorgski’nin öldüğü yıl Selânikte doğan Mustafa Kemal’in, günümüzden 100 yıl önce İzmir’i kurtaracağını ve Belkahve’den şehre bakıp, “hitâmuhû misk – mis gibi bitti” diyeceğini de, bu yazıyı yazan, okuyan, hattâ yazıda adı geçen hiç kimse bilmiyordu… İşte, Uluslararası İzmir Festivali’nin, “35. Yıl Açılış Konseri”ni, “kurtuluşunun 100. yılını kutlayan İzmir’e armağan edişi”, resmin “coğrafya” bölümüydü.

İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın (İKSEV) evsahipliğindeki, 35. Uluslararası İzmir Festivali’nin, “Açılış Konseri”nde, Şef Gürer Aykal yönetimindeki İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, uzun geceye, Hasan Uçarsu’nun son satırlarına “Şu İzmir’den Çekirdeksiz Nar Gelir...” serpiştirilmiş “İzmir, Güzel İzmir” adlı eseriyle başladı. Ardından, “Türk Keman Okulu”nun uluslararası arenadaki itibarlı temsilcisi “Cihat Aşkın”ı ağırladı… Akademisyen yorumcu, Mozart’ın “5. Numaralı Keman Konçertosu / Türk-çe” adlı eserini seslendirdi ki, tarifi bu köşeye sığmaz !

Okuduğunuz yazıya, “matruşka yakıştıması” için ilhâm veren de, aslında konserin solistiydi. Çünkü aynı gün, sosyal medyada, paylaştığı satırlar, öykünün iç içe geçen kısmını tarifliyordu: “…Besteci Hasan Uçarsu, kuşkusuz günümüzde eserleri ülkemizde ve yurt dışında yorumlanan en önemli bestecilerimizden biri. Yazı dili, orkestrasyon ustalığı, farklı renkler ve tınıları kullanarak yeni soluklar getirmesi en çok dikkat çeken unsurlardan. Onun daha önce bir çok eserinin seslendirilmesinde bulundum. Eserlerinin felsefî ağırlığı, akıcılığı ve çeşitliliği karşısında, geniş bir kitlenin beğenisi ortada… Bugün onun ‘Güzel İzmir’ isimli eseri, açılış konserinde ilk defa seslendiriliyor…” Cihat Aşkın’ın, sonraki satırlarda özetlediği kompozisyondan, kendi matruşkamıza ilişkin, küçük bir ev ödevi çıkartmak gerekiyordu… Ben de öyle yaptım.

“…Maestro Gürer Aykal, Ankara Devlet Konservatuvarı kompozisyon bölümünden, Adnan Saygun’un sınıfından mezun; yani Saygun’un öğrencisi… Besteci Hasan Uçarsu ise, İstanbul Devlet Konservatuvarı kompozisyon bölümü, lisans programında Adnan Saygun'un öğrencisi olmuş. Açılış konserinin ilk bölümünde, Saygun’un bir öğrencisinin bestesini, bir başka öğrencisinin yönetimindeki orkestra seslendirdi. Konserin son bölümünde ise öğrencisi Gürer Aykal, hocasına ait ‘Opus 39, 3 numaralı Senfoni’nin, İzmir’de ilk kez seslendirilmesine imza attı. Saygun İzmirliydi ve bu açılış gecesi, bir müzik mâbedi olan Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde yaşandı…”

Gecenin ortasına rastlayan efsanevî “bis”ten bahsettiğimizde, büyük resim, bizi yazının en başına götürecek. Neden mi ? Çünkü, Cihat Aşkın’ın virtüöz kumaşından, dinleyiciler için bu akşamlık biçtiği armağan, gündemi de ıskalamayan asil bir gösteriydi. Sahnedeki “Sakin Güç”, Ukrayna Ulusal Dansı Gopak’ı (Hopak) , Musorgski’nin notalarıyla yorumladı.

Ve gelelim son soruya… Peki, bu seçkin eserlerin hepsi aynı gece mi çalınmalıydı ? Yani açılış dediğin, böyle matruşka gibi mi olmalıydı ? Onun yanıtını da, seyirciler versin artık. Benim kişisel çıkarımım, “Coğrafya kader” derlerdi ; “repertuvar” da öyleymiş !

Festival seyircisi, 9 Haziran 2022 Perşembe akşamı, saat 21.00’de, Efes- Celsus Kütüphanesi’nde , Şef Aziz Shokhakimov yönetimindeki TEKFEN FİLARMONİ ORKESTRASI’nın eşliğinde, genç kuşağın gelecek vaat eden piyanisti Can Çakmur’u alkışlamaya hazırlanıyor.

Yazının Devamını Oku