Divanhane’nin geleceği

Kasımpaşa’daki Divanhane, Deniz Kuvvetleri Yüksek Konseyi gibidir. Geniş bir binadır. Bakımı da son derece zordur. Şu ara zaten yeniden bir restorasyon geçirdi. Ne olacağı konusunda kamuoyunda tartışmalar sürmektedir. Divanhane’nin tarihçiler tarafından teklif edildiği gibi Deniz Kuvvetleri Müzesi olması uygundur. Çünkü Beşiktaş’taki Deniz Kuvvetleri Müzesi artık fonksiyonunu yerine getiremeyen bir yapı haline dönüşmüştür. Buraya nakli daha doğru olur.

Haberin Devamı

Osmanlı zamanında denizcilerin yerleştiği bölge esas itibariyle Kasımpaşa, Dolapdere ve bugün maalesef Polat İnşaat’ın Piyalepaşa İstanbul adlı sitesinin ve Kasımpaşa Büyük Piyale Paşa Camii’nin yer aldığı bölgedir. Bu bölgenin mülki ve idari amiri de Kaptan Paşa’dır. Yani oradaki karakolhanelerde oturanlar adı üzerinde Yeniçeri karakollukçularının değil, doğrudan doğruya donanma leventlerinin ve onların başındaki ricalindir. Semtte de zaten ekseriyetle donanmaya mensup insanlar otururlar. Bu 19. asırda da böyleydi. Hatta bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde de birtakım bahriye subayları Kasımpaşa’da otururlardı.

Divanhane’nin geleceği

TİPİK BİR OSMANLI MAHALLESİ

Kasımpaşa fakirin, zenginin okumuş ile okumamışın bir arada bulunduğu tipik bir Osmanlı mahallesidir. İstanbul’un en renkli yerlerindendir ve İstanbul’un her semti gibi onun da kendine has bir şivesi vardır. Bu şive daha çok birtakım argo kelimelerden de oluşur. Şaşılacak bir şey değil. Osmanlı donanması lügat olarak İtalyanca kullanırdı. O yüzden dilimizdeki birtakım İtalyanca kelimeler, donanma deyimleri gibi hayatımıza girmiş. “Façanı alırım”, “Bu işin raconu budur” gibi laflar da Kasımpaşa sayesinde Türk diline girmiştir. Yani “façanı alırım” yüzünü yırtarım demek; “bu işin raconu” doğrusu budur demek. İtalyanca “ragione”den gelir.

Haberin Devamı

Divanhane’nin yerindeki Osmanlı Bahriye Nezareti diyeceğimiz bölümü ilk defa Cezayirli Hasan Paşa yeniden teşkil etmiştir. Daha evvelden burada kaptan paşalık yok demek değildir. Divanhane Bahriye zabitlerinin, amirallerin Kaptan Paşa başkanlığında toplandıkları Deniz Kuvvetleri Yüksek Konseyi gibidir. Donanmanın bütün zabitleri, ofisleri, mali bölümleri de orada bulunurdu. Geniş bir binadır. Bakımı da son derece zordur. Şu ara zaten yeniden bir restorasyon geçirdi. Şu an ne olacağı konusunda kamuoyunda tartışmalar sürmektedir. Osman Öndeş “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Divanhane ve Bahriye Nezareti Müzesi” olarak tüm milletimize, devletimize armağan edilmesinin uygun olduğunu deniz tarihi alanında önemli bir uzman olarak söylemektedir.

Haberin Devamı

Divanhane’nin tarihçiler tarafından teklif edildiği gibi Deniz Kuvvetleri Müzesi olması uygundur. Çünkü Beşiktaş’taki Deniz Kuvvetleri Müzesi artık fonksiyonunu yerine getiremeyen bir yapı haline dönüşmüştür. Üstelikte trafiği tıkamaktadır. Buraya nakli daha doğru olur.

Kaptan Paşalık yine adı üzerinde Kaptani Paşa yani Bahriye’de Bahriye kuvvetlerinin komutanı, Divan-ı Hümayun azası olan büyük amiralin ofisidir. “Kaptan Paşalık” ismi Sultan Abdülaziz devrinde kaldırıldı ve Bahriye Nezareti’ne çevrildi. Kayserili Ahmet Paşa ki Kaptan Paşa’ydı bu unvan ve isim değişikliğinden hiç hazzetmedi. “Bahriye Nazırlığı” gibi bir ismi istemediğinden darbenin taraflarından biri olduğu bile söylenir.

Haberin Devamı

RASTGELE GELİŞİME TERK EDİLMEMELİ

Kasımpaşa İstanbul demektir. Her köşesindeki restorasyona ve düzenlemeye dikkat etmemiz, tarihi korumak gerekir. Bu bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı olan binadan tutunuz da Üçüncü Selim Köşkü’ne ve maalesef Rixos Otel yüzünden vakfedilen Fatih Sultan Mehmed’in Taş Kazak tersanesine kadar. Şimdi sözü geçen Divanhane’den arkalarındaki neoklasik tarzdaki ilkokul binalarına kadar söz konusudur. Bu semtin rastgele bir gelişmeye terk edilmesi doğru değildir. Hele Piyale Paşa Camii gibi dünyada eşi bulunmaz nadir bir Mimar Sinan eserinin etrafına son zamanda yapılan binalar son derece korkunçtur. 21. yüzyılın Türklüğü için bir yüz karası olarak tarihe geçecektir. İnşallah bu bölgeyi gelecek nesiller yeniden ele alacaktır.

Haberin Devamı

31 MART VAKASI

31 Mart Vakası
oldu olalı tam 115 yıl geçti. Rumi takvime göre 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır. Olaylar başkentteki Avcı Taburlarının Birinci Ordu Zabitleri tarafından astsubayların ve onbaşıların hakaret gördükleri, haklarının yendiği şikâyetiyle başladı. Gerçekte ise Volkan Gazetesi ve Derviş Vahdetî’nin kışkırtıcılığını yaptığı bir ideoloji değil, bir retorikten ibarettir. Sultan Abdülhamid’in bu hareketle ne kadar ilgisi olduğu halen ispatlanamamış ve şiddetli kavga konusudur.

31 Mart’ın en büyük özelliği sokağa çıkan insanların alt kademe medreseliler tarafından desteklenmesi yani klasikteki yeniçeri ayaklanmalarına hem benziyor hem benzemiyor ve ortaya trajikomik olayların çıkmasıdır. Güya birine “Mektepli misin, alaylı mısın” diye sormuşlar. “Yahu ben hekimim, benden hiç mektepli olur mu” demiş, kurtarmış paçayı. Bazıları için de daha başka fıkra anlatıyor. Hareket Ordusu şehre girdikten sonra gelen ordunun mensupları 31 Mart ayaklanmacılarını kovalıyorlar. Molla’nın birine “Gördün mü, nereye gitti” diye sormuşlar. Tebdil-i kıyafet etse de cevap verirken tecvid ile  “Ha, birisi şu tarafa geçti, öbüri de öbür tarafa kaçtı” deyince “Hah sen de onlardansın” diye yakalamışlar.

Divanhane’nin geleceği

Haberin Devamı

PADİŞAHIN HAL’İNE KARAR VERDİLER

31 Mart Vakası, Rumeli’deki Hürriyet hareketine katılan yerli komite üyelerinin de katıldığı, Rumeli askerinin Hüseyin Hilmi Paşa başkanlığında yürüdüğü Kurmay komutanın da Mustafa Kemal Bey olduğu bir harekettir. 31 Mart Hareketi ile Yeşilköy’de toplanan Meclis-i Meb‘ûsan ve Meclis-i Âyan ikisi bir arada Meclis-i Umûmî olarak padişahın hal’ine karar verdiler. Bu, 1922’de saltanatın ilgası ve 1924’te de hilafetin kaldırılmasından evvelki usulün ilk örneğidir. Hal’ heyeti karışık etnik gruplardan, dini gruplardan oluşuyordu. Padişaha hal’ edildiğini bildirdi.

31 Mart hareketinin tarihçiler tarafından bugünkü ideolojilerden ve siyasetten uzak bir şekilde tartışılma devri çoktan gelip geçmiştir. Bırakınız arşivlerde okunabilecek açık evrakı, yeterince gazete koleksiyonları, yabancı elçi raporları bile yeterince değerlendirilememiştir. Bu okyanus gibi bir iş değildir. Kısaca özetleyecek olursak, bir iç kavga maalesef bir yeni hükümet darbesiyle daha bitti. Bu yeni hükümet darbesinin sonunda partinin kuvvetlenmesi İkinci Meşrutiyet’in ikinci safhası, yani 1908, 1909’dan sonraki safhası, ordudaki bazı subayların en başta Hareket Ordusu’nun kurmay başkanı olan Mustafa Kemal Bey ile askerle partinin siyasette bir karışımlarının bir arada bulunmalarının mahzuru etrafında itirazlara sevk etti. Galiba ordunun siyasetin dışında kalması düsturu da yine tarihimizde ilk defa bu kadar etkili bir biçimde böyle baş göstermektedir.

Yazarın Tüm Yazıları