Elif Dağlı

Kız bebekler daha dayanıklı

11 Mart 2014
Erkek daha güçlü ve dayanıklıdır diyen kültürel varsayımların aksine, araştırmalar kurşun ve plastik gibi çevresel kirleticilere karşı erkek bebeklerin daha savunmasız olduğunu gösterdi.

Erkek daha güçlü ve dayanıklıdır diyen kültürel varsayımların aksine, araştırmalar kurşun ve plastik gibi çevresel kirleticilere karşı erkek bebeklerin daha savunmasız olduğunu gösterdi.

Yılda her 100 kız bebeğe karşılık 106 erkek bebek doğmaktadır. Bu oran sadece insanlar arasında değil hayvanlar arasında da geçerlidir. Erkek bebeklerin kız bebeklere göre prematüre doğma olasılığı da % 60 daha fazladır. 1970’lerde erkek bebeklerin kız bebeklere göre ilk bir yaş içinde ölme olasılıklarının %30 daha fazla olduğu saptanmıştır.

Kız bebeklerin immün sistemi erkek bebeklere göre daha kuvvetlidir. Çünkü östrojen hormonu antioksidan bir etki gösterir, beyni korur ve beyinde meydana gelmiş bir zedelenme varsa onarır. Erkek bebeklerin beyni travmalarına ve çevresel kirleticilere karşı daha hassastır.
Erkek çocukların bazı hastalıklara daha fazla eğilimli oldukları bilinmektedir. Özellikle sinir sistemini etkileyen otizm kızlara göre erkeklerde 5 kat daha fazla görülmektedir. Bu konuda çeşitli çevresel etkenler ve hava kirliliği ilişkisinin büyük önemi olduğu düşünülmektedir. Erkek bebeklerin astım olma oranları da kız bebeklere göre daha yüksektir. Erkek bebeklerde çevresel etkiler, hava kirliliği, düşük doz kurşun maruziyetinin dahi önemli sağlık etkileri yaratabileceği gösterilmiştir.

Böcek öldürücü ilaçların meydana getirdiği olumsuz etkiler erkek bebeklerde daha fazla görülmektedir. Özellikle annenin hamileliği sırasında bu tip kimyasallara maruz kalması halinde erkek çocukların IQ düzeyinin (zihinsel gelişiminin) daha fazla etkilendiği görülmüştür. Kimyasal etkilerin endokrin( hormon sistemi) gelişmesinde cinse bağlı bir duraklama getirdiğine bağlanmıştır. Annenin hamileliği sırasında kullandığı eşyalarında veya bazı oyuncaklarda vinil kullanılmış olması çocukluk çağında saldırganlık ve dikkat dağınıklığı nedeni olarak gösterilmektedir.

Erkek çocukları aynı zamanda Bisfenol A denilen plastiğin içinde bulunan bir maddeye daha hassastırlar. Bu madde genellikle mutfak eşyaları ve tenekelerin içini kaplamakta kullanılır. Erkek çocuklarının anne karnında yüksek oranda Bisfenol A’ ya maruz kalmaları durumunda hiperaktivite, saldırganlık ve çeşitli kaygı problemlerinin ortaya çıktığı gösterilmiştir. Annenin bu kimyasala yüksek oranda maruz kalmasının erkek bebeklerde düşük tiroit hormonu yapımına da neden olduğu saptanmıştır. Çok ilginç bir şekilde aynı etki kız bebeklerde görülmemektedir. Bazı kimyasallar östrojen hormonu veya testosteron hormonu gibi davranabilirler. Normal gelişmeyi durdurabilen bu tip kimyasallardan erkek bebekler anne karnında daha fazla etkilenir.

Erkek bebeklerin daha çok sayıda doğuyor olması, kız bebeklere göre çevresel etkenlere daha duyarlı olmaları nedeniyle tabiatın bir önlemi olarak düşünülmektedir.

Yazının Devamını Oku

Erkek bebekler daha mı zayıf?

4 Mart 2014
Bebekler erkek de olsa Y kromozomu etkisini göstermediği ilk haftalarda kız bebek olarak gelişmeye başlarlar ve daha sonra kız özelliklerinin bazılarını kaybederek erkek olurlar.

Anne rahmine tek hücre olarak yerleşen bebek, erkek olacaksa XY, kız olacaksa XX kromozomu taşır. Ancak bu cinsiyet kromozomları hamileliğin ilk haftalarında tamamen sessiz kalır. Bebekler erkek de olsa Y kromozomu etkisini göstermediği ilk haftalarda kız bebek olarak gelişmeye başlarlar ve daha sonra kız özelliklerinin bazılarını kaybederek erkek olurlar. Meme uçları bu gelişme sırasında kaybedilmeyen yapılardır.

9 ay sürecek olan anne karnındaki gelişim sürecinin 8. haftasından itibaren erkek bebeklerin Y kromozomları testosteron hormonunun ilk belirtilerini gösterir. O zamana kadar uniseks olan bebeğin birçok organı gibi beyni de erkek yapısına doğru dönüşmeye başlar. Uniseks olarak yola çıkmış beynin kızlarda görülen iletişim merkezlerinde azalma, erkeklerde görülen cinsiyet ve saldırganlık merkezlerinde ise büyüme görülmeye başlar. Kız üreme sistemi, daha karmaşık olan erkek üreme sistemine doğru değişim gösterir. Bu sırada erkek bebekler için testis ve prostat oluşur. Anne rahmindeki erkek bebeklerin kız bebeğin oluşumlarından farklılaşma göstermeleri için daha fazla hücre bölünmesi yaparak büyümeleri gereklidir.

Fazla hücre bölünmesi ve hızlı değişiklik beraberinde, risk getirebilir ve bölünme sırasında yanlış işlemler olasılığı artar. Kız bebekler için 2 adet X kromozomu ”back up” niteliğindedir. Örneğin bir X kromozomunda genetik bir hata varsa, ikinci X kromozomu destekçi olarak o hatayı kapatır. Fakat tek X kromozomuna sahip olan erkek bebek için böyle bir ikinci kopya şansı bulunmamaktadır. Kız bebeklerin bağışıklık sistemindeki kusurlar daha az olmaktadır.

X kromozomunda Y kromozomuna göre daha fazla genetik bilgi taşınmaktadır. X kromozomu evrimleşme sırasında milyonlarca yıldır yapısal özelliklerini kaybetmemiştir. Y kromozomunda ise evrim ile protein kayıpları olmuştur. Kaybedilen proteinler erkek bebeklerin beyin gelişimi sırasında oluşabilecek hatalara karşı bu durumu tamir edecek yedek bir mekanizma bırakmamıştır.

Erkek çocuklarda otizmin daha sık görülmesi bu durum ile açıklanmaktadır. Otizmli bebeklerde ayrıca östrojen hormonunun çok düşük olduğu testosteronun da yüksek olduğu saptanmıştır. Anne rahminde yüksek testosteron ile karşılaşmak otizm için bir risk yaratmaktadır. Testosteron otistik çocuklarda görülen empati azlığı ile yüksek sistematik organize düşünme tarzını açıklamaktadır.

Yazının Devamını Oku

Sezaryen doğum astım riskini arttırıyor mu?

24 Şubat 2014
Sezaryen doğumlar ile çocukluk çağındaki astım ilişkisi uzun zamandır hekimleri meşgul eden bir konu olmuştur.

Sezaryen doğumlar ile çocukluk çağındaki astım ilişkisi uzun zamandır hekimleri meşgul eden bir konu olmuştur. Konu üzerinde yapılmış olan çalışmaların en önde geleni 1967 ile 1997 yılları arasında 1.756.700 bebeğin 18 yaşına gelinceye kadar ya da 2002 yılına kadar izlenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır.

Araştırmada; bebeğin normal yolla mı, cihaz uygulaması gibi müdahaleli mi yoksa sezaryen ile mi doğduğu sorulmuştur.

Bebeklerin uzun dönem takibi neticesinde astım hastalığının toplam görülme ihtimali 1000 bebekte 4 olmuştur. Araştırmada yer alan bebekler eğer sezaryen ile doğmuş ise normal doğal yoldan doğan bebeklere göre %52 daha fazla astım riski göstermişlerdir.
1988 ile 1999 arasında planlanan sezaryen ile doğan bebeklerde astım riski %42, acil sezaryen ile doğan bebeklerde ise %59 daha fazla bulunmuştur. Bu nedenle sezaryen doğumun orta derecede astım riskini arttıran bir girişim olduğu ve özellikle acil sezaryenin planlı sezaryene göre daha yüksek risk taşıdığı sonucuna varılmıştır. Ancak çalışmada neden planlı sezaryenin farklı bir sonuç verdiği saptanamamıştır.

Başka bir araştırma ise sezaryen ile doğan bebeklerin bir yaş sonrasında astım veya ishal nedeniyle hastane yatışlarının daha sık olduğunu göstermiştir. Bu durum bebeğin barsaklarındaki iyi bakterilerin normal doğum sırasında yerleşememiş olmasına bağlanmıştır.
Bir başka araştırmada ise 3-10 yaş arasında bulunan 8.953 çocuk değerlendirilmiş ve alerjik rinit, yiyecek alerjileri ve nefes borusunda aşırı duyarlılık konuları incelenmiştir. Sezaryen ile doğmuş olan çocuklarda alerjik rinit %37 oranında daha fazla bulunmuştur. Eğer bebek tekrarlayan sezaryenler sonucunda doğmuşsa (annenin daha önceki doğumları da sezaryen ise) alerjik rinit riskinin daha da arttığı izlenmiştir.

2008 yılında yapılan tıp literatüründe “Sezaryen-Alerji-ve Astım” ilişkilerini araştıran daha kapsamlı bir çalışma ise 1966’dan 2007 yılına kadar yapılan 26 bilimsel tıbbi çalışmanın sonuçlarını değerlendirmiştir. Buna göre sezaryen doğumun alerjik rinit, astım, astım nedeni ile hastane yatış ve yiyecek alerjilerine karşı orta derecede bir risk oluşturduğu tespit edilmiştir. Araştırmada atopik dermatitin veya solunum yolu ile kazanılan alerjilerin sezaryen ile ilişkisi bulunamamıştır. Fakat son yıllarda sezaryen doğumların artmasının alerjideki artışı açıklayabileceğini düşünmüşlerdir.

Sezaryen doğumla dünyaya gelen bebeklerin alerjik hastalıklar ve astım konusunda neden daha fazla risk taşıdığını açıklayabilmek için iki teori tartışılmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Sarsılmış bebek sendromu nedir?

20 Şubat 2014
Bu sendrom depresyon ve öz güven eksikliğine neden oluyor.

Sarsılmış bebek sendromu; bir çocukta fiziksel istismar sonucunda, kaza olmayan yaralanmaların oluşmasına denilmektedir. Bu yaralanmaların nedeninin çoğu zaman ebeveyn, başka bir aile bireyi veya bakıcı olduğunu belirten Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Elif Dağlı, bu sendromun belirtileri ve tedavisi hakkında önemli bilgiler verdi.

Bebekte veya çocukta iç yaralanmalar, kesiler, yanıklar, çürükler, kırık veya çatlamış kemikler sarsılmış çocuk sendromunu düşündürür. Erişkinler fiziksel üstünlüklerini kullanarak çocuğa karşı herhangi bir eylem gerçekleştirdiklerinde, durum çocuğun veya bebeğin hayatını tehdit edecek bir yaralanma veya ölüme yol açabilir. Çocuğu sarsmak beyin kanaması ve takiben kalıcı beyin hasarı ya da ölümle yol açabilir. Çocukta duygusal zararlar ortaya çıkabilir ve davranış değişiklikleri, uzun dönemde madde bağımlılığı veya başkalarına fiziksel istismar uygulama davranışları görülebilir.

Sarsılmış bebek sendromu, toplumda her sosyal düzeyde görülmektedir. Ancak düşük gelir düzeyine sahip hane halkının bulunduğu yerlerde daha sık olduğu rapor edilmiştir. Çocuğa bakan kişinin büyük stres altında olması, sosyal zorluklar, öfke ile baş edememe şiddet duygusuna neden olmaktadır. Yine yetersiz eğitim, anne ya da babanın tek başına çocuğu yetiştirmesi, alkol veya ilaç bağımlılığı olan ebeveynin çocuk istismarında rolü büyüktür.


Çocuk istismarı öfke anında ve stres altında oluyor

Sebep olarak genellikle çocuğun ağlaması ve tuvalet eğitimi sırasında itaat etmemesi gösterilir. Bazı toplumlarda aile, herhangi bir eşyayı satın aldığı gibi çocuğa da sahip olmuştur, çocuk ebeveynin malıdır ve ona yapılanlar hak olarak görülmektedir. Çocuğun istismarı ”karakterini güçlendirerek ilerde zorlukları aşmada çocuğa yardımcı olacaktır” düşüncesiyle kabul görmektedir. Çocuk istismarı yapan kişiler çoğu zaman kendi çocukluklarında da istismara uğramış bireylerdir.


Sarsılmış bebek sendromumun bulguları nelerdir?

Sarsılmış bebek sendromu bulguları “bebeği acile getirmekte gecikme” ile başlayabilir. Çocuğun yaralanmasından sonra geçen sürenin uzun olması ve bunun açıklanamaması bu şüpheyi güçlendirir. Çocuğun vücudunda el izine benzeyen morarmalar, yumruk, kemer, sigara yanığı, haşlanma, ısırık izleri, morarmış gözler, baygınlık, boğazda sıkılmış izlenimi veren halkalar önemli bulgulardır. El ve ayak bileklerinde halka şeklinde yaralanma izleri çocuğun bacağının ve kolunun döndürüldüğünü düşündürür. Küçük bebeklerde bıngıldağın şişkin görünmesi de belirtilerdendir.

İstismara uğramış çocuklarda;

    Öz güven kaybı,Sevme ve güvenme zorluğu,Saldırgan ve yasadışı davranış biçimi,Öfke, endişe, korku, kendine zarar verme,İntihara yatkınlık,Toplum içine karışamama,Yeni insan ilişkilerine girme zorluğu,Okulda başarısızlık,Üzüntü ve depresyon,Ani olarak yaşadığı olayları hatırlama ve korkulu rüyalar,İlaç ve madde bağımlılığı gibi durumlar uzun vadede görülecektir.

Nasıl anlaşılır?

Eğer çocukta sarsılmış bebek sendromundan şüphe ediliyorsa mutlaka doktora başvurmak gerekir. Genellikle hekim ve öğretmenler tarafından sarsılmış çocuk teşhis edilebilir. Çocuğun vücudundaki yanıklar, şişlikler, morarmalar, göz kanamaları, istismarı düşündürebilir. Kafa içi kanaması ve iç organlarda bir kanama ve parçalanma olabileceği de akılda tutulması gerekir. Genellikle kemiklerde helezon şeklinde kırıklar görülür bu tip kırıklar çocuğun kolunun bacağının bükülmesi ile oluşur. Kafatasında ve kaburgalarda çatlaklar görülebilir. Röntgende, manyetik rezonans ya da tomografi de bu iç yaralanmalar doğrulanabilir. Çocukta görülen yaralanmaların değişik iyileşme düzeylerinde olması olayın süreklilik gösterdiğinin işaretidir.


Sarsılmış bebek sendromu nasıl tedavi edilir?

Tedavi, meydana gelmiş yaralanmanın düzeyine bağlıdır. Çocuğun ebeveyn veya bakıcısından alınması da tedavi planının içinde yer alabilir. Çocuğun bakım evi ya da başka bir aileye yerleştirilmesi planlanabilir. Sarsılmış çocuğun uzun vadedeki geleceği yaralanmanın ciddiyeti ile ilişkilidir.

Sarsılmış bebek sendromunda çocuğun tedavisinden önce, istismarın engellenmesi birinci adım olmalıdır. İstismarın engellenebilmesi için ailelerin, anne-babaların öfke kontrolü zorluğu çektiği dönemlerde yardım alması ailenin diğer bireyleri tarafından sağlanmalıdır. Özellikle madde bağımlılığı ve psikolojik sorunları olan kişilerde bunun sağlanması önemlidir. Eğer anne babalar stres altında çocuklarına zarar verebileceklerini hissediyorlarsa mutlaka bununla ilgili psikolojik destek ve yardım almalıdırlar. 

Bebekte veya çocukta iç yaralanmalar, kesiler, yanıklar, çürükler, kırık veya çatlamış kemikler sarsılmış çocuk sendromunu düşündürür. Erişkinler fiziksel üstünlüklerini kullanarak çocuğa karşı herhangi bir eylem gerçekleştirdiklerinde, durum çocuğun veya bebeğin hayatını tehdit edecek bir yaralanma veya ölüme yol açabilir. Çocuğu sarsmak beyin kanaması ve takiben kalıcı beyin hasarı ya da ölümle yol açabilir. Çocukta duygusal zararlar ortaya çıkabilir ve davranış değişiklikleri, uzun dönemde madde bağımlılığı veya başkalarına fiziksel istismar uygulama davranışları görülebilir.

Sarsılmış bebek sendromu, toplumda her sosyal düzeyde görülmektedir. Ancak düşük gelir düzeyine sahip hane halkının bulunduğu yerlerde daha sık olduğu rapor edilmiştir. Çocuğa bakan kişinin büyük stres altında olması, sosyal zorluklar, öfke ile baş edememe şiddet duygusuna neden olmaktadır. Yine yetersiz eğitim, anne ya da babanın tek başına çocuğu yetiştirmesi, alkol veya ilaç bağımlılığı olan ebeveynin çocuk istismarında rolü büyüktür.

Sebep olarak genellikle çocuğun ağlaması ve tuvalet eğitimi sırasında itaat etmemesi gösterilir. Bazı toplumlarda aile, herhangi bir eşyayı satın aldığı gibi çocuğa da sahip olmuştur, çocuk ebeveynin malıdır ve ona yapılanlar hak olarak görülmektedir. Çocuğun istismarı ”karakterini güçlendirerek ilerde zorlukları aşmada çocuğa yardımcı olacaktır” düşüncesiyle kabul görmektedir. Çocuk istismarı yapan kişiler çoğu zaman kendi çocukluklarında da istismara uğramış bireylerdir.

Sarsılmış bebek sendromu bulguları “bebeği acile getirmekte gecikme” ile başlayabilir. Çocuğun yaralanmasından sonra geçen sürenin uzun olması ve bunun açıklanamaması bu şüpheyi güçlendirir. Çocuğun vücudunda el izine benzeyen morarmalar, yumruk, kemer, sigara yanığı, haşlanma, ısırık izleri, morarmış gözler, baygınlık, boğazda sıkılmış izlenimi veren halkalar önemli bulgulardır. El ve ayak bileklerinde halka şeklinde yaralanma izleri çocuğun bacağının ve kolunun döndürüldüğünü düşündürür. Küçük bebeklerde bıngıldağın şişkin görünmesi de belirtilerdendir.

İstismara uğramış çocuklarda;

Yazının Devamını Oku

Kolada yüksek kanser riski

19 Şubat 2014
Gazlı içeceklere kızıl rengini veren maddenin kanserojen içerdiği iddia edildi.

Amerika’da yapılan bir araştırmada, gazlı içeceklere kızıl rengi veren 4-Mel isimli kimyasal maddenin kanserojen içerdiği iddia edildi. Bu madde artık ABD’deki kolalarda kullanılmayacak.

Dünyaca ünlü bilim dergisi Tech Times’da yayınlanan “Suni renklendirme yapan 4-methylimidazole (4-Mel) potansiyel olarak kanser yapıcı bir kimyasal içeriyor” makalesi, bilim ve gıda dünyasında tartışmalara yol açtı. Yayınlanan makalenin ardından konu üzerinde araştırmalar yapan Dünya Sağlık Örgütü ve Amerikan Çevre ve Sağlık Bilimleri Ulusal Akademisi, bu maddenin potansiyel olarak kansere yol açabileceğini bildirdi. California Eyaleti ise 29 mikrogram 4-Mel içeren tüm yiyecek ve içeceklerin üzerinde kanser riski uyarısı bulunması gerektiğini öngören bir yasa çıkardı. 

Gazlı içecekler ve kafein tüketimi konusunda uzmanından önemli uyarı

“Çocuk ve ergenler kafeini, kolalı içeceklerden ve çaydan alırlar. Ancak son yıllarda kuvvetli kafein kaynağı enerji içecekleri 18 yaş altı gruba daha fazla pazarlanmaya başlamıştır” diyen Çocuk Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof.Dr.Elif Dağlı, gazlı içecekler ve kafein ile ilgili daha önceden yapılan araştırmaları açıklayarak bu besinlerin zararları konusunda aileleri uyardı.

Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol Merkezi 1999-2010 yılları arasında çocuk ve ergenlerde enerji içeceklerine bağlı kafein kullanımını incelemek üzere bir araştırma yaptı. Çocuk ve ergenlerin 24 saatlik diyetlerinde kafein alımı ve kaynaklarını inceledi. Sonuçlar çocukların % 73’ünün her gün kafein aldıklarını, toplam kafein alımında yıllar içinde değişiklik olmadığını gösterdi. Bununla birlikte,1999-2010 yılları arasında kolalı içeceklerden alınan kafeinin % 62’den %38’e gerilediğini bulundu. Kafein içeren kahve içme oranının 1999-2000 yıllarında %10 iken, 2009-2010 yıllarında %24’e yükseldiği saptandı. 1999-2000 yıllarında bulunmayan enerji içeceği ise 2009-2010 arası gençlerin kafein alımının % 6’sını oluşturur hale gelmişti.

Çalışma, çocukların ve ergenlerin kafein alımında değişiklik olmadığını ancak kafein kaynağının kolalı içeceklerden kahve ve enerji içeceklerine kaydığını gösterdi.

Kafein, erişkinlerde güvenli bir madde kabul edilse de çocuklardaki etkisi bilinmemektedir. Kolalı içeceklerden farklı olarak enerji içeceklerinin kafein içeriği FDA (ABD İlaç Ajansı) tarafından denetlenmemektedir. Enerji içecekleri “gıda takviyesi” sınıfında tutularak denetim dışı bırakılmaktadır. Kafeinin fazla alımı kalp çarpıntısı, kalp ritmi bozukluğu, hiperaktivite, endişe, kan şekeri yükselmesine neden olabilmektedir.

Olgu raporları aşırı kafein ve enerji içeceği alımının ölüme yola açabileceğini bildirmiştir.

228 çocuğu kapsayan başka bir çalışmada aileler 5-7 yaş çocuğunun günde ortalama 52 mg, 8-12 yaş çocuğunun günde 109 mg kafein aldığını belirtmiştir. Alınan kafein miktarı çocuklarda uyku süresinin azalması ile ilişkili bulunmuştur.

Amerikan Pediatri Akademisi (Çocuk Sağlığı Akademisi), uyarıcı içeren enerji içeceklerinin çocuk ve ergen diyetinde yeri olmadığını açıklamıştır. Hiçbir Amerikan tıp rehberi kafeini bir gıda takviyesi olarak göstermemektedir.

Dünyaca ünlü bilim dergisi Tech Times’da yayınlanan “Suni renklendirme yapan 4-methylimidazole (4-Mel) potansiyel olarak kanser yapıcı bir kimyasal içeriyor” makalesi, bilim ve gıda dünyasında tartışmalara yol açtı. Yayınlanan makalenin ardından konu üzerinde araştırmalar yapan Dünya Sağlık Örgütü ve Amerikan Çevre ve Sağlık Bilimleri Ulusal Akademisi, bu maddenin potansiyel olarak kansere yol açabileceğini bildirdi. California Eyaleti ise 29 mikrogram 4-Mel içeren tüm yiyecek ve içeceklerin üzerinde kanser riski uyarısı bulunması gerektiğini öngören bir yasa çıkardı. 

“Çocuk ve ergenler kafeini, kolalı içeceklerden ve çaydan alırlar. Ancak son yıllarda kuvvetli kafein kaynağı enerji içecekleri 18 yaş altı gruba daha fazla pazarlanmaya başlamıştır” diyen Çocuk Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof.Dr.Elif Dağlı, gazlı içecekler ve kafein ile ilgili daha önceden yapılan araştırmaları açıklayarak bu besinlerin zararları konusunda aileleri uyardı.

Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol Merkezi 1999-2010 yılları arasında çocuk ve ergenlerde enerji içeceklerine bağlı kafein kullanımını incelemek üzere bir araştırma yaptı. Çocuk ve ergenlerin 24 saatlik diyetlerinde kafein alımı ve kaynaklarını inceledi. Sonuçlar çocukların % 73’ünün her gün kafein aldıklarını, toplam kafein alımında yıllar içinde değişiklik olmadığını gösterdi. Bununla birlikte,1999-2010 yılları arasında kolalı içeceklerden alınan kafeinin % 62’den %38’e gerilediğini bulundu. Kafein içeren kahve içme oranının 1999-2000 yıllarında %10 iken, 2009-2010 yıllarında %24’e yükseldiği saptandı. 1999-2000 yıllarında bulunmayan enerji içeceği ise 2009-2010 arası gençlerin kafein alımının % 6’sını oluşturur hale gelmişti.

Çalışma, çocukların ve ergenlerin kafein alımında değişiklik olmadığını ancak kafein kaynağının kolalı içeceklerden kahve ve enerji içeceklerine kaydığını gösterdi.

Kafein, erişkinlerde güvenli bir madde kabul edilse de çocuklardaki etkisi bilinmemektedir. Kolalı içeceklerden farklı olarak enerji içeceklerinin kafein içeriği FDA (ABD İlaç Ajansı) tarafından denetlenmemektedir. Enerji içecekleri “gıda takviyesi” sınıfında tutularak denetim dışı bırakılmaktadır. Kafeinin fazla alımı kalp çarpıntısı, kalp ritmi bozukluğu, hiperaktivite, endişe, kan şekeri yükselmesine neden olabilmektedir.

Olgu raporları aşırı kafein ve enerji içeceği alımının ölüme yola açabileceğini bildirmiştir.

228 çocuğu kapsayan başka bir çalışmada aileler 5-7 yaş çocuğunun günde ortalama 52 mg, 8-12 yaş çocuğunun günde 109 mg kafein aldığını belirtmiştir. Alınan kafein miktarı çocuklarda uyku süresinin azalması ile ilişkili bulunmuştur.

Yazının Devamını Oku

Öksürük şurupları tedavi etmiyor

18 Şubat 2014
Bebeklerde öksürüğün nedenleri ve tedavi yöntemleri hakkında önemli bilgiler…

Birçok farklı nedenle bebeklerde öksürük oluşabilir. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Elif Dağlı, bebeklerde öksürüğün nedenlerini ve dikkat edilmesi gereken noktaları anlattı.

Tek bir nedene bağlı olmayan öksürüğün tedavisi de tek bir şekilde yapılamaz. “Bebeğim öksürüyor ne yapmalıyım?” sorusunun yanıtı; öksürüğün altında yatan sebep her neyse onun keşfedilmesi, ortadan kaldırılması ve tedavi edilmesi ile verilebilir.

Öksürüğün nedenleri

    Öksürük doğuştan meydana gelen inatçı ve hiç düzelmeyen bir öksürük ise bebekte doğuştan var olan bir solunum sistemi bozukluğu olabilir.Öksürüğe ateş eşlik ediyor, bebek balgam çıkarıyor ve yanı sıra burun akıntısı varsa bebek bir enfeksiyon geçiriyor olabilir.Kuru, kesik öksürükler varsa ve bebeğin aynı zamanda egzaması, yiyecek alerjileri bulunuyorsa alerjik bir öksürük olabilir.Hiçbir şikayeti olmayan bir bebekte ani öksürük, morarma, ağlama, nefes darlığı ve arkasından hırıltı oluştuysa bebeğin nefes borularında yabancı cisim aspirasyonu düşünülür ve bu yabancı madde çıkarılıncaya kadar şikayetler devam eder.

Öksürük şurupları iyileştiriyor mu?

Öksürük bebek tarafından kullanılan bir imdat sinyalidir, öksürük şurubu ise sinyali perdeler. Susturucu öksürük şurupları öksürüğü baskılar fakat altta yatan nedeni ortadan kaldıramaz ve hastalığı düzeltemez. Altta yatan nedeni bulmadan öksürüğün üstünü örtmek hastalığın ilerlemesine neden olacaktır. Öksürük şuruplarının bir kısmı öksürüğü sessizleştirmek, duyulmaz hale getirmek için yapılmış; bir kısmı ise akciğer içinde var olan salgıları (balgamı)dışarı atabilmek için üretilmiştir. Öksürük şurupları sadece geçici önlemlerdir asıl hastalığın tedavisi değildirler. Balgam yapan hastalık, örneğin alerjiler ortadan kaldırılmadan balgam sökücü öksürük şuruplarının bebeğe verilmesi öksürüğü daha da arttırabilir. Bu nedenle bebeğe hastalık teşhisi konmuş, uygun tedavi yapılmış ve hekim önerdi ise öksürük şurubu kullanılabilir.

Bitkisel yöntemlere dikkat

Öksürüğü durdurmak için halk arasında kullanılan ballı süt, turp içinde bal veya çeşitli bitki çayı yöntemleri etkisi kanıtlanmamış yöntemlerdir. Bu yöntemler eğer bebeğin öksürüğü alerjik sebeplerle ortaya çıkıyor ise aksine öksürüğü arttırabilir. Özellikle anne sütü dışında herhangi bir gıda verilmeyen küçük bebeklerde ilk altı ay içinde öksürük için bitki ve otların kullanılması doğru değildir. Bal ise küçük bebeklerde bir yaşından önce başlanmaz. Öksürüğü geçirmek için verildiği taktirde bebek için zararlı olabilir. Bebeğiniz öksürüyor ise en doğrusu nedenin bulunmasını sağlamak ve hastalığın tedavisi için hekime başvurmaktır.

Buhar makineleri ters etki yapabilir

Öksüren bebekler için halk arasında buhar kullanılması da önerilmektedir. Su buharı alerjik bebeklerde nefes borusunu aniden kasacak etki yaratır ve kullanılması önerilmez. Ancak enfeksiyon sırasında hekim tarafından önerilirse geçici ve kısa dönem kullanılabilir. Yaygın olarak satılan ister sıcak olsun ister soğuk olsun su buharı oluşturan cihazlar, her bebek için uygun değildir.

Mentol içeren kremler

Bir başka önemli husus ise içinde mentol bulunan ve rahatlatıcı olarak göğüs üzerinde kullanılan çeşitli kremlerin ayak altına sürülmesi ile ilgili şehir efsanesidir. Ayak altına sürülen herhangi bir kremin solunum sistemine iyi geldiğine dair bilimsel ya da tıbbi hiçbir kanıt yoktur.  

Tek bir nedene bağlı olmayan öksürüğün tedavisi de tek bir şekilde yapılamaz. “Bebeğim öksürüyor ne yapmalıyım?” sorusunun yanıtı; öksürüğün altında yatan sebep her neyse onun keşfedilmesi, ortadan kaldırılması ve tedavi edilmesi ile verilebilir.

Öksürük bebek tarafından kullanılan bir imdat sinyalidir, öksürük şurubu ise sinyali perdeler. Susturucu öksürük şurupları öksürüğü baskılar fakat altta yatan nedeni ortadan kaldıramaz ve hastalığı düzeltemez. Altta yatan nedeni bulmadan öksürüğün üstünü örtmek hastalığın ilerlemesine neden olacaktır. Öksürük şuruplarının bir kısmı öksürüğü sessizleştirmek, duyulmaz hale getirmek için yapılmış; bir kısmı ise akciğer içinde var olan salgıları (balgamı)dışarı atabilmek için üretilmiştir. Öksürük şurupları sadece geçici önlemlerdir asıl hastalığın tedavisi değildirler. Balgam yapan hastalık, örneğin alerjiler ortadan kaldırılmadan balgam sökücü öksürük şuruplarının bebeğe verilmesi öksürüğü daha da arttırabilir. Bu nedenle bebeğe hastalık teşhisi konmuş, uygun tedavi yapılmış ve hekim önerdi ise öksürük şurubu kullanılabilir.

Öksürüğü durdurmak için halk arasında kullanılan ballı süt, turp içinde bal veya çeşitli bitki çayı yöntemleri etkisi kanıtlanmamış yöntemlerdir. Bu yöntemler eğer bebeğin öksürüğü alerjik sebeplerle ortaya çıkıyor ise aksine öksürüğü arttırabilir. Özellikle anne sütü dışında herhangi bir gıda verilmeyen küçük bebeklerde ilk altı ay içinde öksürük için bitki ve otların kullanılması doğru değildir. Bal ise küçük bebeklerde bir yaşından önce başlanmaz. Öksürüğü geçirmek için verildiği taktirde bebek için zararlı olabilir. Bebeğiniz öksürüyor ise en doğrusu nedenin bulunmasını sağlamak ve hastalığın tedavisi için hekime başvurmaktır.

Öksüren bebekler için halk arasında buhar kullanılması da önerilmektedir. Su buharı alerjik bebeklerde nefes borusunu aniden kasacak etki yaratır ve kullanılması önerilmez. Ancak enfeksiyon sırasında hekim tarafından önerilirse geçici ve kısa dönem kullanılabilir. Yaygın olarak satılan ister sıcak olsun ister soğuk olsun su buharı oluşturan cihazlar, her bebek için uygun değildir.

Bir başka önemli husus ise içinde mentol bulunan ve rahatlatıcı olarak göğüs üzerinde kullanılan çeşitli kremlerin ayak altına sürülmesi ile ilgili şehir efsanesidir. Ayak altına sürülen herhangi bir kremin solunum sistemine iyi geldiğine dair bilimsel ya da tıbbi hiçbir kanıt yoktur.  

Yazının Devamını Oku

Çocuk ve ergenlerde kafein alarmı

18 Şubat 2014
Son yıllarda kuvvetli kafein kaynağı enerji içecekleri 18 yaş altı gruba daha fazla pazarlanmaya başlandı.

Çocuk ve ergenler kafeini, kolalı içeceklerden ve çaydan alırlar. Ancak son yıllarda kuvvetli kafein kaynağı enerji içecekleri 18 yaş altı gruba daha fazla pazarlanmaya başlamıştır.

Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol Merkezi 1999-2010 yılları arasında çocuk ve ergenlerde enerji içeceklerine bağlı kafein kullanımını incelemek üzere bir araştırma yaptı. Çocuk ve ergenlerin 24 saatlik diyetlerinde kafein alımı ve kaynaklarını inceledi. Sonuçlar çocukların % 73’ünün her gün kafein aldıklarını, toplam kafein alımında yıllar içinde değişiklik olmadığını gösterdi. Bununla birlikte,1999-2010 yılları arasında kolalı içeceklerden alınan kafeinin % 62’den % 38’e gerilediğini bulundu. Kafein içeren kahve içme oranının 1999-2000 yıllarında % 10 iken, 2009-2010 yıllarında % 24’e yükseldiği saptandı. 1999-2000 yıllarında bulunmayan enerji içeceği ise 2009-2010 arası gençlerin kafein alımının % 6’sını oluşturur hale gelmişti.

Çalışma çocukların ve ergenlerin kafein alımında değişiklik olmadığını ancak kafein kaynağının kolalı içeceklerden kahve ve enerji içeceklerine kaydığını gösterdi.

Kafein erişkinlerde güvenli bir madde kabul edilse de çocuklardaki etkisi bilinmemektedir. Kolalı içeceklerden farklı olarak enerji içeceklerinin kafein içeriği FDA (ABD İlaç Ajansı) tarafından denetlenmemektedir. Enerji içecekleri “gıda takviyesi” sınıfında tutularak denetim dışı bırakılmaktadır. Kafeinin fazla alımı kalp çarpıntısı, kalp ritmi bozukluğu, hiperaktivite, endişe, kan şekeri yükselmesine neden olabilmektedir.

Olgu raporları aşırı kafein ve enerji içeceği alımının ölüme yola açabileceğini bildirmiştir.

228 çocuğu kapsayan başka bir çalışmada aileler 5-7 yaş çocuğunun günde ortalama 52 mg, 8-12 yaş çocuğunun günde 109 mg kafein aldığını belirtmiştir. Alınan kafein miktarı çocuklarda uyku süresinin azalması ile ilişkili bulunmuştur.

Yazının Devamını Oku

Sigaranın neden olduğu yeni hastalıklar bulundu!

9 Şubat 2014
ABD Sağlık Bakanlığı sigarayla ilişkili olduğu yeni keşfedilen hastalıkları bildirdi.

Amerika Birleşik Devletleri Sağlık Bakanlığı’nın 1964’te yayınlanan raporunun üzerinden 50 yıl geçti. Dünyada sigara tüketimi için dönüm noktası olarak bilinen bu raporun yayınlanmasından günümüze, sigara içme davranışının neden olduğu sigara ilişkili hastalıkların çeşitleri hızla değişti. ABD Sağlık Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde 50 yıllık bilançoyu açıkladı ve sigara ile ilişkili olduğu yeni keşfedilen hastalıkları bildirdi.

ABD Sağlık Bakanlığı’nın raporuna dikkat çeken Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Elif Dağlı, 9 Şubat “Sigarayı Bırakma Günü” için yaptığı açıklamada, “Maalesef ülkemizde sigara ilişkili hastalık hasarları, hastalık yükü ve ölüm sayılarını kesin gösterecek araştırmalar mevcut değil ve ülkemizdeki bilançoyu ABD Sağlık Bakanlığı gibi verme olanağımız yok.” dedi.

Sigara içmek neredeyse bütün vücut organlarına hasar veren, doğmamış bebeğe zarar veren bir sağlık sorunu. Şeker hastalığı, romatizma, bağırsak kanseri gibi sık görülen hastalıkların temelinde sigara bulunuyor.

Pasif sigara dumanına maruziyetin de kanser, solunum, kalp damar hastalıkları ile doğrudan ilişkili ve bebek - çocuk sağlığı üzerinde olumsuz etkileri var. Son 50 yılda kadınlarda sigara içme oranının oldukça artmış olması nedeniyle kadınlarda görülen, akciğer kanserleri, KOAH ve kalp damar hastalıklarının sıklığı, bu hastalıkların erkeklerde görülme sıklığına yaklaşmış durumda. Sigara birçok hastalığın yanı sıra vücutta iltihabi reaksiyonları körüklüyor, bağışıklık sistemini de bozuyor.

1964 yılından beri sigara içme oranları düşmeye devam etmekle birlikte, eğitim, sosyo-ekonomik düzey ve ülkelerin bölgesine göre büyük dengesizlikler bulunuyor. Sigara mücadelesi için etkin yöntemler, reçeteler belirlendiği ve bu yöntemlerin uygulanmasına çalışıldığı ancak, hastalık yükünü önemli ölçüde azaltmak için sigaranın ve diğer yanan tütün ürünlerinin hızlıca kaldırılması gerektiğine vurgu yapılıyor.

Başardıklarımızı kaybetmemeliyiz!

Prof. Dr. Elif Dağlı yaptığı açıklamada, sigara mücadelesi konusunda yakalamış olduğumuz başarıyı hiçbir şekilde azaltmadan, tütün ve tütün ürünleri konusunda bilinçlendirme kampanyalarının televizyonda aylık 90 dakikanın doğru kullanılmasına, satış noktalarındaki sigaraların işletme dışından görülmeyecek şekilde sergilendiğinin denetlenmesine ve reklamlara hiçbir şekilde izin verilmemesine, kapalı alanlarda sigara içilmesine göz yumulmamasına ve sigaranın tamamen engellenebilmesi için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerektiğini belirtiyor.

Bugünden itibaren gelecek nesiller, bir sonraki 50 yıllık bilançoyu daha olumlu olarak değerlendirebilmeli diyen Dağlı, açıklanan son 50 yıllık bilançonun korkutucu boyutuna, “toplamda 20,830,000 kişinin tütün ve tütün ürünleri sebebiyle hayatını kaybettiğine” dikkat çekiyor. ABD Sağlık Bakanlığı’nın ortaya çıkarttığı bu bilanço, sigaranın yaşam hakkı üzerinde ne kadar önemli bir tehdit olduğunu inanılmaz sayılarla karşımıza koymakta. Yüzyıl boyunca sürmüş olan bu salgın, önlenebilir bir halk sağlığı trajedisi. Sigara salgını tütün endüstrisi tarafından başlatılan ve sürdürülen bir salgın olup sigara içmenin riskleri konusunda halk yanlış bilgilendiriliyor.

Tütün insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden biri

Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk, bugün kanser ölümlerinin tüm ölüm nedenleri arasında birinci sıraya çıktığını belirterek, her yıl 14 milyon insanın kansere yakalandığını, böyle giderse önümüzdeki 20 yılda her yıl görülen yeni kanser vakasının 25 milyona çıkacağını belirterek, burada en önemli nedenler arasında birinci sırada tütünün olduğunu söylemiş, tütüne karşı mücadelenin bir insanlık borcu olduğunu belirtmiştir. Tütünü insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden birisi olarak niteleyen Dr. Kutluk, Dünyanın önde gelen tüm sivil ve resmi örgütlerinin tütün ve tütün ürünlerine karşı mücadele ettiğini belirterek sağlığın korunması ve gelecek nesillerin sağlığı için konunun önemini vurgulamıştır. 

Sigaranın 50 yıllık bilançosu açıklandı!

Sigaranın neden olduğu birçok hastalığı biliyorduk ama ilişkilendirmediğimiz diğer hastalıklarla da bağlantısı ortaya çıktı. Sigaranın, karaciğer, barsak, kalın barsak, rektum kanserlerinden de sorumlu olduğu ayrıca makula dejenerasyonu dediğimiz, gözde ana görme noktasının bozulması ve körlüğe giden süreçte etkisi olduğu bulundu. Hamilelerin sigara içmesinin ise doğacak bebekte çeşitli ağız ve yüz yarıklarına neden olduğu tespit edildi. Tüberküloz (verem), diyabet (şeker hastalığı), dış gebelik, erkeklerde cinsel işlevsel bozuklukları, romatoid artrit (romatizma) ve bağışıklık sistemi bozukluklarının da sigara ile kesin ilişkisi saptandı.

Pasif sigara dumanına maruz kalan bireyler beyin kanamaları ve felç riski altında!

Pasif sigara içiciliğinin çocuklarda, kulak, solunum, alt solunum yolu enfeksiyonu ve ani beşik ölümüne yol açtığı bilinmekteydi. Erişkinlerde de pasif sigara dumanı, burunda hassasiyet, akciğer kanseri, koroner kalp hastalığı ve kadınlarda düşük riski ilişkisi bilinmekteydi. Ancak erişkinlerde pasif sigara dumanının beyin felci riskini oluşturduğu yeni keşfedildi. Araştırmada, kendisi sigara içmediği halde pasif sigara dumanına maruz kalan insanların beyin felci geçirebileceği tespit edildi. Beyin damarlarının pıhtıyla tıkanması ve kanamalar neticesinde aniden kol-bacak hissizliği ve bazı yüz felçleri gibi çeşitli felç tiplerinin pasif sigara ile net ilişkisi ortaya kondu.

ABD Sağlık Bakanlığı açıklamasında, son 50 yıl içinde sigaradan kaybedilen kişi sayısı:

    Sigaraya bağlı kanserlerden 6,587,000Kalp damar ve metabolik hastalıklardan 7,787,000Akciğer hastalıklarından 3,804,000Hamilelik ve doğumla ilişkili sorunlardan 108,000Pasif sigara dumanı nedeniyle akciğer kanserinden 263,000Pasif sigara dumanı nedeniyle koroner arter hastalığından 2,194,000Sigaranın yol açtığı ev yangınlardan 86,000

ABD Sağlık Bakanlığı’nın raporuna dikkat çeken Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Elif Dağlı, 9 Şubat “Sigarayı Bırakma Günü” için yaptığı açıklamada, “Maalesef ülkemizde sigara ilişkili hastalık hasarları, hastalık yükü ve ölüm sayılarını kesin gösterecek araştırmalar mevcut değil ve ülkemizdeki bilançoyu ABD Sağlık Bakanlığı gibi verme olanağımız yok.” dedi.

Sigara içmek neredeyse bütün vücut organlarına hasar veren, doğmamış bebeğe zarar veren bir sağlık sorunu. Şeker hastalığı, romatizma, bağırsak kanseri gibi sık görülen hastalıkların temelinde sigara bulunuyor.

Pasif sigara dumanına maruziyetin de kanser, solunum, kalp damar hastalıkları ile doğrudan ilişkili ve bebek - çocuk sağlığı üzerinde olumsuz etkileri var. Son 50 yılda kadınlarda sigara içme oranının oldukça artmış olması nedeniyle kadınlarda görülen, akciğer kanserleri, KOAH ve kalp damar hastalıklarının sıklığı, bu hastalıkların erkeklerde görülme sıklığına yaklaşmış durumda. Sigara birçok hastalığın yanı sıra vücutta iltihabi reaksiyonları körüklüyor, bağışıklık sistemini de bozuyor.

1964 yılından beri sigara içme oranları düşmeye devam etmekle birlikte, eğitim, sosyo-ekonomik düzey ve ülkelerin bölgesine göre büyük dengesizlikler bulunuyor. Sigara mücadelesi için etkin yöntemler, reçeteler belirlendiği ve bu yöntemlerin uygulanmasına çalışıldığı ancak, hastalık yükünü önemli ölçüde azaltmak için sigaranın ve diğer yanan tütün ürünlerinin hızlıca kaldırılması gerektiğine vurgu yapılıyor.

Prof. Dr. Elif Dağlı yaptığı açıklamada, sigara mücadelesi konusunda yakalamış olduğumuz başarıyı hiçbir şekilde azaltmadan, tütün ve tütün ürünleri konusunda bilinçlendirme kampanyalarının televizyonda aylık 90 dakikanın doğru kullanılmasına, satış noktalarındaki sigaraların işletme dışından görülmeyecek şekilde sergilendiğinin denetlenmesine ve reklamlara hiçbir şekilde izin verilmemesine, kapalı alanlarda sigara içilmesine göz yumulmamasına ve sigaranın tamamen engellenebilmesi için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerektiğini belirtiyor.

Bugünden itibaren gelecek nesiller, bir sonraki 50 yıllık bilançoyu daha olumlu olarak değerlendirebilmeli diyen Dağlı, açıklanan son 50 yıllık bilançonun korkutucu boyutuna, “toplamda 20,830,000 kişinin tütün ve tütün ürünleri sebebiyle hayatını kaybettiğine” dikkat çekiyor. ABD Sağlık Bakanlığı’nın ortaya çıkarttığı bu bilanço, sigaranın yaşam hakkı üzerinde ne kadar önemli bir tehdit olduğunu inanılmaz sayılarla karşımıza koymakta. Yüzyıl boyunca sürmüş olan bu salgın, önlenebilir bir halk sağlığı trajedisi. Sigara salgını tütün endüstrisi tarafından başlatılan ve sürdürülen bir salgın olup sigara içmenin riskleri konusunda halk yanlış bilgilendiriliyor.

Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk, bugün kanser ölümlerinin tüm ölüm nedenleri arasında birinci sıraya çıktığını belirterek, her yıl 14 milyon insanın kansere yakalandığını, böyle giderse önümüzdeki 20 yılda her yıl görülen yeni kanser vakasının 25 milyona çıkacağını belirterek, burada en önemli nedenler arasında birinci sırada tütünün olduğunu söylemiş, tütüne karşı mücadelenin bir insanlık borcu olduğunu belirtmiştir. Tütünü insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden birisi olarak niteleyen Dr. Kutluk, Dünyanın önde gelen tüm sivil ve resmi örgütlerinin tütün ve tütün ürünlerine karşı mücadele ettiğini belirterek sağlığın korunması ve gelecek nesillerin sağlığı için konunun önemini vurgulamıştır. 

Yazının Devamını Oku