Hayır Kürdüm.Olsun... Siz de insansınız!Sony'den Funda aradığında istemeden ağzımdan ‘‘Nasıl yani?’’ çıktı. ‘‘Basbayağı yani’’ dedi, ‘‘Kürtçe albüm. Daha kolay anlayacaksan, şöyle söyleyeyim: Kurdish album.’’ ‘‘Haaaa’’ dedim. ‘‘Önemli... Kimmiş bu şanslı?’’ Dedi ki ‘‘Rojin.’’ ‘‘Af buyur?’’ ‘‘Rojin, Rojin... Tanıyınca seveceksin.’’Sevdim. Çok sevdim. O da eve geldi ama bunun haber değeri yok. Sadece ileride Ayşe'nin Gözlüğü'nü Ayşe'nin Evi yapmaya düşünüyorum, o kadar! Laubalileşmeden konumuza dönelim...Bir defa sapına kadar Adanalı. Oradan bir ekstra artı. Bizim oralardan yani. Son derece esprili. Acımasızca kendisiyle dalga geçebilen, komik biri. Bu daha da ekstra artı. Tonla Kürt fıkrası anlattı...Rojin'in hayatı tamamen el yazması, ev yapımı. Ne yaptıysa kendisi yapmış, resmen kendisine yeni bir hayat inşa etmiş. Töre dememiş, gelenek dememiş, ‘‘Ben Türkiye'de yaşayan bir Kürdüm’’ dememiş, ismini Ayşe, Fatma yapmamış, karşılığında çok büyük bedeller ödemiş... Ama sonunda gırtlaktan konuşan tek kaşlı ‘‘bayır gülü Rojin’’den bugünkü Rojin'i çıkartmış... Artık o bir diksiyon hocası. O bir tiyatro oyuncusu. O bir konservatuar mezunu. İngiltere'de İngilizce müzikallerde bile oynamış. Ve şimdi Türkiye'de elinde albümü karşımda oturuyor.Albümün markası Sony. İsmi Si.Son derece iyi bir sesi var Rojin'in.Ama kafasının çalışma biçimi en iyisi.Eğlenceli bir yay o, komplekssiz.Ve siyaset merakı yok, cümleleri insanın gözüne gözüne sokmuyor, esas olarak bir sanatçı o. Bir Kürt sanatçı. Daha doğrusu tam anlamıyla bir melez. Kürt-Arap karışımı. Ama sorduğunda ‘‘Bilmem ki Allah'ına kadar Adanalıyım ben!’’ diyor. HAMİŞ: Sorduğum sorulara son derece esprili bir biçimde cevap verdi. Ben de onun bu özelliğiyle oynamadım, aynen bıraktım. Eğer yanlış anlamlar çıkartırsanız çok üzülürüm. Tamam mı? Bu röportaj, kahkahalar içinde yapıldı. Güle oynaya. Müziği de öyle zaten. Güle oynaya dans edeceksiniz. Rojin'i bu yeni albümü vesilesiyle sizlerle tanıştırmaktan mutluyum...Kendinizi Rojin olarak ilk hatırladığınızda neredesiniz, ne yapıyorsunuz?- Ayağımda lastik terlik, çiçekli don, Adana'nın Hürriyet Mahallesi'ndeki Sema Sineması'na parasız girmeye çalışıyorum... 7, 8 yaşındayım, traktörün arkasındaki römorkta karpuz gibi sıralanmışız, şarkı, türkü yarışması yapıyoruz... Biz pamuk toplamaya gidiyoruz...Palavra değil yani ‘‘Pamuk tarlalarında ırgatlık yaptı sonra tiyatro okudu’’...- Palavra olur mu?Nedir peki pamuk toplamanın incelikleri?- Bak şimdi, tarlaya gidiyorsun, başından alıyorsun, şöyleee söküyorsun pamuğu... Dikkat edeceksin ama... Dalga geçmek yok... Bunun yalanı olur mu! Kendimi havalı göstermek için ırgatlık yaptım diyecek halim mi var?Kafasından neler geçiyor o pamuk toplayan kızın?- Ortakokula gelince ‘‘Tiyatrocu olacağım, şarkı söyleyeceğim’’ diye tutturuyor. Tabii babasından da dayak yiyor. Tiyatro demek, küfür demek. ‘‘Sen tiyatro musun?’’ derler Doğu'da. ‘‘Kahpe misin?’’le eştir. Ben Ankara'da konservatuarda okurken babama demişler ki: ‘‘Kızın ne yapıyor Ankara'da?’’, ‘‘Okuyooor’’ demiş, ‘‘Perihan Abla olacak!’’ ‘‘Haaa, o zaman iyi!’’ demişler... Evde Türkçe konuşmamız yasaktı, babam anadilimizi öğrenmemizi istiyordu, sokakta da Kürtçe konuşmamız yasaktı... Kolay bir çocukluk değil yani, önce Adana Belediye Konservatuarı'na başladım, derken kapağı Ankara Devlet Konservatuarı'na attım...İyi de nasıl oldu?- Zor oldu. Kolumdaki takıları bozdurdum. Altın-maltın bir iki şey vardı. O günden beri de konuşmuyoruz babamla. Konservatuarda okurken ne yapacağım? Çalışacağım. Okulun karşısındaki benzin istasyonunda çalışmaya başladım, bayırgülü cam siliyor, öyle derlerdi bana...Niye bayırgülü?- Tek kaşlıyım ya! Ben ne bileyim kaş almasını, almıyordum... Pembe eşofmanlarıyla sınıfa gelen bir tiptim. Bir türlü uyum sağlayamıyorum. Diksiyon bozuk, gırtlaktan konuşuyorum, herkes gülüyor. Sonunda hırs yaptım, diksiyon hocası da oldum. Bir hayat inşa etmişsiniz kendinize...- Öyle de denilebilir. Küçük barlarda şarkı söylüyorum, bir dolu yerden kovuyorlar, bacadan giriyorum... Amacım Devlet Tiyatrosu'na girmek ama almıyorlar beni. Pek çok oyunda oynuyorum. Sonunda da TOBAV diye bir kurum var, yurt dışıyla ortak oyunlarımız oluyor, oraya bir yazı yazdım. ‘‘Evet, bu kızı istiyoruz, Türkiye'yi temsilen İngilitere'ye yollayacağız’’ dediler. Eyvah! El Kürdo Türkiye'yi temsilen İngiltere'ye gidecek...İlk İngiltere izlenimleri...- Nefret ettim. Ben Adana'da inanılmaz bir şey yaşamıştım, sarma sararsın gelirler, hamur yaparsın yardım ederler, o kadar sıcak bir ortam yani, Ankara'da yurtta bile bir sürü şey paylaşırdık... Fakat zamanla İngilizlere alıştım. O atmosferin beni çok geliştirdiğine inanıyorum. Harika insanlarla tanıştım, çalıştım ve şunu öğrendim: Bir oyuncu kendi içindeki bütün malzemeyi kullanmalı... Resim yapabiliyorsa resim de yapmalı, şarkı söyleyebiliyorsa şarkı da söylemeli... O yüzden albüm yapmaya karar verdim ya...Şimdi kendinizi nasıl ve ne olarak hissediyorsunuz?- Canlı bir harita gibiyim. Bir sürü rengim var. Dağlar hardal rengi, ovalar yeşil... Pek çok rengin buluştuğu ama hiçbir rengin tam olarak keskinleşemediği bir haritayım... Ama bende katır inadı vardır vazgeçmem.