Elif Dağlı

Bebeğin gazı en kolay nasıl çıkarılır?

14 Haziran 2019
Bebeklerde gaz sancısı anne babaların korkulu rüyasıdır adeta. Peki, bu problemle en kolay nasıl başa çıkılır? Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Elif Dağlı, bebeklerde gaz oluşumuyla ilgili tüm bilinmeyenleri aktardı ve ebeveynlere bebeklerin gaz sancısını gidermeleri için önerilerde bulunmayı da ihmal etmedi.

Birçok bebekte gaz olabilir, hatta erişkinler çocuklarının ne kadar çok gaz çıkardığına şaşırabilirler. Bebeklerde gaz genellikle geğirmek, karın şişliği, kramplar ve ağlama ile kendini gösterebilir. Çoğu zaman önemli bir hastalık belirtisi değildir. Günde 14 ila 23 defa gaz çıkarmak hem erişkinler hem de çocuklar için normaldir.

Gaz genellikle hava yutmaktan veya alınmış olan gıdanın yeterince parçalanıp hazmedilememesinden ortaya çıkabilir. Çocuklar ağladıkları sırada fazla hava yutarlar ve daha fazla gaz oluştururlar.

Gaz oluşmasında özellikle yiyeceklerin katkısı önemlidir. Meyvelerin ve meyve sularının içinde “sorbitol” denilen şeker alkolü bulunur. Bebek bunları yeterince hazmedemediği için gaz oluşturabilir. Aynı şekilde tahıllar (fasulye, bezelye, mercimek) ve sebzeler de (lahana, brokoli, karnabahar) hazmı zor gıdalar olduğundan gazı artırır.

Gazın oluşmasını engellemek için birkaç yöntem önerilebilir. Bunlardan bir tanesi çocuğu dik pozisyonda beslemektir. Özellikle anne, bebeği emziriyorsa ve biberonla besliyorsa, bebeğin başını midesinden daha yukarda tutması gereklidir. Böylelikle süt, midenin alt kısmına yerleşecek, hava daha yukarıda kalacak ve geğirmeyle boşalması kolay olacaktır. Çocuğun çok gazı varsa kullandığınız biberonun ağızlığını değiştirmek yararlı olabilir. Özellikle anne göğsünün ucundan daha yavaş akıtan bir şişe ağzı, gaz oluşmaması için yarar sağlar. Daha doğrusu yavaş akıtan biberon başlıkları daha sağlıklıdır.

                                        

Yazının Devamını Oku

Bahar alerjileri çocukları rahat bırakmıyor!

11 Mart 2019
Çocuğunuzun gözü, burnu akıyor ve kaşınıyor mu?

Havalar bir güneşli, bir yağışlı gidiyor. Ağaçların ve çiçeklerin büyümeleri ve tozlarını saçarak çoğalmaları için gerekli koşullar devam ediyor. Çocuklarımızda ise gözler kırmızı, kaşıntılı, burun su gibi akıyor, kulaklar ağrıyor. Kuru havalarda uçuşan bitki ve ağaç polenleri, yağışlı havalarda havada dolaşan küf sporları üst ve alt solunum yolu alerjilerini tetikliyor.

Gözlerin beyaz kısmının ve göz kapağının içinin kızarması, gözlerin sulanması, kaşınması, görmenin bulanıklaşması, göz kapağının şişmesi tipik bahar alerji bulgularındandır. Bu duruma tıp dilinde "Alerjik Konjuktüvit" denir. Genellikle iki gözde aynı anda görülür. Mikropik konjuktivit ise tek gözde olur, iltihaplı akıntı eşlik eder.

Alerjik konjuktivit tedavisinde antihistaminikler ağız yoluyla kullanılır, neden olan alerjen uzaklaştırılır. Çeşitli göz damlaları da eş zamanlı olarak önerilir. Bu göz damlaları; kızarıklığı geçiren dekonjestan , şişiliği ve kaşıntıyı geçiren antihistaminik veya kromolin, göz yaşının eksikliğini gideren kayganlaştırıcılar içerir. Bütün bu tedavilere rağmen şikayetler devam ederse kortizonlu göz damlaları ve hatta ağız yoluyla kortizon kullanılması gerekebilir.

SAMAN NEZLESİ denilmesine rağmen saman ile bir ilişkisi yoktur. Tıp dilindeki ismi alerjik rinittir, sık görülen çocuk alerjilerindendir. Şefaf burun akıntısı, hapşırık, kaşıntı, burun tıkanıklığı ve geniz akıntısı belirtileri gösterir. Çocuklar burunlarını kaşımak için devamlı burnu aşağıdan yukarı iterler veya ellerini sağa sola üzerinden geçirirler. Bu hareketi çok sık yaptıklarında burun ucunda yatay bir katlantı çizgisi ortaya çıkar. Bu şekildeki tipik burun kaşıma hareketlerine "alerjik selam" ismi verilir.

Burun tıkanıklığının en sık nedeni alerjidir. Bazı çocuklarda tıkanıklık o kadar fazladır ki çocuk gece burnundan nefes alamaz ve ağzı açık uyur. Gece dinlenememiş olduğundan ertesi gün yorgun ve huzursuz olur. Burun tıkanıklığı burun içinde biriken salgıdan çok burunu döşeyen dokunun şişmesinden ileri gelmektedir. Burun içini temizlemek için uygulanan basınçlı sıvılar mukozayı tahriş ederek daha çok şişmesine neden olabilir. Uzun süre tedavi edilmeyen burun tıkanıklığı çene ve diş gelişim bozukluklarına neden olabilir.

Alerjik rinit tedavisinde alerjenden uzaklaşmak, ağızdan antihistaminik veya montelukast içeren ilaçlar, burundan antihistaminik veya yerel kortizon içeren damlalar kullanmak gereklidir.

Alerjiler kulakta sıvı toplanmasına yol açabilir. Orta kulakta toplanan sıvı kulak enfeksiyonlarını kolaylaştırır, işitmeyi bozar. Bebekler az duymaya başlarsa sesleri öğrenemediklerinden konuşmayı beceremezler. Kulak alerjileri , kulakta dolgunluk hissi, ağrı, kaşıntıya neden olabilir. Çocuklarda sık kulak enfeksiyonu oluyor, kulağa tüp takılması veya geniz eti alınması öneriliyorsa altta yatan alerjik yatkınlık araştırılmalıdır.

Bahar aylarında göz, kulak, burun ve alt solunum yolu alerjileri bir arada veya tek tek görülebilir. Tetikleyici ortak olduğundan bütün hastalıklar için önlemler de benzerdir. Belirtilerin enfeksiyon olmayıp alerjiye bağlı olduğuna karar verilmelidir. Çocuğun bugüne kadar alerjisi olduğu bilinmiyorsa tetkikleri yapılmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Trans yağlar çocuk sağlığını tehdit ediyor!

20 Aralık 2018
1911 yılından beri beri gıda sektöründe yağların raf ömrünü uzatmak, yarı katı kıvam sağlamak, maliyeti ucuzlatmak için endüstriyel işlemler uygulanmaktadır. Bu işlemler sıvı yağları katı yapmakta, pişirme, kızartma sırasında yanmayı ve koyulaşmayı azaltmaktadır.

TRANS YAĞ NEDİR?

Endüstriyel işlem görmüş yağlara “trans yağ” denmektedir. Gıda endüstrisi için ticari avantajlar sağlayan bu işlem insan sağlığına büyük zararlar vermektedir. Trans yağların yüksek oranda tüketilmesi herhangi bir nedene bağlı ölümleri %34, kalp damar hastalığına bağlı ölümleri %28, kalp damar hastalığını %21 oranında artırmaktadır.

Yapay olarak elde edilen trans yağlar, hidrojenize yağlar; margarin, pasta, kurabiye, kızartılmış yiyecekler, şekerlemeler, salata sosları, bulyon paketlerinde bulunmaktadır. Kızartma yağlarının fast food işletmelerinde tekrar tekrar kullanılmaları ile trans yağ içeriği arttırmaktadır. Bu ürünleri tüketen esas müşteriler çocuklardır.

ÇOCUKLARIN SIK OLARAK TÜKETTİĞİ BESİNLERDE NE KADAR TRANS YAĞ VAR?

Bilimsel çalışmalara göre günde 5 gram trans yağ tüketmek kalp-damar hastalığı riskini % 25 arttırmaktadır. Çocukların sık olarak tükettiği gıdalardan; orta boy patates kızartmasında 8 gram, bir adet donut halkasında 5 gram, bir dilim kekte 4.5 gram, üç adet kremalı kurabiyede 2 gram, bir sofra kaşığı margarinde 3 gram, küçük paket patates cipsinde 3 gram, bir adet gofrette 3 gram trans yağ bulunmaktadır.

HAMİLELİKTE TRANS YAĞ TÜKETİMİ BEBEĞE ZARAR VERİR Mİ? 

Trans yağlar çocuk sağlığını anne karnında etkilemeye başlar. Trans yağ tüketen hamilelerde premature doğum daha sıktır. Hamilelik sırasında trans yağ tüketiminin en az düzeye indirilmesi önerilmektedir. Trans yağ tüketen hamilelerde tansiyon yüksekliği, gebelik zehirlenmesi (preeklampsi) riski artar. Preeklamsi geliştiren hamilelerin kanında trans yağ düzeyi % 30 daha yüksek bulunmuştur.

Trans yağ asitlerinin, anneden rahminde taşıdığı bebeğe de aktarılır. Endüstriyel trans yağların yüksek miktarda tüketimi, bebekte büyüme, görme ve merkezi sinir sistemi gelişimi için önemli uzun zincirli çoklu doymamış yağ asitlerinin oluşumunu engeller. Trans yağ tüketimi ile alerjik hastalıklar arasında da ilişki bulunmuştur. Trans yağ tüketen 13-14 yaş arası çocuklarda saman nezlesi, atopik bozukluklar, alerjik astım, egzama sıklığı daha yüksek olarak saptanmıştır.

TRANS YAĞ TÜKETİMİ NELERE YOL AÇAR?

Trans yağ tüketiminin erişkinlerde kalp-damar hastalıkları, tip 2 diyabet gelişimi, insülin direnci, metabolik sendrom, kilo alımı, bazı kanserler, doğurganlık ve cinsel işlevler bozukluğu, gebelik süresinin kısalması, preeklampsi riski, sinir sistemi bozuklukları ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Diyette bulunan endüstriyel olarak üretilen trans yağ asitleri, daha düşük plazma HDL kolesterol ve damar duvarı bozukluğu ortaya çıkarmaktadır. Damarlardaki kanla doğrudan temas halinde olan en içteki hücre tabakası işlevi bozulmaktadır. Yağlı karaciğer, karın bölgesinde yağlanma, aşırı kilo veya obezite, insülin direnci ve metabolik sendrom ile ilişkilidir.

  

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2014 yılı ölüm nedeni istatistiklerine göre Türkiye’de ölüme sebep olan hastalıklar arasında dolaşım sistemi hastalıkları % 40 oranla ilk sırayı almaktadır. İyi huylu ve kötü huylu tümörler % 20 ile ikinci sıradadır. Erişkin nüfusta her 10 kişiden üçündekolesterol yüksekliği, her 2 kişiden birinde HDL-kolesterol düşüklüğü, her 3 kişiden birinde trigliserid yüksekliği bulunmaktadır. Trans yağ alımı diğer kaynaklarla kıyaslandığında daha fazla kilo alımına sebep olmaktadır.

Ülkemizdeki obezite sıklığı kadınlarda %34, erkeklerde %22 dir. Bu oranlar dünya genelinde sırasıyla % 15 ve %11 dir. Avrupa Kardiyoloji Derneğinin üyesi 56 ülke arasında Türkiye, en kilolu 15. ülkedir. Türk kadınları ise birinci sırada gelmektedir. Trans yağ asitlerinin, bağışıklık cevabının, hücre duvarı bütünlüğünün değişmesi yoluyla kanser riskini artırabileceği düşünülmektedir. Trans yağ tüketimi ile meme kanseri, pankreas kanseri, prostatkanseri, kolon kanseri riski artmaktadır.

Ülkemizin erişkinlerinde trans yağ tüketimine bağlı bütün hastalıklar yüksek oranda görülmektedir. Çocukların ise beslenme koşulları tehdidin büyüklüğünü göstermektedir.

Tüketilen yağın kalitesi ve besin kaynakları, sağlık açısından toplam yağ tüketiminden çok daha önemli görünmektedir. Endüstriyel trans yağlardan kaçınılmalıdır.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), endüstriyel olarak üretilen trans yağların kaldırılmasını, kalp damar hastalıklarının önlenmesinde etkinliği yüksek,maliyeti düşük ve kolay uygulanabilir bir müdahale olduğunu belirtmektedir. DSÖ, trans yağ tüketiminin mümkün olduğunca düşük (toplam enerji alımının %1’inden az) olması gerektiğini vurgulamaktadır. Çoğu yüksek gelir grubuna ait 45 ülkede trans yağların kullanımının engellenmesine yönelik başarılı uygulama örnekleri mevcuttur. Ne yazık ki Dünya nüfusunun en az üçte ikisi halen endüstriyel olarak üretilen transyağlara maruz kalmaktadır. Trans yağlarla ilişkili ölümler en fazla düşük ve orta gelirli ülkelerde meydana gelmektedir. 2023 yılı itibariyle dünyada trans yağların kullanımı elimine edilecek ve trans yağlara bağlı olarak her yıl meydana gelen kalp damar hastalıkları ile ilişkili 500.000 ölüm engellenebilecektir.

Endüstriyel işlem görmüş yağlara “trans yağ” denmektedir. Gıda endüstrisi için ticari avantajlar sağlayan bu işlem insan sağlığına büyük zararlar vermektedir. Trans yağların yüksek oranda tüketilmesi herhangi bir nedene bağlı ölümleri %34, kalp damar hastalığına bağlı ölümleri %28, kalp damar hastalığını %21 oranında artırmaktadır.

Yapay olarak elde edilen trans yağlar, hidrojenize yağlar; margarin, pasta, kurabiye, kızartılmış yiyecekler, şekerlemeler, salata sosları, bulyon paketlerinde bulunmaktadır. Kızartma yağlarının fast food işletmelerinde tekrar tekrar kullanılmaları ile trans yağ içeriği arttırmaktadır. Bu ürünleri tüketen esas müşteriler çocuklardır.

Bilimsel çalışmalara göre günde 5 gram trans yağ tüketmek kalp-damar hastalığı riskini % 25 arttırmaktadır. Çocukların sık olarak tükettiği gıdalardan; orta boy patates kızartmasında 8 gram, bir adet donut halkasında 5 gram, bir dilim kekte 4.5 gram, üç adet kremalı kurabiyede 2 gram, bir sofra kaşığı margarinde 3 gram, küçük paket patates cipsinde 3 gram, bir adet gofrette 3 gram trans yağ bulunmaktadır.

Trans yağlar çocuk sağlığını anne karnında etkilemeye başlar. Trans yağ tüketen hamilelerde premature doğum daha sıktır. Hamilelik sırasında trans yağ tüketiminin en az düzeye indirilmesi önerilmektedir. Trans yağ tüketen hamilelerde tansiyon yüksekliği, gebelik zehirlenmesi (preeklampsi) riski artar. Preeklamsi geliştiren hamilelerin kanında trans yağ düzeyi % 30 daha yüksek bulunmuştur.

Trans yağ asitlerinin, anneden rahminde taşıdığı bebeğe de aktarılır. Endüstriyel trans yağların yüksek miktarda tüketimi, bebekte büyüme, görme ve merkezi sinir sistemi gelişimi için önemli uzun zincirli çoklu doymamış yağ asitlerinin oluşumunu engeller. Trans yağ tüketimi ile alerjik hastalıklar arasında da ilişki bulunmuştur. Trans yağ tüketen 13-14 yaş arası çocuklarda saman nezlesi, atopik bozukluklar, alerjik astım, egzama sıklığı daha yüksek olarak saptanmıştır.

Yazının Devamını Oku

Hava kirliliği çocuklarımızın sağlığını tehdit ediyor

17 Mayıs 2018
Kirli havada bulunan kurşun çocuklarda saldırgan davranışlar, depresyon, uyku bozukluklarına neden olmaktadır.

Türkiye Avrupa’da hava kirliliğine bağlı ölümlerin en yüksek olduğu ülkelerden biridir. 2010 yılında dış ortam havasında bulunan tanecik ve ozon kirliliğine bağlı 28924 kişi hayatını kaybetmiştir.

Türkiye’deki hava kirliliği Avrupa Birliği ve Dünya Sağlık Örgütünün verdiği sınır değerleri aşmaktadır.

Havada asılı bulunan kirletici tanecikler (partikül) boyutlarına göre ölçülmektedir. PM 10 kısaltması on mikron boyutunda olan taneciklerin, PM 2,5 ise iki buçuk mikron boyutundaki taneciklerin havadaki yoğunluğunu göstermek için kullanılır. Dünya Sağlık Örgütüne göre yıllık ortalama olarak PM 10 yoğunluğu metre küpte 20 mikro gramın, PM 2,5 yoğunluğu 10 mikro gram üzerine çıkmamalıdır. Türkiye’de bu değer 2011 yılında sırasıyla 58 ve 38 bulunmuştur. İki buçuk mikron çapındaki tanecikler akciğerin en uç noktalarına kaçabileceği için sağlık açısından daha önemlidir. Çocuklar küçük kirletici taneciklere erişkinlerden daha fazla maruz kalırlar.

Bebeği anne karnında besleyen eş (plasenta) tehlikeli maddelere karşı bir koruyucu görevi de görür. Ancak havadaki kirleticileri tam temizleyemez. Hava kirliliğine maruz kalan hamilelerde gebelik zehirlenmesi, erken doğum, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurmak daha sık görülür.

Bebek hava kirliliğinden anne rahmine düştüğü andan itibaren etkilenir. Annenin hamileliği sırasında bebeğin çevresel etkenlere duyarlı olduğu ve olumsuz koşulların bebeğin sağlıklı organ gelişimini bozduğu gösterilmiştir.

Havada bulunan kirletici tanecikler anne karnındaki bebeklerde büyüme geriliğine neden olmaktadır. Kirli havada bulunan cıva anne karnındaki bebeğin beyin gelişmesini olumsuz etkiler. Daha sonraki yıllarda düşünme, hafıza, konuşma, ince motor hareketlerde bozukluklara yol açar.

Doğumdan sonraki ilk aylarda solunum ve bağışıklık sistemleri henüz tam gelişmemiş bebekler çevresel etkilere çok açıktırlar. Hava kirliliğine maruz kalan bebeklerde solunum sistemi sorunlara bağlı ölümler de daha sıktır. Kirleticiler çocuklarda solunum işlevini bozmakta, akciğer büyümesini yavaşlatmaktadır. Bu zararlar PM 2,5 gibi küçük taneciklerin artması halinde fazla olmaktadır. Ani beşik ölümlerinin de hava kirliliği ile ilişkili olduğu bulunmuştur.

Kirli havada bulunan kurşun çocuklarda saldırgan davranışlar, depresyon, uyku bozukluklarına neden olmaktadır. Kurşun çocuklarda reaksiyon süresini azaltmakta, soyut düşünme yeteneğini duraklatmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Çocukların aşı olmadığı günlerde.....

5 Nisan 2018
Hekimlik mesleğine başladığımda ülkemizin çocuklarına uygulanan düzenli aşı programı yoktu. Eğitimli ve bilinçli aileler çocuklarının büyüme ve gelişmesinin takibi ile aşı yapılması için özel veya devlet kurumlarındaki çocuk hekimlerine götürürdü. Nüfusun çoğunun yerleştiği kırsal kesimde sağlık ocakları bilinçlendirme ve aşı kampanyaları sürdürmeye çalışırlardı. Çocuklar arasında aşılanma oranı düşüktü.

KÖYDEN KOVULAN AŞI EKİBİ

Ankara'nın köylerinde halk sağlığı stajını yaptığım 1979 yılında, sağlık ocağı personeli ile aşılama çalışmalarına katılırdım. Soğuk bir kış sabahı, iki kız öğrenci ve gezici hemşire sağlık ocağının cipine atlayıp yakındaki bir köye ev ziyaretine gittik. Girdiğimiz evlerde çocukların ağırlıklarını , boylarını ölçüp eksik aşılarını tamamlayacaktık. Birinci evde ölçümleri tamamladığımızda baba devreye girip aşı yapmamızı engelledi. Aşının Türk çocuklarını kısırlaştırmak için keşfedilmiş bir yabancı icadı olduğu inancındaydı. Gençliğin verdiği idealist duygularla saydığımız tıp bilgileri evden atılmamıza engel olamadı. Dışarı çıktığımızda dehşet içinde, dere boyunca köyün erkeklerinin köpekleriyle birlikte sıralandığını gördük. Sağlık ocağının şöförü yanımıza gelerek cipe geri dönmemizi önerdi. Biz inatla kalmak isterken, köpekler üzerimize salındı. Cipe nasıl kaçtığımızı ve canımızı kurtardığımızı bu kadar yıl sonra bile hala çok iyi hatırlıyorum. Uzun süre o köye sağlık personeli giremedi. Köyün adını hiç unutamadım.

ASİSTANLIK YILLARIMIN SALGIN HASTALIKLARI, KAYBEDİLEN YAVRULAR...

1980 yılında Ankara'daki bir üniversitede çocuk sağlığı ihtisasına başladım. Gün aşırı nöbet tutardık. Hastaneye yatan süt çocuklarının çoğunda enfeksiyon hastalıkları saptanırdı, üçte birinin yaşamını kurtaramazdık.

Enfeksiyon servisinde kızamık en sık görülen hastalıklardan biriydi, tedavisi de yoktu. Akciğeri tahrip eden saldırgan kızamık zatürresi ve kalp yetmezliği yapan kalp kası iltihabına (myokardit) karşı durabilen çocuk pek olmuyordu. Gece nöbetimizde yatan küçücük bebeklere tıbbın sunduğu bütün olanakları kullanıyorduk ama sabaha karşı ailelerine kötü haberi vermek zorunda kalıyorduk. Tesadüfen kurtulabilen çocuklarda "harap olmuş akciğer" (bronşiektazi) gelişiyor ve yaşam boyu solunum zorluğu çekiyorlardı. 

Şimdi dünya yüzünden silinmekte olan çocuk felci haftada bir kaç kez tanı koyduğumuz bir hastalıktı. Çocukların boyundan aşağısı tam felç olduğunda nefes almaları da mümkün olmaz, suni solunum cihazına bağlanırlardı. Uzun süre hareket edemeyen ve cihaza bağlı olanlarda başka organ sistemlerine ait enfeksiyonlar da gelişir ve çok yaşamazlardı. Hastalık kısmi olarak gerilerse soluk alabilirler ama, bacakları felçli kalırdı. 

Menenjit, enfeksiyon servisinin sıradan hastalığıydı. Menenjit yapan mikropların hiç birinin aşısı yapılmadığından, serviste her zaman bir kaç menenjitli çocuk olurdu. Beyinleri etkilenen bu çocukların bir kısmı , havale geçirir, özürlü kalırlardı.

O yıllarda pisi pisine kaybedilen güzel çocukların gözleri, nefes yetmezliği ile çırpınışları kırk yıldır zihnimde kayıtlı. 

Şimdi diyorlar ki "biz aşı yaptırmak istemiyoruz" , "aşıya karşıyız".

Siz aşı olmadığı zamanlarda çocukların ne çektiğini bilmezsiniz de dersiniz.

Yoksa nasıl reva görürsünüz evladınıza boğulmayı ve felç olmayı?

1980'li yılların sıkça kullanılan bir deyimini hatırlatayım:

"Yoksa siz 1980'den önceki yıllara mı dönmek istiyorsunuz?" 

Ankara'nın köylerinde halk sağlığı stajını yaptığım 1979 yılında, sağlık ocağı personeli ile aşılama çalışmalarına katılırdım. Soğuk bir kış sabahı, iki kız öğrenci ve gezici hemşire sağlık ocağının cipine atlayıp yakındaki bir köye ev ziyaretine gittik. Girdiğimiz evlerde çocukların ağırlıklarını , boylarını ölçüp eksik aşılarını tamamlayacaktık. Birinci evde ölçümleri tamamladığımızda baba devreye girip aşı yapmamızı engelledi. Aşının Türk çocuklarını kısırlaştırmak için keşfedilmiş bir yabancı icadı olduğu inancındaydı. Gençliğin verdiği idealist duygularla saydığımız tıp bilgileri evden atılmamıza engel olamadı. Dışarı çıktığımızda dehşet içinde, dere boyunca köyün erkeklerinin köpekleriyle birlikte sıralandığını gördük. Sağlık ocağının şöförü yanımıza gelerek cipe geri dönmemizi önerdi. Biz inatla kalmak isterken, köpekler üzerimize salındı. Cipe nasıl kaçtığımızı ve canımızı kurtardığımızı bu kadar yıl sonra bile hala çok iyi hatırlıyorum. Uzun süre o köye sağlık personeli giremedi. Köyün adını hiç unutamadım.

1980 yılında Ankara'daki bir üniversitede çocuk sağlığı ihtisasına başladım. Gün aşırı nöbet tutardık. Hastaneye yatan süt çocuklarının çoğunda enfeksiyon hastalıkları saptanırdı, üçte birinin yaşamını kurtaramazdık.

Enfeksiyon servisinde kızamık en sık görülen hastalıklardan biriydi, tedavisi de yoktu. Akciğeri tahrip eden saldırgan kızamık zatürresi ve kalp yetmezliği yapan kalp kası iltihabına (myokardit) karşı durabilen çocuk pek olmuyordu. Gece nöbetimizde yatan küçücük bebeklere tıbbın sunduğu bütün olanakları kullanıyorduk ama sabaha karşı ailelerine kötü haberi vermek zorunda kalıyorduk. Tesadüfen kurtulabilen çocuklarda "harap olmuş akciğer" (bronşiektazi) gelişiyor ve yaşam boyu solunum zorluğu çekiyorlardı. 

Şimdi dünya yüzünden silinmekte olan çocuk felci haftada bir kaç kez tanı koyduğumuz bir hastalıktı. Çocukların boyundan aşağısı tam felç olduğunda nefes almaları da mümkün olmaz, suni solunum cihazına bağlanırlardı. Uzun süre hareket edemeyen ve cihaza bağlı olanlarda başka organ sistemlerine ait enfeksiyonlar da gelişir ve çok yaşamazlardı. Hastalık kısmi olarak gerilerse soluk alabilirler ama, bacakları felçli kalırdı. 

Menenjit, enfeksiyon servisinin sıradan hastalığıydı. Menenjit yapan mikropların hiç birinin aşısı yapılmadığından, serviste her zaman bir kaç menenjitli çocuk olurdu. Beyinleri etkilenen bu çocukların bir kısmı , havale geçirir, özürlü kalırlardı.

O yıllarda pisi pisine kaybedilen güzel çocukların gözleri, nefes yetmezliği ile çırpınışları kırk yıldır zihnimde kayıtlı. 

Yazının Devamını Oku

Dünya Astım Günü

5 Mayıs 2017
Astımdan korkuyoruz ama yüzleşemiyoruz...

Astım sık görülen bir hastalıktır

Astım çocukların en sık görülen kronik hastalığıdır. Ülkemizdeki sıklığı, bölgelere göre değişmekle birlikte % 10 civarındadır. Başka bir deyişle, her on çocuktan birinde astım belirtiler gösteren nefes boruları bulunmaktadır. Aileden genlerle taşınan bu özellik, olumsuz çevre etkenleri ile birleşince hastalık belirtileri vermektedir. Artan hava kirliliği ve ikinci el sigara dumanı en önemli tetikleyicilerdir. Anneannesi sigara içen çocukların annesi sigara içmese bile genlerde olan değişikliğin aktarılması ile astım olabildiği bilimsel olarak gösterilmiştir. Ayrıca üçüncü el sigara dumanının da astıma neden olduğu deneysel hayvan modelleriyle ortaya konmuştur. Tütün dumanı emmiş tekstil malzemeleri ile bir arada duran deney hayvanları astım belirtileri göstermektedir.

Dumansız hava sahası yasaları astım krizlerini azaltır

Kapalı alanlarda sigara içmenin yasaklanması ülkemizde de birçok başka ülkede de acile başvuran astım nöbetlerini % 10 oranında azaltmıştır. Yasaların iyi uygulanmasıyla görülen bu olumlu sağlık etkisi, yasaların ihlali ile de tersine dönmektedir. Ülkemizde sanki hiç kapalı alan sigara yasağı yokmuş gibi davranan ikram endüstrisi astım nöbetlerini yeniden artmasına sebep olabilecektir.

Astım korkulacak bir hastalık değildir

Yazının Devamını Oku

Yazın en iyi atıştırmalığı karpuz

4 Mayıs 2017
Ortalama bir tatlı kasesi kadar karpuz 80 kaloridir.


ORTALAMA BİR TATLI KASESİ KADAR KARPUZ  80 KALORİ

Besin kaynağı dolu, %92 si su olan karpuzda A, B6, C vitaminleri yanısıra likopen, amino asitler ve anti-oksidanlar bulunur. Yağsızdır, kalorisi az, sodyum oranı düşüktür. Ortalama tatlı kasesi kadar karpuz 80 kaloridir.


KANSERDEN KORUYUCU ETKİSİ VAR

Likopenin en zengin olduğu meyvedir. Likopen kapuz, domates, pembe greyfrut gibi yiyeceklere kırmızı rengi veren sağlığımız için çok önemli bitkisel gıdadır. Kalp, kemik sağlığı için yararlı olup kanserden koruyucu etkisi vardır. En güçlü iltihap önleyicilerden biridir. Karpuz olgunlaşıp kırmızılaştıkça likopen oranı artar. Beta karoten ve fenolik anti-inflamatuarlar da olgun karpuzda daha fazla bulunur.


KALP VE DAMAR SAĞLIĞINI KORUR

Sitrulin karpuzda bulunan bir protein yapı taşıdır, vücutta arjinin isimli bir amino asite döner. Kalp ve damar sağlığını korur, kan dolaşımına yardımcı olur. Spor yapanlarda kas ağrısı oluşmasını engeller. Obez erişkinlerde tansiyonunu düşürür.


BAĞIŞIK SİSTEMİNİ DÜZENLER

Karpuz kolin içerir. Kolin vücutta iltihabı baskılar. Stres, hava kirliliği, kronik hastalıklardan meydana gelen iltihap vücuda zarar verirken, kolin zararlı etkilere karşı bağışıklık sistemini düzenler.


VÜCUDUN SU VE İYON İHTİYACINI KARŞILAR

Sıcak havada su kaybederiz. Karpuz vücudun su ve iyon ihtiyacını karşılamak için ideal meyvedir. Lif içeriği sayesinde sağlıklı bağırsak çalışmasını temin eder.


CİLT VE SAÇLARIN NEMLİLİĞİNİ ARTIRIR

Karpuzda bulunan vitamin A,cilt ve saçın nemliliği ve canlılığı için gereklidir. Yeni elastin ve kolajen hücrelerinin oluşmasını sağlar.

Karpuzun her yerinde, yemediğimiz kabuk altındaki beyaz tabakada bile yararlı maddeler vardır.


BEBEKLER KARPUZ NE ZAMAN YİYEBİLİR?

Bebekler 8-10 ay arası kapuz yemeğe başlayabilir. İlk denemelerde diğer meyvelerin suyu ile birlikte verilmesi doğru olacaktır.


KARPUZUN TARİHÇESİ

Günümüzden beş bin yıl öncesinde Mısırlıların hiyelogrif yazılarında karpuza rastlanmaktadır. Eski Mısırlılar kral mezarlarına kralın ölümden sonra beslenebilmesi için karpuz bırakırlardı.

İlk olarak Afrika çöllerinde yetiştiği sanılan bu meyve, onuncu yüzyılda Akdeniz ticareti ile Çin’e kadar ulaşmıştır. Çin bugün dünyanın en fazla karpuz yetiştirilen ülkesidir. Araplar onüçüncü yüzyılda karpuzu Avrupa’ya taşımışlardır. Amerika kıtasına Afrika’lı köleler tarafından götürülmüştür. Bugün Amerika kıtasında iki yüzden fazla karpuz türü yetişmektedir.


KARPUZUN ZARARI OLUR MU?

Karpuzda bulunan likopen yararlı olmakla birlikte günde 30 mg'dan fazla alınması halinde bulantı, ishal, karın şişkinliği yapabilir.

Potasyumu yüksek olanlar sınırlı miktarda karpuz tüketmelidirler. Çok karpuz tüketilince fazla şeker de alınmış olunabilir. 280 gr karpuzda 20 gr şeker vardır. Doğal şeker olmakla birlikte kalorisi akılda tutulmalıdır.


ORAL ALERJİ SENDROMU

Karpuz, kabak ve salatalık aile grubundandır. Ot poleni alerjisi olanlarda çapraz reaksiyon ile bu yiyecek grubuna da alerji görülebilir.

Karpuz yerken damak kaşınması, gıdıklanması yakınmaları olanlar karpuzdan kaçınmalıdır.

Besin kaynağı dolu, %92 si su olan karpuzda A, B6, C vitaminleri yanısıra likopen, amino asitler ve anti-oksidanlar bulunur. Yağsızdır, kalorisi az, sodyum oranı düşüktür. Ortalama tatlı kasesi kadar karpuz 80 kaloridir.

Likopenin en zengin olduğu meyvedir. Likopen kapuz, domates, pembe greyfrut gibi yiyeceklere kırmızı rengi veren sağlığımız için çok önemli bitkisel gıdadır. Kalp, kemik sağlığı için yararlı olup kanserden koruyucu etkisi vardır. En güçlü iltihap önleyicilerden biridir. Karpuz olgunlaşıp kırmızılaştıkça likopen oranı artar. Beta karoten ve fenolik anti-inflamatuarlar da olgun karpuzda daha fazla bulunur.

Sitrulin karpuzda bulunan bir protein yapı taşıdır, vücutta arjinin isimli bir amino asite döner. Kalp ve damar sağlığını korur, kan dolaşımına yardımcı olur. Spor yapanlarda kas ağrısı oluşmasını engeller. Obez erişkinlerde tansiyonunu düşürür.

Yazının Devamını Oku

Grip ve soğuk algınlığının farkı nedir?

11 Ocak 2017
Grip belirtileri nelerdir? Grip ve soğuk algınlığının farkı nedir? Grip olduğumuzda ilaç almak doğru mu? Grip en çabuk nasıl geçer? Grip virüsünden korunmak için neler yapmalıyız? Merak edilen tüm soruları Çocuk Göğüs Hastalıkları Uzmanı. Prof Dr Elif Dağlı yanıtlıyor.


Kış aylarında virüslerin neden olduğu grip salgınları sıkça görülmektedir. Grip, soğuk algınlığı gibi hafif bir hastalık olmayıp ciddiye alınmalıdır.

Grip virüs alındıktan bir ila üç gün içinde belirti vermeye başlar, hastalık bir hafta içinde kaybolur. Alerjik kişilerde daha belirgin olmak üzere yorgunluk ve öksürük gibi belirtiler bir kaç hafta devam edebilir.


GRİBİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

    Gribin belirtileri;Yüksek ateş,Titreme,Baş ağrısı,Boğaz ağrısı,Burun tıkanıklığı,Balgamlı öksürük,Halsizlik,Yorgunluk,Kas ağrısı,Kol, bacak ve eklemlerde sızlama,Karın ağrısı,İshal, bulantı,Kusma,İştah azalma ve uyuyamadır.

Bu belirtilerin bir kaçı veya hepsi birlikte olabilir.


GRİP VE SOĞUK ALGINLIĞININ FARKI NEDİR?

Soğuk algınlığı gripten daha hafif bir hastalıktır. Grip gibi aniden başlamaz belirtiler yavaş yavaş hissedilir. Daha çok boğaz ve burunu etkiler. Çok sarsıcı değildir, günlük etkinlikleri engellemez.


GRİP OLDUĞUMUZDA NE YAPMALIYIZ?

    Grip belirtileri olduğunda bol sıvı almak, dinlenmek ve ağrı kesici kullanmak yararlıdır.Yaşlılar, hamileler, çocuklar, kronik hastalığı olanlar, kemoterapi alanlar, göğüs ağrısı ve nefes darlığı çekenler, hastalığı bir kaç günde iyileşmeyenler mutlaka hekime başvurmalıdır.

GRİP OLDUĞUMUZDA İLAÇ ALMAK DOĞRU MU?

 

    Grip tedavisinde virüs öldürücü ilaçlar çok kısa zamanda etkili olmaktadır.Zamanında tedavi edilmeyen grip komplikasyonlar gösterebilir.Komplikasyonların başında bronşit ve zatürree gibi alt solunum yolu enfeksiyonları gelir.Bu enfeksiyonlar antibiyotik tedavisi ile hemen düzelebileceği gibi bağışıklık sistemi zayıf olanlarda hayat tehdit edici olabilir.Grip kronik solunum yolu hastalığı olanlarda hastalığın ağırlaşmasına da yol açabilir. Astım ve kronik bronşit hastalarında hastalığın belirtileri artar.Şeker hastalarında kan şekeri kontrolu bozulur. Hamilelerde erken doğum, düşük ve ölü doğuma neden olabilir.Daha nadir olarak grip bademcik, kulak enfeksiyonu, sinuzit, havale, menenjit ve beyin iltihabı (ansefalit) yapabilir.

GRİP VİRÜSÜNDEN KORUNMAK İÇİN BUNLARI YAPIN

    Kış mevsiminde salgınlar yapan grip virüslerinden korunabilmek için elleri çok sık sabunla yıkamak gereklidir.Virüs, insan salgıları ile kirlenmiş elektrik düğmeleri, masalar, kapı kollarında bir günden daha uzun kalabilir.Ellerinizi değdirdiğiniz yerlerde virüs olup olmadığını bilemeyeceğiniz için sık el sabunlamak en iyisidir.Elinizi ağzınıza ve burnunuza götürmemeye gayret ediniz.Astımı olanlarda soğuk hava soluk borularını uyarabilir, nefes dalığı ve hırıltı yapabilir.Çok soğuk ve rüzgarlı günlerde iç ortamda kalmak daha doğrudur. Mutlaka dışarı çıkılması gerekliyse ağzı ve burnu kapatacak bir atkı kullanmak yararlıdır.Yapılan bilimsel çalışmalar burun sıcaklığının düşmesinin yerel bağışıklığı bozarak virüs çoğalmasını arttırdığını göstermiştir.Astımlıların bu mevsimde kontrol edici ilaçlarını düzenli kullanmaları önem kazanmaktadır.

Kış aylarında virüslerin neden olduğu grip salgınları sıkça görülmektedir. Grip, soğuk algınlığı gibi hafif bir hastalık olmayıp ciddiye alınmalıdır.

Grip virüs alındıktan bir ila üç gün içinde belirti vermeye başlar, hastalık bir hafta içinde kaybolur. Alerjik kişilerde daha belirgin olmak üzere yorgunluk ve öksürük gibi belirtiler bir kaç hafta devam edebilir.

Bu belirtilerin bir kaçı veya hepsi birlikte olabilir.

Soğuk algınlığı gripten daha hafif bir hastalıktır. Grip gibi aniden başlamaz belirtiler yavaş yavaş hissedilir. Daha çok boğaz ve burunu etkiler. Çok sarsıcı değildir, günlük etkinlikleri engellemez.

Yazının Devamını Oku