Ya vezir olacaksın ya rezil!..

Hafta başında bizim yönetimden telefon geldi.

‘‘Bu hafta büyük sınav haftası... Hürriyet ekte köşesi olanların yazılarını sınav üstüne yazmalarını düşündük.’’

‘‘Aman, pek güzel düşünmüşsünüz. Eskiden de bayram günleri bütün köşe yazarları yazılarını hep bayram üstüne yazarlardı. Çocukken nasıl el öpmeye gittiklerini, nasıl mendile düğümlenmiş 10 kuruş bayram harçlıklarını alıp bayram yerine koştuklarını ve pamuk helvası alıp kayık salıncakta nasıl kolan vurduklarını anlatırlardı... Yani, al birini vur ötekine... Gazetelerde okunacak köşe kalmazdı.’’

‘‘Bizim yazarlarımız usta yazarlardır. Fok balıklarının cinsel hayatı üstüne bile yazsalar okunurlar!’’
Ben de ‘‘bizim yazarlarımız’’ takımından sayıldığım için emir kokulu bile olsa bu iltifata nasıl itiraz edebilirdim?

52 yıllık basın yaşamımda yönetim bir şey isterse yapılması gerektiğini nihayet öğrenmiştim. Hele yönetim, hanımlardan kuruluysa istekleri bir ‘‘kader’’ gibi kaçınılmaz olarak yerine getirilmeliydi. Yüzüme en dayanılmaz masum ve acıklı ifademi takındım. Boynumu göğsüme doğru büktüm. Alt dudağımı da ağlamaya hazır bebeler gibi sarkıttım. Kazık kadar herif de olsanız bu yürek paralayıcı pozlara hiçbir ana yüreği dayanamazdı.

‘‘Yalnız yazı yine geç kalmasın Oğuz Bey!..’’

Demek ki Neyyire Özkan ve Emel Armutçu taş yürekli birer anneydiler ya da bu acıklı hallerim telefondan görünmüyordu.

* * *

Babam gencecik ölmüştü. Anneciğim 29 yaşında 3 çocukla baba evine sığınmıştı. Bir çocuğu kurtarmanın tek yolu devletin bir okuluna yatılı olarak sokmaktı. Beni Kuleli Askeri Lisesi'ne göndermeyi düşündüler. Bu düşünce bana da cazip geldi. O yıllarda subaylarımız körüklü parlak çizmeler giyerlerdi. Yürürken de cırrt cırrt öttürürlerdi. Hatta kışın palto giymez, çok fiyakalı mavi bir pelerinle örtünürlerdi. Bir delikanlı subay yoldan geçerken genç kızlar sinekler gibi camlara yapışırlardı. Başvuranı çok olduğu için Kuleli'nin sınavları sırat köprüsünden bale yaparak geçmekten beterdi. Birinci, ikinci filan olamadım ama yüzlerce kişinin içinde onuncu da olmadım. Çok parlak bir not aldım. Matemli evimizde şenlik vardı. Ama beni Kuleli'ye almadılar. Çünkü boyum ve enim devletin koyduğu standart ölçülerin bir hayli altında çıktı.

Bilgi sınavını becermiştim ama sağlık sınavını geçememiştim. Beni cüce sanmışlardı. Çünkü, doğum tarihime bakmamışlardı. Ben ilkokula 3. sınıftan başladımdı. Sınıf arkadaşlarımdan hep 2 yaş küçüktüm. Bu nedenle subay olamadım.

Geçen yıl Cumhurbaşkanı'mızın bir kabul gününde Avni hayranı, zarif ve esprili ve de çok yıldızlı bir generalimizle muhabbete durduk. Ben bu sınav anımı anlattım. O da ‘‘Demek ki sen bizim kara ordusunun sizin basın ordusuna bir hediyesisin. Kıymetimizi bilin’’ dedi. Sevimli generalin boyu benim çeneme zor geliyordu.

Yahu, ben bunları daha önce yazmış mıydım acep?.. İçimde öyle bir duygu var. İhtiyarlık güzel meslek ama, ah bunaklık olmasa!..

* * *

Üçgenlerin iç açı toplamları bütün okullarda 180 derecedir ya... Acep ukalalar için öyle midir? Yıllardan bir yıl günlerden bir gün matematik sınavı var. Bana da üçgenli bir soru geldi ve kıyamet koptu. Çünkü soru düzlem geometrisine göre... Ama dünyada düzlem yok ve her yer yuvarlak. Hele benim gibi baş ukalalar için yuvarlaktan da yuvarlak!.. Yani dünyanın üzerine çizdiğimiz bir üçgenin iç açıları toplamı hiçbir zaman 180 derece etmiyor, daha fazla çıkıyor. Ben de üçgenin iç açıları toplamını 270 derece olarak hesapladım ve sonuç tabii yanlış çıktı. Ama hamdolsun aynı ukalalığımı 70'ime doğru da sürdürdüğüm için size açıklamak isterim. İşte dünya... Kutuptan ekvatora bir dik inerseniz 90 derece açı yapar. Yine aynı kutup noktasından 90 derece bir açı alıp ekvatora bir dik indirirseniz o çizgi de ekvatorla 90 derecede kesişir. Üç adet 90 derece etti mi sana 270 derece!.. Üçgen de dünya üzerinde çizilmiş bir üçgen!.. Çizimle nah şöyle:

Öğretmenim de bana,

‘‘Aferin, uzay geometrisinden geçtin. Ama Öklid geometrisinden kaldın!’’ deyip o yıl beni matematikten bütünlemeye bırakmıştı. Ukala hoca ne olacak!..

* * *

Aslında yaşamın her zamanı herkes için bir sınav!.. Doktorlar için her hasta, her ameliyat bir sınav. İşadamı için yatırım sınav... Her aşk bir sınav... ‘‘Ya onu mutlu edemezsem’’in yürek töpürtüsünü hangi okul sınavında yaşayabilirsiniz? Bir boksör, bir futbolcu ya da benim platonik aşkım Süreyya Ayhan için her koşu bir sınav!.. Köşe yazarıdaşım Pakize Suda için sahneye çıktığı her gece bir sınav... Onu izlemeye gelenlerin keyif ve mutluluk beklentilerini ya karşılayamazsa?..

Sınavcılardaki ‘‘Ya kazanamazsam, beni sevenlerin, benden başarı bekleyenlerin düş kırıklığına nasıl katlanırım?’’ korkusu nasıl bir zülum!..

BÜTÜN SINAVLAR VAHŞİDİR!..

Yaşam boyu seni Kollezyum'da yırtıcı ve adam eti yeme konusunda tecrübeli arslanların önüne atarlar. Bazen arslanı yenersin ama yaşamı yenemeyebilirsin. Çünkü, bütün sınavlar SAÇMADIR!..

* * *

Benim hocalık yıllarım öğrencilik yıllarımı bir hayli geçti. Eh, hocaysan ne öğretip ne öğretemediğini anlamak için sınav yapacaksın. Böylece, yaptığım sınavlar girdiğim sınavları katladı. Tüyü yeni bitmiş Gırgır'ın taze karikatürcüsü Hasan Kaçan'ın Türkçesi bir felaketti. Arkadaşlarıyla konuşurken ‘‘Annıyon mu agaa?’’ gibisinden sesler çıkarıyordu. Güzel çizip daha güzel espri bulduğu için o gencecik yaşta Gırgır Dergisi'nin yönetim kurulundaydı. Hasan'a bir kısım Kayserili, bir kısım Kasımpaşalı bir tercüman bulamadığımız için Türkçe öğretmeye karar verdim. İlk ev ödevi olarak da Kemal Tahir'in Devlet Ana romanını okumasını söyledim. Bir hafta sonraki toplantımızda Hasan'ın ev ödevini yapmadığı anlaşıldı. Ben de acımasız bir hoca olarak gelecek hafta Devlet Ana'yı okumazsa maaşından can yakıcı bir ceza keseceğimi Hasan'a Kasımpaşaca anlattım. Sınav haftası gelince Hasan Kaçan'a Şövalye dölö Manş ile Osman'ın anası arasında neler geçtiğini sordum. O da bir on dakika anlattı. Anlattıkları romandan daha heyecanlıydı. Ama dölö Manş'la Devlet Ana karşı karşıya hiç gelmemişlerdi. Zaten romanda o isimde bir herif yoktu. Böylece Hasan'ın Don Kişot'u da okumadığı anlaşıldı. Ben de maaşının dörtte biri kadar bir cezayı hart diye kestim.

İşte sınıfta kalıp babasının aylık kazancı kadar ceza ödeyen Hasan Kaçan, şimdi o akıcı Türkçe'siyle televizyondaki ‘‘Ekmek Teknesi’’ dizisinin kocca senaryosunu yazıyor, bülbüller gibi Türkçe şakıyor. Zaman zaman ben de heyecan içinde izliyorum. Ben size bütün sınavlar saçmadır demedim mi?

* * *

Bizim Mecidiyeköy'de şirin bir ekmek fırını vardır. Sevimli ve esprili iki delikanlı işletir. Dün fırına gittim.

‘‘Bana bak Ragıp, üçgenlerin içaçı toplamları 180 derece, Yavuz Sultan Selim de 1517'de Hilafeti Gansu Gavri'den aldı. Ayrıca diz iz a bred’’ dedim. O da ‘‘Tamam abi, sınavı kazandın, al sana bir bred’’ dedi.

‘‘Ben ekmek istemiyorum ki!’’

‘‘Ya ne istiyorsun?’’

‘‘Aferin istiyorum. Ama sınavı geçemezsem de aferin istiyorum.’’

‘‘Niye?’’

‘‘Sen sınav cehennemine girip çıkmayı kolay mı belledin?’’

Not: Ben de bu ısmarlama yazı sınavından geçtim mi acaba?
Yazarın Tüm Yazıları