Trieste: Özü, sözü İtalyan havası, doğası Avusturya-Macaristan

İtalya’dan her dönüşümde böyle oluyor: Yazıya oturur oturmaz aklıma ne ilgisi varsa, "nil nove sub sole"den "veni vidi vici"ye, yığınla Latince cümle üşüşüyor.

Elbette "güneşin altında yeni bir şey yok" ve evet, "gittik gördük -yenmek ne haddimize- döndük" ama bunların konumuzla ilgisi ne? Aslında yazıya Türkçe bir deyim yakışır: "Ayağımın tozuyla" VFG’den döndüm diye başlamalı ve hemen ardından VFG’nin açılımını yapmalıyım. VFG, yani Venetzia Friuli Giulia. Bunun, ilgi alanı İtalya coğrafyası olmayanlar için hiçbir anlama gelmeyeceğini hesaba katmalı ve ikinci yani’yi eklemeliyim: Yani İtalya’nın ayağını Adriyatik’e uzatıp başını Alplere yaslayan, sınır komşuları Slovenya-Hırvatistan-Avusturya ve başkenti Trieste olan bölgesi demeliyim. Madem coğrafya ile başladım coğrafya ile devam etmeli; bölgenin ikinci büyük kentinin Udine, nüfusunun 1 milyon 200 bin olduğunu söylemeli ve bu sıkıcı dersi lise yıllarından aşina olduğumuz üzere Geçim Kaynakları ve Kişi Başına Düşen Milli Gelir ile bitirmeliyim... Oldu olacak onu da yapalım: Tarım, bağcılık, sanayi, turizm diyelim ve bizim rüyada bile göremeyeceğimiz bir rakamı, 23 bin Euro, telaffuz edip sadede gelelim. Sadede yani 2006 yılının bölgede Türk Yılı ilan edilmesi nedeniyle Gian Paolo Papa’nın başını çektiği, Nil Adula’nın düzenlediği basın gezisine...

Çizmenin gitmediğim pek az yeri kalmıştı. Umbria, Lombardia, Toskana Emilio Romana hatta ve hatta... Ama yıllar önce jet hızıyla gelip geçtiğim Trieste’yi saymazsak, yolum hiç İtalya’nın üç adlı bu bölgesine düşmemişti.

Sadece benim mi?

Eminim benim gibi pek çok kişinin de.

Artık ortak bilinçaltımızda ilk hedefimizin Akdeniz olduğuna inanmamızdan mı yoksa sahiden bütün yolların Roma’ya çıktığını sanmamızdan mı neden bilmem, İtalya denince Türklerin aklına imparatorluk başkenti Roma gelir. Onu da sırasıyla Venedik, Floransa, Milano izler.

Türklerin dediysem, Türk turistlerin.

Yoksa sevgili Yurtsan Atakan sayesinde Vatikan’da bile konuşlandığını öğrendiğimiz şanlı milletimin ama iş ama güç ama yaşamak ama ölmek için ayak basmadığı yer kalmadı gibi.

Nitekim benim ilk kez gittiğim VFG bölgesi de bir anlamda Türklerin istilasında.

Şu farkla ki oraya gidenler turist değil. Gidenler "uzun yola hüküm giyenler."

Haftanın her günü Trieste limanına, Türkiye’den yükledikleri malı taşıyan kamyonlarla dolu iki dev ro-ro gemisi yanaşıyor ve bu mallar direksiyonlarının başına geçen yüzlerce sürücü tarafından Avrupa’nın diğer ülkelerine taşınıyor.

Hepsinin yükü, hepsinin yönü farklı.

Ortak olan yanları; dönüş yolunda bir benzincinde karşılaştığımız ve Türkçe konuştuğumuzu duyar duymaz yüzünde güller açan genç adamın söylediği gibi, yalnızlıkları.

BU BÖLGENİN TARİHİ ÇOK KARIŞIK

Peki Gian Paolo’nun hazırladığı nefes aldırmayan program sayesinde üç gün boyunca neredeyse her yerini gezdiğimiz, bağından dağına adım atmadık yer bırakmadığımız bölge sadece ekonomik nedenlerle gidilecek, gezilip görülecek fazla yeri olmayan İtalya’nın diğer bölgelerinden daha az ilgin, daha az sevimli, daha az tarihi, daha az yaşama coşkusu olan, daha asık suratlı, daha bedbin bir yer mi ki?

Yoo... Tam tersi!

Ama şurası da kesin ki, hem Trieste hem de bütün bölge, 500 yıl süren Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun egemenliğinden miras kültürüyle İtalya’nın diğer bölgelerinden biraz daha farklı.

Nasıl demeli? Sanki özü sözü İtalyan ama havası doğası Habsburg: Yani Avusturya-Macaristan.

Sınırda yer almanın bütün ceremesini çekmiş.

Önceleri rahatmış: Roma varmış.

Sonra işler karışmış.

Her şehir kendi egemenliğini kurmuş. Avrupa’yı kasıp kavuran savaşlar ve barışlar, yeniden savaşlar ve yeniden barışlar dönemini elbette o da yaşamış. Çilesi bu kadarla kalmamış.

Yanıbaşında dönemin belki de en güçlü şehir-devleti Venedik varmış ama neden bilinmez Venedik’le yıldızı hiç barışmamış.

O yüzden Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun uç beyliği olmayı seçmiş.

Tam işler tıkırında giderken Birinci Dünya Savaşı patlak vermiş. Savaş sonrası sınırlar çizilirken yeniden İtalyan olmuş.

Tam rahat edecekken belaların ikincisi gelmiş.

Faşist Mussolini yenilip de bir adım uzaklıktaki topraklar Tito’nun Yugoslavya’sı olunca kendini Soğuk Savaş’ın ortasında bulmuş. İtalya’ya fazla uzak, şimdi Slovenya olan topraklara fazla yakın olduğu ve rahmetli Tito da gözünü bu bereketli topraklara diktiği için yıllarca iğne üzerinde yaşamış.

Grozia’da olduğu gibi harita üzerinde çizilen sınırlar evlerin ortasından geçmiş. Aileleri bölmüş. Kiminin kümesi orada, tavuğu burada kalmış. Kiminin kavağı orada, anası burada.

Ama en korkuncu, bölge uzun yıllar boyunca ne olur ne olmaz mantığı ile yatırım yapılmayan, yoksulluğun hüküm sürdüğü, hemen hemen bütün gençlerinin geleceklerini yabancı topraklarda aradığı göç yorgunu bir bölgeye dönüşmüş.

TÜRKİYE’YE BİZDEN FAZLA İNANAN DİPLOMAT

Ve yavaş yavaş belki düşe belki kalka ama emin adımlarla bu günlere gelmiş.

Gian Paolo, bu mucizenin adını Sosyal Barış olarak koyuyor: Venetia Friuli Giulia bölgesi yaşayanlarının hem sanayi hem tarım alanında eşit oranda çalışmalarının bu barışın temelini oluşturduğunu düşünüyor.

Biliyorum, yazının başından beri durmadan Gian Paolo Papa deyip duruyorum.

Peki kimdir bu Gian Paolo Papa?

Fransızların sevmediğim binlerce huyunun dışında bayıldığım bir huyları var ki, o da kendi dilleri, kendi kültürleri için çalıştığına inandıkları yabancılara verdikleri Legion d’Honneur nişanı.

Gian Paolo Papa da eğer bizde Legion d’Honneur benzeri bir nişan varsa o nişanın takılması gereken insanlardan.

1970’lerin çorak Ankara’sına o zamanlar adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan topluluğun Ankara Temsilcisi olarak atandığında olsun, sonra görev aldığı Madrid’de ya da merkeze dönüp çalışmaya koyulduğu Roma’da olsun, gönlü hep Türklerden yana olan; bu ülkenin potansiyeline kimi zaman bizlerden fazla inanan bir diplomat.

Emekli olduğu 2000 yılından beri doğup büyüdüğü bölge olan VFG için çalışmaya koyulan ve ne yapıp ne edip gönül verdiği bu iki ülkenin birbirini yakından tanıması için uğraş veren biri.

Bugün, eğer zamanında Türk istilasından korktukları için üç sıra sur içinde inşa ettikleri Palmanova şehrinde "Avrupa’da Türkler" diye bir sergi açılıyorsa, bilin ki müsebbibi o.

Bölgede var olan ahşap endüstrisi ile bizim İnegöl’ün yakın gelecekte büyük bir olasılıkla kuracakları bağlantının nedeni de o.

Ticaret-teknoloji-turizm gibi iki ülkeyi yakınlaştırabilecek alanlarda atılan bütün adımların arkasında duran da o.

Varsın böyle bir nişanımız olmasın.

Biz çoktan ona nişan yerine bir erkeğin başka bir ülkeye aşık olmasının nedeni olan kadını, ülkemizin medarı iftiharlarından birini verdik.

Ve bugünlere geldik.

Tarih tamam, coğrafya da oldu ama sadede gelemedik.

O da haftaya...
Yazarın Tüm Yazıları