- IDEF’2023 Uluslararası Savunma Fuarı dün itibarıyla açıldı. Bu sene fuarın 16’ncısı düzenleniyor. Fuara savunma, güvenlik, denizcilik, havacılık ve uzay sanayisi alanında faaliyet gösteren yerli ve yabancı 1300’den fazla firmanın katılacağı söylendi. İlk fuar 1993 yılında düzenlenmişti ve 22 ülkeden 31 yerli ve 159 yabancı olmak üzere toplam 190 firma katılmıştı. Son yapılma tarihi olan 2021’de ise 53 ülkeden 537’si yerli ve 701’i yabancı toplam 1238 firma fuara iştirak etmişti. Sayılara baktığınızda Türk şirketlerinin oranının nasıl arttığını sizler de net olarak görebilirsiniz. IDEF sayfasında bulamayacağımız bilgi ise sergilenen ürün miktarı. Aslında bugün ASELSAN‘ın fuarda sergilediği ürün sayısı, ilk fuara katılan bütün Türk firmalarının ürün sayılarından daha fazla. Ayrıca kilogram başına düşen ihracat fiyatı üzerinden değerlendirme yapmaya kalkarsak kıyas kabul edilmeyecek bir noktada olduğumuz söylenebilir. Türk şirketleri teknolojik olarak ara ürünleri üretmeyi başardığı andan itibaren çözüm modelleri geliştirmeyi de başardı . Şimdi size ASELSAN’ın bu fuar için hazırladığı ve lansmanını yapmayı planladığı ürünleri tanıtmaya çalışacağım...
İHTİYACA GÖRE TASARIM
Türk savunma sanayisi haberlerine baktığımız zaman ortaya çıkan ürünlerle gurur duyuyoruz. Ancak büyük resme baktığımızda bir ürünü üretmek işin sadece bir bölümü… Çok stratejik bir ürünü hazır şekilde satın almak da tek başına bir çözüm değil. Bir ürünü değişen ihtiyaçlara göre uyarlayamadığınız zaman işlevini yerine getiremediğini ülkemizin etrafındaki pek çok çatışma bölgesinde yaşanan deneyimlerde görebiliyorsunuz. Bir ülkenin saldırılara karşı savunmasının ön cephesinde artık hava savunma sistemleri yer alıyor. Gökyüzünü güven altına almadıkça ülke toprakları da büyük askeri platformlarınız da güvende olmuyor. Savaş uçaklarının yanında SİHA’lar, mini İHA’lar, İHA sürüleri, balistik füzelerin çeşitlenmesi, alçak irtifada radarlara yakalanmayan seyir füzeleri gibi pek çok tehdide karşı önlem almanız gerekiyor. Terzi işi çözümlere ihtiyaç tam da burada ortaya çıkıyor. Alçak, orta ve yüksek irtifa hedeflerine yönelik farklı katmanlarda hava savunma çözümleri sunan ASELSAN, milli mühendislik gücüyle hava savunma silah ve füze sistemlerinin sensör, komuta kontrol, haberleşme ve atış kontrol sistemleriyle entegre olduğu katmanlı hava savunma konseptine uygun çözümler tasarlıyor ve üretiyor.
4 YENİ SAVUNMA ÜRÜNÜ
ASELSAN’ın hava savunma füze sistemi çözümlerinden Kaideye Monteli Stinger (KMS) projesinin ardından Ateş İdare Cihazı (AİC) ve Kundağı Motorlu Namlulu Alçak İrtifa Hava Savunma Silah Sistemi (KORKUT), Alçak İrtifa Hava Savunma Füze Sistemi (HİSAR A+) ve Orta İrtifa Hava Savunma Füze Sistemi’nin (HİSAR O+) milli olarak geliştirilmesiyle ülkemiz açısından önemli bir teknolojik aşama kat edildi. Yüksek irtifada milli bölge hava savunma füze sistemi çözümü SİPER üzerine çalışmalar da Savunma Sanayii Başkanlığı’nın öncülüğünde tüm hızıyla devam ediyor. 90’lı yıllardan beri hava savunma üzerine çalışan şirket, farklı tehditlere karşı geliştirdiği dört yeni hava savunma ürününün lansmanını IDEF’2023 Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı’nda bir arada yapıyor. İsmini gök vatanımızdan alan GÖKSUR Hava Savunma Sistemi, GÖKBERK Mobil Lazer Silah Sistemi, GÖKDEMİR Füze Fırlatma Sistemi ile GÜRZ Hibrit Hava Savunma Sistemi bir arada görücüye çıkıyor.
1- GÖKSUR: YAKIN TEHDİDE HAVA KALKANI
Konuşulanları takip edince aslında kafalarımızın çok karışık olduğunu fark ettim. Daha önceki yazılarımda bu konuya küçük de olsa değinmiştim. Şimdi daha ayrıntılı bir yazı ile konuyu arşive kaldırmaya çalışacağım.
1) Öncelikle bu uçakları nasıl aldığımızın kısaca hikâyesini paylaşmakta yarar var. Ülkemizde F-16 üretimi konuşulduğunda aklımıza hemen TUSAŞ geliyor. Çünkü bu serüven orada başladı ve halen orada devam ediyor. Rahmetli Özal döneminde çok tartışmalı bir sürecin sonucunda F-16 alımına karar verilmişti. O dönem diğer rakip uçakların daha iyi olduğu tartışılsa da zaman seçiminin doğru olduğunu bizlere gösterdi. TUSAŞ, ‘Öncel I Projesi’ ile 1987-1995 yılları arasında Blok 30 ve Blok 40 konfigürasyonunda 160 adet F-16 C/D uçağı üretildi. Bu ilk partinin yalnızca 8 adedi ABD’de diğerleri Türkiye’de üretildi. Sonra 1995-1999 arasında ‘Öncel II Projesi’ ile 80 adet Blok 50 üretildi. Çeşitli nedenlerle kaza ve kırıma uğrayan uçakların yerine ve teknolojik olarak modernizasyona ihtiyaç duyulması nedeniyle ‘Öncel III ve IV’ projeleri ile 30 adet daha F-16 Blok 50+ ülkemizde üretilmiş oldu. Şu anda ABD’den sonra en fazla F-16 ya sahip ikinci ülke konumundayız.
F-16 MESELESİ
İlk üretildiğinde 4 nesil savaş uçağı diye anılan F-16, dünya üzerinde en fazla üretilen üçüncü savaş uçağı. Halen 24 ülkenin envanterinde yer almaya devam ediyor. Yeni teknolojiler ile 4,5 nesil savaş uçağı kategorisine kendisini çıkarmış durumda. Şimdi gelelim kafa karıştıran konulara... Birçok kişi F-35 projesine katıldığımızda gelen uçakların, F-16 yerine Türkiye’ye geleceğini zannetmekte. Türkiye’nin uzun vadeli envanter planlaması F-35 ve MMU projeleri üzerine kurulmuştu. Planlamada F-35 geldiğinde F-4’ler, MMU uçakların devreye girmesiyle de ilk üretilen F-16 envanterden çıkarılacaktı. Maalesef bu plan F-35 projesinden çıkarılmamızla sekteye uğramış oldu. Bu nedenle envanterden çıkarmayı düşündüğümüz, modernize edilen F-4 E Terminatör 2000’ler 2030’a kadar envanterde kalmaya devam edecekler.
ZAFİYET OLUŞTU MU?
İşte en önemli soru: “Yaşanan gecikmeler Hava Kuvvetlerimiz üzerinde olumsuz etki yaratacak mı ve güç dengesi nasıl etkilenecek?” Aslında bu konuda uzmanlar iki farklı görüşü paylaşıyorlar.
Birinci görüştekiler; ‘F-35 projesinde olmamamızın Hava Kuvvetlerimiz için yeri doldurulamaz bir açık olduğunu’ söylüyorlar. ‘Yapacağımız projelerin başarı şansı olsa bile dengeyi 2030’dan önce sağlayamayacağımızı’ ileri sürüyorlar. Bu uzmanların en büyük dayanak noktası uçak teknolojisinin devamlı gelişim gösterdiği ve ülkemizin bu konuya bir süre sonra yeterli kaynağı aktaramayacağı için, ürettiğimiz uçakların eski nesil olarak kalacağı. ABD ile şu anda süren havacılık süreçlerinin sekteye uğrayacağı ve daha sonra istesek bile eski sürece dönemeyeceğimizi iddia ediyorlar.
1. 'Bazı konularda işin derinliğine inmek iyi değildir’ derler. Ne kadar derine inerseniz büyük resmi kaybetme riskiniz de artar. Bugün yazmaya çalışacağım konu da bunlardan biri. Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı bazı ana konuları anlamaya çalışamazsak bugün yaşadığımız sorunların birçoğuna ulaşmamız mümkün olmaz. Bu büyük resmi size bir röportaj üzerinden anlatmaya çalışacağım...
‘SOĞUK SAVAŞ’IN BEŞ İSMİ
2009 yılında Sabah gazetesinden Nur Batur, ‘Gladio’ konusunu soruşturmak üzere gittiği İtalya’da, eski Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga ile çok ilginç bir röportaj yaptı. Internet üzerinden bulursanız okumanızı tavsiye ederim. Ben size bu röportajdan bazı kesitler sunmaya çalışacağım. Bu kesitler büyük resmi daha rahat ortaya koymamızı sağlayacak. Francesso Cossiga röportajda, “2. Dünya Savaşı sonunda Soğuk Savaş’ın başladığı günlerdi. Özel bir programla Avrupa’dan 5 genç siyasetçi ABD’ye gitti. Aralarında tek bir kadın vardı. O da savaşın galiplerinden olan İngiltere’den Margaret Thatcher... Helmut Schmidt ve Helmut Kohl yenilip ikiye bölünen Almanya’dan geliyorlardı. Savaşın diğer galibi Fransa’dan Valery Giscard d’Estaing seçilmişti. Yenilen İtalya’dan seçilen hukukçu ise Francesca Cossiga’ydı.”
50 yıl sürecek Soğuk Savaş döneminde Avrupa’yı yönetecek olan beş genç lider, ilk kez ABD’nin liderlik programında tanıştılar... Ve beşi de Soğuk Savaş’ın kaderini çizdiler. Beşi de Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasında rol oynayan güçlü liderler oldular.
1- FRANSA’da yaşanan olayları diğer birçok güvenlik analisti gibi yakından izlemeye çalışıyorum. Ancak bu kez takip ettiğim ana kaynaklar güvenlik uzmanları değil, toplum bilimciler. Bunun iki ana nedeni var. Öncelikle toplumun bir kesiminin sokakları yakıp yıkma noktasına geliş hikâyesinin ne olduğunu iyice anlamaya çalışıyorum. Bir diğer neden ise sizlerin de merak ettiği gibi, aynı sorunların Avrupa’daki farklı ülkeler ve de Türkiye’de de yaşanma olasılığı olup olmadığının cevabını bulabilmek. Fransa’da yaşamış bir kişi değilim. Fransız toplumunun analizini içeriden bir tanık olarak yapamam. Nitekim bu denli hassas konularda dışarıdan bir gözün görmekte zorlanacağı, kaçıracağı birçok özel bilgi, birikmiş travmalar ya da kıvılcım yaratacak çok özel veriler olabilir. Ve bir toplumu doğru analiz etmek için kimi zaman bu içeriden göze ve özel veriye ihtiyaç duyulabilir. Konuya geçmiş dönemlerde benzer sorunlar yaşanırken protestoya bizzat katılmış kişilerin görüşlerinden faydalanarak başladım. Diğer kısımları ise toparladığım uzman görüşleri ile tamamlamaya çalıştım.
FRANSIZ DEVRİMİ’NDEN BUGÜNE
Aslında bugün yaşananlar Fransa’nın yakın tarihindeki ilk sokak hareketleri değil. Gelişmiş demokrasiye sahip Fransa’da ‘protesto etmek’ hayatın doğal akışına uygun bir eylem. Ancak dışarıdan bir gözün dahi fark edeceği şekilde bu eylemlerin sıklığı ve büyüklüğü bir süredir artıyor. Konu gündeme geldiğinden beri bu protestoların kökü 1981 yılına kadar dayanıyor denilse de ülke yüz yıllar önce Fransız devriminin yaşandığı yer. Kültüründe protesto ve sokak hareketleri ya da hak arayışları yer alıyor. Burada dikkat çekici olan şu: İsterseniz sarı yelekliler hareketi deyin, isterseniz emeklilik yasasına tepkiler ya da son yaşanan banliyö isyanlarına benzer sokak gösterileri yıkıcı etkileri ile Fransa içerisinde son yıllarda çok daha şiddetli ve sık şekilde gerçekleşmeye ve yayılmaya başladı. Birbiri içine geçmiş eylemler, toplumsal uyumsuzluğu gittikçe arttırdı. Yaklaşık bir haftadır yaşanan problemi sadece bir göçmen sorunu üzerine inşa etmeden önce olayı daha gerçekçi okumakta fayda var.
TOPLUMUN ALARM SİNYALİ
Emeklilik yasası sonrası yaşanan protestolara istinaden siyasi analist Cristian Unteanu, Adevărul’un internet sitesinde olayları geniş bir bağlamda şu şekilde kaleme almıştı: “Bence şu anda Fransa’da yaşananlar, Avrupa’nın pek çok ülkesinde kriz zamanlarında yönetim ve siyaset sınıfının gerçek yanıtlar sunamamasıyla da ilgili olan halktaki genel hoşnutsuzluk konusunda hayli ciddi bir alarm sinyali… Halkın yoksullaşma süreciyle ve her şeyden önce de ortaya çıkan toplumsal uçurumlarla baş etmesi giderek zorlaşıyor. Her şey yoksul toplumların acımasızca süper zenginler sınıfı ve geri kalan ‘kitleler’ olarak ayrıldığı eski zamanlarda olduğu gibi.”
2- ‘HANİ EŞİTLİK VE KARDEŞLİK’
Peki yıllardır süren ‘sarı yelekliler’ hareketini nasıl okumalıyız? Hareketlerin en baştaki ve görünürdeki nedeni akaryakıt zammı idi. Oysa birbirinden bu kadar farklı insanı bir araya getirip protesto ettiren asıl sebep, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve sosyal dengesizlikten dolayı duydukları ortak öfkeydi. Zira hedef de bu sorunların sorumlusu olarak görülen ve daha çok zenginlerin veya elitlerin adamı sayılan Cumhurbaşkanı Macron’du. Dolayısıyla, ‘sarı yelekliler’ hareketi benzin zammını protesto etmenin ötesine geçerek daha geniş kapsamlı, ekonomik ve siyasal taleplerin de bildirildiği bir hareket olma niteliğine evrildi. Nitekim, seçimlerde banliyölerden ciddi oy alan Macron için daha sonraki dönemde oluşan en büyük algı seçkin ve zengin olan şehir sakinleri lehine kararlar aldığı üzerine. Ekonomik refahın adil olarak dağıtılmaması, faturaların çoğunlukla en alt tabaka çalışanlara çıkartılması ve siyasetin sorunları daha üst seviyedeki kişiler lehine çözdüğü inancı ‘kitleleri’ kolektif eylemlere ve hareketlere yaklaştırdı.
1) Özel askeri şirketlerin görünen yüzü hep savaş alanında belirgin hale gelir. Günlük hayatın içinde de onlarla birlikte yaşadığımızı pek fark etmeyiz. Bu alanda çalışan şirketler yalnızca devletlere hizmet vermekle kalmazlar. Kimi zaman sivil hayatın içindeki şirketlere, şahıslara hatta devlet başkanlarına kadar birçok müşteriye hizmet sunarlar. Kullandıkları sistemler çok gelişmiştir, bu sebeple yurtdışındaki koruma, takip ve operasyon birimler oluşturulurken istihbarat servisleri tarafından bile kullanıldıkları olur. Elemanlarının büyük bir kısmı saha tecrübesi olan kişilerden oluşur ve geçmişte yaptıkları işlerle ilgili bütün bağlantıları bağlı çalıştıkları özel askeri şirketlerin sistemine dahil edilir. Bu şirketlerin herkes tarafından ilgi görmesinin ana nedeni de tam olarak budur. İkinci önemli sebep, hukukun dışında kalma istek ve arzularıdır.
HUKUK TANIMAYAN DOKUNULMAZLIK
Hepiniz hatırlarsınız, Blackwater adlı özel askeri şirketin saha mevcudiyeti hem Irak’ta hem de Afganistan’da ülke ordu mensuplarından daha fazlaydı. Hatta onlara icra ettikleri görevlerde kısmi dokunulmazlık bile tanınmıştı. Bu hukuk tanımayan “dokunulmazlık” onları yasaların etrafından dolaşmaya meyilli kişi ve grupların gözdeleri haline getirmişti. Sanmayın ki bugün sorun yalnızca Wagner üzerinden tartışılıyor. ABD güvenlik bürokrasisinin tartıştığı en önemli konu özel askeri şirketlerin yaratacağı güvenlik endişesi ve yaşanan kaygılar. Nitekim ABD’de özel askeri şirketler devlet sistemleri içinde taşeron personel çalıştırmaktalar. Bu durumun yakın gelecekte çok önemli sorunlara yol açabileceği ciddi bir tartışma konusu olmuş durumda.
RUSYA GİBİ BİR DEVLETE NASIL KAFA TUTABİLDİ
Peki Wagner gibi bir şirket, hem de Rusya gibi bir ülkede devlete kafa tutmaya nasıl cesaret edebildi? Bu cesaretin kaynağında yatan nedir? Öncelikle kabul etmeliyiz ki dünyanın hiçbir yerinde asla özelleştirilemeyecek birkaç ana sektör vardır. Bunların başında güvenlik gelir. Güvenlik bürokrasisinin içine girmemesi gereken paranın, sisteme bu özel askeri şirketler tarafından sokulmaya başlanmasından beri kantarın topuzu kaçtı. Yurtdışında birkaç bin dolara çalışan bir askeri personel aynı görevi özel askeri şirket vasıtasıyla ve de riskli alanlarda icra ettiğinde on katına kadar yükselebilecek kazanç elde edebilir. Bu çok cezbedici bir nokta. Üstelik böylesi bir cazibe ileride bu tür şirketlerin kayırıldığı bir sistemi de besleyebilir. Ek olarak, denetleme görevini üstlenen güvenlik bürokrasisindeki bazı üst düzey kişiler bu tür yapıların çıkarlarını korumayı devleti ve hukuku korumanın önüne geçirebilir.
HEM SİYASİ HEM TİCARİ İLİŞKİLER
Farklı coğrafyalarda devletin taşeron olarak kullandığı bu özel askeri şirketler bir müddet sonra kendisini devlet gibi görmeye başlar. Düşünsenize her türlü soruşturmaya açık olan devlet birimlerinden bile daha yukarda konumlandırılan, koruma kalkanları ile çevrelenmiş şirket çalışanları güç zehirlenmesine uğramakta çok da haksız değiller. Bir taraftan da bulundukları ülkelerdeki en üst düzeyde kişilerle görüşmekte, siyasi ve ticari ilişkilerini geliştirmektedirler. Bu özel askeri şirketlerin kadrolarında yer alan birçok kişi bulundukları ülkelerdeki asayiş sorunları nedeniyle ticarette de hızla yükselmekteler. Yani bir taraftan güvenlik zafiyeti ve bir taraftan da hukukun ötelendiği gri bir alanlar bu şirketlere hızla güçlenebilecekleri alan ve fırsat sağlamaktadır.
İSTANBUL TEKNOPARK’ta yer alan tesiste, sorularımı ARMELSAN Genel Müdürü Cem Emre Bakım’a sordum. Buyurun beraber ARMELSAN’I gezelim.
- Nasıl kuruldu, nasıl gelişti?
2012 yılında ARMELSAN kurulurken sualtı akustik sistemler alanında ülkemizin dışa bağımlılığını sona erdirmek ve bu alanda, alan uzmanlığı oluşturmak hedeflenmişti. Bu çerçevede, sualtındaki olası tehditleri inceledik ve tekrar kullanılabilirlik temelli bir tasarım stratejisi ile ürün geliştirme yol haritamızı oluşturduk. Bu noktada denizaltı tespitinde kullanılan düşük frekanslı sonarlardan, mayın tespit ve teşhisinde kullanılan yüksek frekanslı görüntüleme sonarlarına kadar geniş bir hedef ürün ailesi belirledik.
ARAS-2023 DALGIÇ TESPİT EDİYOR
İlk ürünümüz olan ARAS-2023 Dalgıç Tespit Sonarı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın amiral gemisi olan TCG Anadolu da dahil farklı platformlarına entegre etmekteyiz. Günümüzde teknolojinin çok hızlı gelişmesi sebebi ile olası tehdit kütüphaneleri de aynı hızla güncellenmektedir. Açık ve kapalı devre solunum sistemli dalgıçları tespit amacıyla geliştirilen ARAS-2023 zaman içerisinde dalgıç intikal vasıtaları, otonom/kamikaze sualtı araçlarını da tespit edecek şekilde güncellenmiştir.
1- ZAMAN zaman şu soru ile de karşılaşıyorum: “Siz güvenlik politikaları uzmanısınız neden siyasi analiz yapıyorsunuz?” Hemen cevap vereyim; işimi doğru yapmak adına, yüksek lisansımı işletme alanında ve de enerji alt dalında yaptım. Bu konu ile ilgili uzun yıllar sahada ve işin tam merkezinde çalıştım. Yani güvenlik politikalarının sac ayaklarından olan güvenlik, enerji ve ekonomi alanlarında sahanın dinamiklerini çok iyi anlamaya çalıştım. Yani bugüne kadar konuştuklarım, anlattıklarım ve yazdıklarımda her zaman gözlemlediklerimi akademik bilgi ve sahanın gerçekleri ile harmanlayarak aktarmaya özen gösterdim.
GÜVENLİK POLİTİKALARI
Bugün dış politika ile birlikte, biraz önce saydığım ekonomi, güvenlik ve enerji konularının tümü iç siyasetin de gündem maddeleri haline geldi. Hal böyle olunca ister istemez ben de siyasi analiz yapmış oluyorum. Yani aslında ben ve benim gibi bu disiplinlere bağlı çalışan kişiler siyasetin içine girmemiş ancak siyaset bizim konuları merkezine oturtmuş oluyor. Bizler görüşlerimizi topluma sunuyoruz. Toplumun seçtiği siyasiler ise savunma sanayisinin, ona bağlı alt disiplinlerin ve geleceğimizin nasıl şekilleneceğine karar veriyorlar. Arzu ederlerse kendi siyasi oluşumlarının yol haritalarını belirlerken farklı bakış açılarına ihtiyaç duyduklarında bizlerin analizlerinden faydalanabiliyorlar. Şimdi gelelim asıl soruya, acaba güvenlik politikaları mı yoksa güncel sorunlar mı seçimin kaderini belirledi, ne dersiniz?
Milli muharip uçakları Hürjet ve Kaan...
MİLLİYETÇİ OYLAR
Birinci konudan başlayalım. Televizyonda sıklıkla söylediğim bir söylem vardı: “Bu seçimin kaderini milliyetçi oylar belirleyecek.” Bunu duyan bazı kesimler, belirli bir siyasi partinin taraftarlarının seçim sonucunu belirleyeceğinden bahsettiğimi düşündüler ve ilk yanılgıya da orada düştüler. Ülkemizde kendisini değişik şekillerde milliyetçi olarak betimleyen gruplar var. Bazı kesimler kendisini vatansever, bazısı ulusalcı veya kimi milliyetçi kimi de Atatürkçü olarak tanımlamakta. Güncel sorunlarımız toplumun tüm katmanları ya da gruplarında olduğu gibi bu grupta da etkilidir ancak mevzu vatani konulara geldiğinde öncelikleri değişir, vites bir üste yükseltilir ve milli duyguların etkisi soğanın yaratabileceği etkinin kat be kat üzerine çıkar. Anlaşılamayan en önemli konu, terörle arasına mesafe koyamayan bir siyasi partinin yapacağı olumsuz etkinin ne büyüklükte olabileceğidir.
YEREL SEÇİM REFLEKSLERİ
Belediye seçimlerindeki yerel seçmen refleksleri ile ülke yönetimi ile ilgili genel seçimlerde verilen refleksler aynı değildir. Yaşadığımız genel seçimlerde, belediye seçimlerinin bir tekrarının yaşanabileceğine dair oluşan algı gerçeklerin önüne geçmiştir. Meral Akşener bir televizyon programında HDP’nin seçimdeki olumsuz etkisinin beklenenden daha fazla olduğunu söylemiştir. Aslında burada yapılan analiz tek başına yeterli değildir. Milliyetçi oyların yalnızca HDP algısı üzerinden okunması olayın hâlâ tam olarak algılanmadığının en büyük göstergesidir. Şimdi derine inerek örnekler üzerinden açıklayayım.
GEÇEN haftalarda Türk savunma sanayisindeki Elektronik Harp çalışmalarına hem teknik olarak hem de ASELSAN’ın faaliyetleri üzerinden bakmaya çalıştık. Sektörde, Elektronik Harp denildiğinde ihmal edilemeyecek başka bir firmadan daha bahsetmeksek açıkçası büyük ayıp etmiş oluruz. Bu firma Meteksan Savunma. Çalıştıkları alanlar ve başardıkları, sektörel anlamda kendilerine “akıl odası” dememi gerektiriyor.
‘PELİKAN’LA BAŞLADI
Meteksan Savunma kurulduğu tarihten itibaren geliştirdiği teknolojiler ve altyapıları sayesinde özellikle son yıllarda Elektronik Harp alanında önemli başarılara imza atıyor. Meteksan Savunma’nın Elektronik Harp çalışmaları PELİKAN ile başladı
Bu alana ilk olarak Deniz Kuvvetleri’nin envanterindeki suüstü gemilerinde bulunan veya yeni tedarik edeceği Elektronik Harp sistemlerinin test edilmesi ve Elektronik Harp operatörlerinin eğitim alması için geliştirdiği PELIKAN RF Güdümlü Mermi Simülatörü ile giriş yaptı. Suüstü platformları gerek kendini koruma gerekse kuvvet koruması kapsamında icra edecekleri “güdümlü mermilere karşı savunma” reaksiyonlarını, platformlarda mevcut Radar Elektronik Destek (ED) Sistemi, hava/suüstü arama radarı, link sistemleri ve istihbarat birimlerinden elde edilecek bilgilerle gerçekleştiriyor. Bu sistemlerin etkinliğinin test edilmesi ve sistem operatörlerinin eğitim seviyesinin artırılması uygulanacak “güdümlü mermilere karşı savunma” reaksiyonlarını da doğrudan etkiliyor.