Herhangi bir kitapta insanın adı geçtiğinde ilk tepkisi, ‘‘Eyvah!’’ olur. ‘‘İyi mi yazmış, kötü mü?’’ Tabii ki ben de öyle oldum.
İşin kötüsü, Vivet Kanetti'nin Koş Süreyya Koş'unu okuduktan sonra da bir çözüm bulamadım: İyi mi yazmış kötü mü? İçinden çıkamayınca, hazır röportaj da yapıyorum, bari kendisine sorayım dedim. İnsanın kendisiyle ilgili birilerine sorular sorması tuhaf tabii. Kendini savunamıyorsun çünkü. Başka birisi olsa, çatır çatır sorarım. Ama söz konusu kendim olunca, boynumu yana eğdim, o ne söylerse eyvallah dedim...
Kolay yaratıldığımı mı düşünüyorsunuz?
- Hiç... Çok iyi bir muhabir potansiyelinin olduğunu düşünüyorum. Ama itiraf edeyim, editörlerine ve müdürlerine alet olabileceğini de düşünüyorum. Öyle bir halin yani. Direnmiyorsun sanki. Onlar da senin auranı yeterince iyi kullanmıyorlar. İnşallah başka bir enkarnasyonda ben senin editörün olurum!
‘‘Delidir ne yapsa yeridir’’ yazdınız benim için...
- Evet, evet. Tabii.
Tam olarak ne anlama geliyor bu?
- Gazeteciliğe olan eğilimin ve bu konuda gösterdiğin yetenek, seni çok başka yerlere taşımalı ve taşıyabilir. Ama işte ben senin bir alana sıkıştırıldığını düşünüyorum.
Birileri yapıyor yani! Benim kendi dahlim olamıyor...
- Tabii ki olabilir. Ama senin kadar meraklı bir gazeteci çok başka yerlerde olmalıydı ve büyük performanslar göstermeliydi... Yönlendirilseydin olurdu.
Her iki anlamda da
dar elbise
‘‘Ayşe'nin üzerindeki o elbise dar, hakikaten her anlamda dar...’’ diyorsunuz. Yani sen aslında yazı yazamayacak bir kadınsın mı demek istiyorsunuz?
- Alakası yok! Tam tersine, bu elbise çok dar senin kişiliğine diyorum. Daha fazla şey yapabilirsin. Sen bu elbiseye sığmıyorsun demek istiyorum...
Elbise konusu açılmışken, pek çok insan fikir beyan etti. Ben de şunu anlamıyorum, o sabah Demirel'e röportaja giderken öyle hissederek gitmiş olamaz mıyım...
- Ama buna hakkın yok!
İyi de Demirel karşısında protokolü tanımamış olmam, benim kişiliğimi göstermez mi? Neden Demirel'in karşısına onun ya da başkalarının beklediği gibi çıkmam gerekiyor? Neden değişmem gerekiyor? Kişiliğimi ve kimliğimi korumam niye tuhaf oluyor? Bu aslında sizin savunduğunuz şey değil mi? Siz bütün bir kitap boyunca birey olmamız gerektiğini anlatmıyor musunuz? O elbiseyi giymiş olmama tepki vermeniz, kitapta anlatmaya çalıştıklarınızla çelişmiyor mu?
- Belki de sen, benden daha anarşist bir gazetecisin! Şöyle bir şey var, ben hakikaten mesleğe yaklaşımımda muhafazakár biriyim. Avukat da olsaydım böyle olurdum. Çok aykırı lafları bile yargıca söylerken, gerekli protokol içinde söylemeyi şeref meselesi haline getirirdim. Çünkü ben mesleklerin çok sabit kuralları olduğunu düşünüyorum. Bu kurallara ters düştü o kıyafet. Muhafazakárlığıma ver! Mesleğin kurallarının dışına taşan bazı şeyleri algılayamıyorum ve anlayamıyorum. Ama ben suçu sende değil, amirlerinde buluyorum!
Kadın-gazeteci değil gazeteci kadın
İyi de Özal da şortla asker selamlamadı mı?
- O başka, o Cumhurbaşkanı. Onun kendi tasarrufu. Bizim mesleğimiz buna izin vermez. Kurallarımız sabit. Bana kalırsa, sen potansiyel taşıyan hakiki bir gazetecisin ama böyle davranarak kendi kendine haksızlık ediyorsun! Ve amirlerinin de seni kollamıyor. Ben onları suçluyorum...
‘‘Önce kadın, sonra gazeteci’’ olmanın ne mahzuru var? Siz bu tanımlamadan hoşlanmadığınız yazmışsınız kitabınızda. Oysa beni hiç rahatsız etmiyor. Salaklık ben de mi? ‘‘Gazeteci-kadın’’ ya da ‘‘Kadın-gazeteci’’ ayrımlarını hiç takmıyorum. Siz mesela gazeteci misiniz, kadın mısınız?
- Ben ayrım koyuyorum! İnsan karmaşık bir varlık. Kemal Derviş mesela, doların inişlerini çıkışlarını anlattığı zaman, onun ne kadar erkek olduğu ya da ne kadar cazip gülümsediği beni hiç ilgilendirmiyor. Ben o anda Derviş'in de kendisini erkek olarak algıladığını düşünmüyorum...
Ve siz de onu izlerken bir kadın değilsiniz, gazetecisiniz öyle mi?
- Elbette. Hatta yurttaşım. Türkiye'nin kaderinden söz ediliyor çünkü...
Yani önce yurttaş, sonra gazeteci ve sonra kadınsınız!
- Bu, saatlere göre değişiyor. Ben kadınlara dayatılana karşıyım. Deniyor ki, sen her an kadınsın. Ya da önce kadın, sonra gazetecisin. Ne münasebet! Erkekler için öyle değil...
Bazen erkek bazen Başkan
İyi de Amerikan Başkanı Clinton, bir siyasetçi olmasına rağmen hep erkekti. Özellikle oval ofiste!
- Hiç aynı fikirde değilim. Bazı saatlerde erkekti, bazı saatlerde Genelkurmay Başkanı, bazı saatlerde ise Başkan...
Bunun hepsi bir arada olamıyor mu? Ben gazetecilik yaparken de kadınım.
- İşte orada anlaşamıyoruz. Bazı saatlerde insanların seksi olmadığını düşünüyorum ben. Sadece Monica Lewinsky ile değil yüzlerce kadınla birlikte olan o adamın, 24 saat sadece testosteronlu erkek olmadığı kanısındayım. Yani Ortadoğu konuşurken, hem Başkan hem erkek değil. Sadece Ortadoğu'yu ya da Afganistan'ı düşünen adam...
Ben de şu anda tamamen size konsantreyim ama kadınım da anasını satayım! Ve kadın-gazeteci lafı beni rahatsız etmiyor, kimseye de ‘‘Hayır efendim ben gazeteci-kadınım’’ demiyorum, işimi yapıyorum, benim hiç böyle dertlerim olmadı...
- İyi de bazı insanlar senin kadın tarafını daha çok görüyor, halbuki iyi bir gazetecisin ve bu gölgede kalıyor... Senin kendini hiç mi kadın gibi hissetmediğin zamanlar olmuyor?
Olmaz mı? Kaset çözerken... Bir yaratığa dönüşüyorum! Bana müsaade bu kaseti çözmeye gidiyorum.