Terör örgütünün 1. Kongresi adı verilen toplantıda örgütlenme faaliyetlerine hız verilmesi, program ve kuruluş bildirgesinin hazırlanması kararlaştırıldı. Toplantıya katılanlardan Şahin Dönmez’in 1979 yılı Mayıs ayında yakalanarak itiraflarda bulunması örgütte paniğe sebep oldu. Bir yandan diğer Kürt siyasi gruplara saldırılıp suikastlar düzenleyen PKK’da “işbirlikçi-ajan” diye örgüt içi infazlar yapıldı. Örgütte tek sözde lider olarak kalan Öcalan, Suriye istihbaratının yardımıyla 1979 yılı Haziran ayında sınırı geçerken ‘terör örgütünün kuruluşunun büyük bir eylemle duyurulması’ talimatını verdi.
BUCAK AŞİRETİNE SALDIRI VE BİLDİRGE
Türkiye’deki eylemleri sırasında da desteğini aldığı Suriye istihbaratının korumasında; bugün PKK/PYD’nin merkezi olan Ayn-El Arap yani Kobani’ye, sonra da Şam’da saklanan Öcalan’ın talimatıyla 29 Temmuz 1979’da Adalet Partisi milletvekili, Bucak aşireti liderlerinden Mehmet Celal Bucak’a yönelik saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda Bucak yaralandı. Kayınpederi ve 9 yaşında bir çocuk hayatını kaybederken, PKK’lı teröristler olay yerine kuruluş bildirgesini bıraktılar. Saldırının büyüklüğü nedeniyle tüm basının sayfalarına taşıdığı PKK’nın kuruluş bildirgesinde amacı şöyle anlatılıyordu:
“Bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’da bir halk diktatörlüğü kurmak...” PKK elebaşı; Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan kopartılacak parçalarla oluşturulacak sözde “Bağımsız ve birleşik Kürdistan” söylemini sonraki yıllarda “federasyon” ve “bölgesel özerklik” şekline dönüştürdü.
45 YIL SONRA YENİLGİNİN İLANI
Ama terör örgütü 45 yılda ne Türkiye’yi ne de Türk milletini bölebildi. Sadece Esad yönetimi altındaki Suriye tarafından değil Sovyetler Birliği, İran, Avrupa ülkeleri, ABD ve İsrail tarafından desteklenen terör örgütü, 16 bin resmi ve sivil şehidimizin ve on binlerce gazimizin kahramanlığı, TSK, Jandarma, Emniyet ve korucularımızın mücadelesi, Türk milletinin ekonomik maliyeti 2 trilyon doları bulan teröre karşı mücadeleye verdiği destekle amacına ulaşamadı. PKK elebaşının 27 Şubat günü yaptığı çağrısındaki şu cümle bunun ilanı oldu: “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan, ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.”
45 yıl önce sözde “bağımsız ve birleşik Kürdistan” diye teröre başlayan Öcalan, 27 Şubat 2025 günü ne bağımsız Kürt devleti, ne federasyon ne de özerkliğin çözüm olduğunu söyledi.
Dün İstanbul’da PKK/DEM heyeti tarafından okunan 3.5 sayfalık açıklama metninde, Türk devletinin 40 yıldan beri verdiği mücadele ile etkisiz hale getirilen PKK terör örgütünün ideolojisinin çöktüğü ve amacının kalmadığı ilan edildi.
Elbette buna büyük bir anlam yüklemek için erken, dolayısıyla çağrının muhatabı terör örgütünün ne yapacağını beklemek gerekiyor.
Bu çağrı Türkiye’nin sınır ötesi terörle mücadelesini durduracağı anlamına da gelmiyor. Öte yandan PKK’nın ve Suriye kolu PKK/PYD-YPG’nin çağrıya cevap verme olasılığı çok güçlü görünmüyor.
ANLAM YOKSUNLUĞUNA DÜŞTÜ
Ancak yapılan çağrıda, PKK’nın kurucusu tarafından “anlam yoksunluğuna düştüğünü” ilan etmesi kendi içinde tartışmalara yol açacaktır. PKK elebaşı Öcalan, daha önce PKK’ya üç kez silah bırakma çağrısı yapmış, sonuncusu 2015’te olmak üzere her seferinde Türk devletine şartlar öne sürmüştü. Bu kez çağrıyı yalnızca PKK terör örgütüne yaparken herhangi bir şart öne sürmemesi dikkat çekiciydi.
Dahası önceleri savunduğu federasyon ve özerklik gibi taleplerin gündemde olmadığını söylemesi sadece terör örgütü değil onun siyasi uzantısı PKK/DEM Parti için de anlam taşıyordu. PKK elebaşı elbette bir teröristtir, bebeklerin ölüm emrini vermiş bir katildir ve aynı zamanda PKK’nın kurucusudur. Dolayısıyla “Terörsüz Türkiye” amacının gerçekleşmesinde bir adım olarak PKK’ya yaptığı çağrının metninin sabırla okunması için köşemde yer veriyorum:
TERÖRİSTLERE ÇAĞRI METNİ
Ö
Toplantıyı tuhaf yapan, hakkında usulüz yatay geçiş yaparak İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce Bölümü’nden aldığı “şaibeli” diploma sahibi olan Ekrem İmamoğlu yerine avukatları Adem Sözüer ile Mehmet Pehlivan gazetecilerin önüne çıkmasıydı. Normal koşullarda ücreti verilerek tutulan avukatlar temsil ettikleri kişileri savcılık ve mahkeme önünde savunur. Avukatlar mutlaka olacaksa hakkında iddialar bulunan kişinin de gazetecilerin karşısına çıkması beklenir. Kişinin avukatlarıyla soruları cevaplaması beklenir. Artık neyi hesap ettiyse İmamoğlu zekâsı yine devreye girmiş, kendisi yerine sorulara parasını ödediği avukatlarının cevaplamasını istemiş belli ki.
Oysa toplantıya tüm süreci yakından bilen babası Hasan İmamoğlu katılsa yerinde olurdu. Çünkü Hasan İmamoğlu, gazeteci Saygı Öztürk’e yaptığı açıklamada, “Yatay geçiş yapan sadece benim oğlum değildi. O zaman aynı fakülteden sanırım bir hafta- 10 gün içinde yaklaşık 11 kişi daha nakil yapmış. Bu nakiller şahsa ait bir durum değil” diyerek detaylı bilgi sahibi olduğunu göstermişti.
TOPU ÜNİVERSİTEYE ATTILAR
Avukat Adem Sözüer ile Mehmet Pehlivan’ın açıklamaları, usulsüz yatay geçiş kararına imza atan dönemin İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi yatay geçiş komisyonu ve yönetiminin başını yakacak cinsten. Çünkü avukat Pehlivan, Ekrem İmamoğlu’nun yatay geçiş için yeterli koşullara sahip olduğunu ve kararı üniversite yönetiminin verdiğini söylerken şunu söylüyor: “12 Eylül 1990’da İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu toplanıyor ve aralarında Sayın İmamoğlu’nun da bulunduğu yatay geçişler onaylanıyor, resmiyet kazanıyor. Komisyonun önerisi üzerine kabulü 51 kişi için yönetim kurulu veriyor. İmamoğlu, 2 Ekim 1990’da İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’ne kaydoluyor ve 2. sınıf talebesi olarak başlıyor.”
Adem Sözüer de gerekli koşullara sahip olduğunu söylediği İmamoğlu’nun yatay geçişi ile ilgili kararın üniversite yönetiminde olduğunu belirterek, İBB Başkanı hakkında savcılığın cezai soruşturma yapılmasının yersiz olduğunu söyledi.
DAÜ’NE KAYIT YALAN ÇIKTI
Basın toplantısında yapılan açıklamalardan, Ekrem İmamoğlu’nun üniversite eğitimi konusunda herkesin gözünün içine baka baka yalan söylediğini öğrendik; hem de avukatı Mehmet Pehlivan’ın ağzından...
Türkiye’de üniversite sınavını kazanamayan
Konu Ekrem İmamoğlu’nun usulsüz ve yasadışı yatay geçişle İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce Bölümü’nden aldığı diploması.
Ekrem İmamoğlu “siyasetçi” ama konu siyasi ya da herhangi bir ilkeye dayanmayan siyasetçiliği değil, kişilik meselesi. Yakından tanıyanların anlatımına göre; mizacı, baba parasıyla sahip olduğu gücü, hemşeri bağlantıları, reklamcısı, medya pazarlama ve en yakınındaki isimleri kullanarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun altından koltuğunu çekerek gösterdiği her türlü manipülasyona açık zihin dünyası ve verdiği sözleri unutmuş gibi yaparak “hatırlamıyorum, bilmiyorum” deyip, gerektiğinde çok rahat yalana başvurması onu temel özellikleri.
HER İŞİ ŞAİBELİ
“Şaibe” yalnızca usulsüz yatay geçişiyle aldığı diploma ya da başında bulunduğu İBB’nin kaynaklarını kullanma biçimi ve medya manipülasyonlarıyla sınırlı değil; CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın satın alınması konusundaki “para kulelerindeki” rolünden tutun, CHP’lilerin deyimiyle “delege pazarı” üzerinden şaibeli kurultayla CHP’yi ele geçirmesine, “demokrasi yarışı” diyerek tek kişilik önseçim tiyatrosuna kadar uzanıyor.
BABASININ BİLDİĞİ DETAY
2 Ekim 2024 günü bu köşede, “Babası bile konuştu üniversite ve YÖK suskun” başlıklı yazımda Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun oğlunun yatay geçişiyle ilgili konuştuğunu ama Yükseköğretim Kurumu (YÖK) ile usulsüz işlemin tarafı olan İstanbul Üniversitesi’nin suskun kaldığını eleştirip şu çağrıyı yapmıştım; “Tarafların bir süre sessiz kalmasından sonra Ekrem İmamoğlu ve çevresinin telaşla üst üste açıklama yapması da bundan kaynaklanıyor olabilir. Şayet, yatay geçiş hukuksuzsa sonrasında aldığı diploma da hukuksuz yani geçersiz olur. Ekrem İmamoğlu çok iyi bildiği algı operasyonları ve kendisine yakın medyacılarla gerçeği perdelemek isteyebilir ama İstanbul Üniversitesi mevcut yönetimi ya da Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) bu konuyu inceleyip ve kamuoyuna bir açıklama yaparak gerçeği tam boyutlarıyla ortaya koymalı."
SORUŞTURMA 2024’TE BAŞLADI
Basında çıkan haberleri ihbar kabul eden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı soruşturma kapsamında YÖK üzerine düşen görevi yaparak titiz bir incelemeyle hazırladığı raporu İstanbul’a yolladı. Titiz bir inceleme dememin nedeni konunun her yönüyle incelenmiş olması. Üç kişilik heyetin incelemesi sonucu usulsüzlük çok boyutlu. YÖK’ün konuyla ilgili hazırladığı raporda yasadışılık ve usulsüzlüğün boyutları şöyle ifade edilmiş: “Araştırma konusu İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı tarafından tanınırlık, yatay geçiş, yatay geçiş kontenjanları, ilan süreleri ve yatay geçiş kabulüne dair işlemlerin Yükseköğretim Kurulu kararlarına ve usulüne uygun yürütülmediği kanaatine varılmıştır.”
HÜDA PAR 15-16 Şubat 2025 tarihlerinde Diyarbakır’da sözde “insani çözüm” adı altında bir çalıştay düzenleyerek, parti programlarında da yer alan Türkiye’de bölünmeye yol açacak etnik ayrımcılık içeren maddeleri bir bildiriyle kamuoyuna açıkladı.
VATAN HAİNİNE ÖVGÜ
Çalıştayda yalanlarla, çarpıtma ve iftiralarla “Kemalist zihniyet” denilerek kurucu değerlere hakaret edilirken, Cumhuriyet’in ilanından sonra “Kürt İslam Devleti kurmak” için ayaklandıktan sonra İstiklal Mahkemesi kararı ile idam edilen vatan haini Şeyh Said’e övgüler düzüldü. Bu da yetmedi, devletin Şeyh Said için özür dilemesi talep edildi. Bölücü talepler bununla sınırlı değildi; Anayasa’da “Türk” tanımının kaldırılması dahil bölücü istekler şu ifadelerde bildiride yer buldu:
“Kürt meselesinin kaynağını oluşturan Kemalist zihniyetin ürünü olan darbe anayasası değiştirilmeli ve eşit vatandaşlık temelinde yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğu tanımlamasından vazgeçilmelidir. Devlet diline hâkim olan ırkçı, dışlayıcı ve inkârcı söylem tüm mevzuattan, literatürden ve eğitim müfredatından çıkarılmalıdır.”
TBMM’DE HAKARET
Bu da yetmedi, HÜDA PAR’ın Mersin Milletvekili
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Terörsüz Türkiye” çalışmasından terör örgütünün silah bırakması ve siyasi kolunun Türkiye partisine dönüşmesi şeklinde iki beklenti olduğunu açıklamıştı.
Bu amaçla “Terörsüz Türkiye” için İmralı’da tutuklu bulunan PKK elebaşı Öcalan’ın koşulsuz ve şartsız “PKK’ya silah bırakma” çağrısı yapması beklenirken, PKK/DEM ve HÜDA PAR yayımladığı iki bildiriyle açık açık bölücü taleplerini öne sürerek çalışmaya ağır bir darbe vurdular. Bu konu tartışılırken artık “silah bırakma çağrısı” değil, bu iki partinin öne sürdüğü şartlar konuşulursa kimse şaşırmasın.
PKK/DEM’İN ŞARTLARI
Ne demek istediğimi her iki partinin bildirisinden örneklerle anlatayım. Önce PKK/DEM’in bölücü bildirisinden örnek vereyim; 12 Şubat 2025’te Ankara’da toplanan Parti Meclisi’nde alınan kararlar 14 Şubat’ta bildiri şeklinde açıklandı. PKK/DEM’in “silah bırakma çağrısı” yerine çalışmayı müzakere sürecine çevirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Nitekim, bildirinin birinci maddesinde “Tecrit Politikalarına Son Verilmesi” denilerek Öcalan’ın çalışma koşullarının sağlanması, gelişmeleri doğrudan öğreneceği koşulların yaratılması talep ediliyor.
İkinci madde olarak, “Demokratik Yeni Bir Toplumsal Sözleşme” denilerek bildiğimiz bölücü talepler sıralanıyor. Anayasa’da Türk milleti kavramının yerine farklı etnik unsurlara yer verilmesi isteniyor.
Üçüncü madde ise Türkiye’yi küçük küçük etnik gruplara bölmeyi amaçlayan; ortak dil olan Türkçe dışında her anadilde eğitim talebi şöyle ifade ediliyor: “Kürtler, Türkler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Romanlar; Sünniler, Aleviler, Êzidiler, Hıristiyanlar, Museviler ve diğer tüm halklar, inançlar ve kimlikler hiçbir ayrımcılığa uğramadan, anadilinde eğitim ve kültürel haklar başta olmak üzere tüm demokratik haklara sahip olmalıdır.”
Dördüncü madde de yer alan “
Bir yandan parti binasının alınmasında kaynağı açıklanamayan “para kuleleri”, bir yandan rüşvet karışan şaibeli kurultay tartışmaları devam ederken, diğer yandan PKK terör örgütünün siyasi kolu PKK/DEM’e verdikleri destekle 102 yıllık CHP’de tam bir çürümeye yol açıyorlar.
İMAMOĞLU’NDAN KARİYER HIRSI
“Atatürk” adı ise sıkıştıklarında kullandıkları bir isim olmaktan öteye gitmiyor artık. İleride CHP’nin tarihini kaleme alanlar, 1923 yılında Atatürk’ün kurduğu 102 yıllık partinin kuruluş ilkeleri ve politikaları ile İmamoğlu ve Özel ikilisinin yaptıkları arasındaki farkı yazarken mideleri bulanacağı kesin.
Ekrem İmamoğlu’nun kariyer hırsı; hem kendisini hem de CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i “PKK sizi tükürüğü ile boğar” diyerek Türk milletini ve devletini tehdit eden PKK/DEM’in Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’ı savunacak zavallılığa kadar düşürdü.
Her sıkıştığında “Atatürk” adını kullanan Ekrem İmamoğlu, kısa süre önce “PKK sizi tükürüğü ile boğar” diyen PKK/DEM’li Abdullah Zeydan’ı makamında ağırlamış, bölücü terör örgütü sözcüsü ile Atatürk’ün fotoğrafı önünde yan yana poz vermişti.
YALAN VE ÇARPITMA
Bundan önceki iki seçimde olduğu gibi olası cumhurbaşkanlığı adaylığında da PKK/DEM’in desteğini almak için gözünü karartmış olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun beraber makamında poz verdiği PKK/DEM’li Zeydan’ın başında olduğu Van Büyükşehir Belediyesi’ne Anayasa ve yasalara göre kayyum ataması hakkındaki mesajında, “Kürt kökenli vatandaşlarımızın seçme hakkına ve iradesine yönelik kötü uygulama” demesi hem tehlikeli bir yalan hem büyük bir çarpıtma. Özgür Özel’in Anayasa ve yasalara bağlı olarak kayyum atanmasını tıpkı PKK/DEM’liler gibi “darbe” olarak yorumlaması ise tam bir siyasi saçmalık. Ne yazık ki bir de onların yalan ve çarpıtmalarını benimseyen ve savunmaya hazır olan kuyruklarına takılanlar var.
CHP listesinden Esenyurt’ta Belediye Başkanı seçilen Ahmet Özer’in PKK üyeliğinden tutuklanmasından sonra CHP listelerinden Üsküdar, Sancaktepe, Tuzla, Adalar, Şişli ve Beyoğlu Belediye meclis üyesi olan sekiz kişi ile Kartal ve Ataşehir Belediye Başkan Yardımcıları tutuklamaya sevk edildi.
CHP listesinden Sancaktepe Belediye Meclis Üyesi olan Elif Gül’ün kızı Dilan Gül’ün PKK’nın dağ kadrosunda olduğunun belirlenmesi 102 yıllık partinin tarihine kara bir leke olacak cinsten. CHP’li belediye meclis üyesi Elif Gül’ün eşi Ahmet Gül ile kızları Elif’i 2014’te elleriyle PKK’ya teslim ettikleri de ortaya çıktı. Elif Gül’ün kuzeni Halime Özadikti’nin de PKK’nın dağ kadrosunda Türk askerine kurşun sıktığı belirlendi.
TÜM BU REZALET İMAMOĞLU İÇİN
Tüm bu rezalet Ekrem İmamoğlu’nun İBB Belediye Başkanı seçilmesi için PKK/DEM ile CHP’nin yaptığı ‘Kandil Uzlaşması’nın sonuçları. Bu rezil sürecin tam olarak anlaşılması için PKK/KCK terör örgütünün Türkiye’deki PKK/HDK (Halkların Demokratik Kongresi) yapılanmasının ortaya konmasından geçiyor.
PKK terör örgütü, elebaşının 1999 yılında yakalanmasından sonra örgütün adını 2002’de KADEK, 2003’te KONGRE-GEL, 2005’te KKK, 2007 yılında bizzat Öcalan’ın yazdığı programla 2007’de KCK olarak değiştirdi. KCK sözleşmesinde terör örgütü, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den koparılacak parçalarla sözde konfederal bir Kürdistan kurulmasını amaçlıyordu. Ana hedef için kullanılan kavram ise “Demokratik Konfederalizm/Özerklik” idi.
Terör örgütü tarafından oluşturulmak istenen “