Sis düdüğü duyduğunuzda şöyle bir doğrulun

Sesleri uzaktan, belli belirsiz gelirdi. Yaklaştıklarını sesin tonundan, yankılanmalarından anlardım.

Önce Mühürdar’daki, sonra Bahariye’deki evde sisli gecelerde ya da yoğun tipili günlerde Şehir Hattı gemilerinin hüzünlü düdükleri kış aylarının çok sevdiğim sesleriydi.

Sonra o seslerden giderek uzaklaştım. Ve zaten sesler de değişmeye başlamıştı.

*

Kişisel tarihimin iz bırakan tat, koku ve seslerinden biridir Şehir Hattı vapurlarının sis düdükleri. Kafa kağıdında doğum yeri olarak Kadıköy yazan benim gibi biri açısından vapurlarla haşır neşir olmak çok şaşırtıcı değil tabii ki.

Köprüler yoktu daha; köprü dendiğinde akla eski Galata Köprüsü gelirdi ki, oradan da İstanbul’un en güzel vapurları, Fenerbahçe ve Dolmabahçe Adalar’a, Yalova’ya seferler yapardı. "Karşı"ya geçmek için vapur kaçınılmazdı.

Annemle lükse otururduk; is kokan buharlı bir vapurun, örneğin İnkılap’ın pembe sert döşemeli salonunda, bilmiyorum kaç para verip, ortasından yırtılmış sarı biletler alırdık üniformalı bir görevliden. Makinenin tıkır tıkır buharlı sesini şimdi bile duyabiliyorum. Kaptan aniden yol verince gecikme ile dönmeye başlayan uskurlarının yarattığı titremeleri hissedebiliyorum hálá.

Genellikle Karaköy’e yanaşırdı vapur; daha Kadıköy-Eminönü seferleri başlamamıştı.

Üniversiteye giderken köprü açılmış olmasına rağmen, belediye otobüslerinin, otobüs yetse bile mazot olmadığı için seferlerin sınırlandığı Ecevit yılları.

İlk kez işe giderken de vapura binmiştim. Yetişeyim diye koşarak atladığım vapurda ayak bileğimi kırmışlığım da vardır.

*

Tüm bunları bana düşündüren Kitap Yayınevi’nden çıkan Türkler ve Deniz adlı kitap oldu. 2005 yılında Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen II. Uluslararası Tarih Sempozyumu’nda sunulan bildirilerin derlendiği kitapta okuduğum Yardımcı Doçent Murat Koraltürk imzalı "İstanbul’da deniz ulaşımı: İşletmeler, gemiler-gemiciler, yollar-yolcular" başlıklı bildiri, vapurların İstanbul’da yaşayan herkesin kişisel tarihini nasıl etkilediğini anlatıyor.

Kayıkçılıkla başlayan bir tarihi var İstanbul’da deniz ulaşımının. 1844 yılında tam 16 bin kayık, 19 bin kayıkçı faaliyet gösterirmiş. Osmanlı’nın modernleşme süreci, zamanı daha iyi kullanma talebi ile örtüşünce vapurlar girmiş devreye.

Rekabet yoğunmuş. Bir tarafta vapurlarına bakan, seferlere tertemiz çıkartan Şirket-i Hayriye, öbür tarafta katran karası İdare-i Mahsusa... İdare-i Mahsusa, Adalar ve Anadolu yakasında vapur işletirmiş.

İdare-i Mahsusacı Ahmet Rasim "Halip düdüğünü üç defa çekince, Eser-i Şevket ona yol verince, Kalamış da tam istim üzere gelince, Şirket de işi anladı sonra" derken, Şirket-i Hayriyeciler, "Yüzerler belki deryada, fakar tamir görmezler, hava sert olunca ukdei zinciri çözmezler" diyerek yanıt verirmiş.

*

Çok uzun yıllar sonra, çok karlı bir İstanbul gecesinde o sis düdüklerini yeniden duydum. Kuzeyli rüzgarların, boranlar yarattığı çok sert bir havaydı; birkaç yıl öncenin o sert kışı işte.

Şömine yanıyordu. Bahçedeki havuz gözlerimin önünde titreşmekten vazgeçti, birdenbire donuverdi. Sürekli sis düdükleri geliyordu Karadeniz’den.

Ertesi gün, Karadeniz girişinde Kamboçya bandıralı bir yük gemisinin battığını öğrendik. Kimse kurtulamamıştı. Siz siz olun, sis düdüğü duyduğunuzda yerinizden şöyle bir doğrulup, Kaptan Köprüsü’nde sis düdüğü ipine asılan eli bir düşünün.

Bir şey yapamayabilirsiniz; olsun, yine de düşünün.

Kraliçe’nin yatı satılık

İngiltere Kraliçesi Elizabeth ve eşi Prens Philip’in Kraliyet Yatı Bloodhound, geçirdiği restorasyonun ardından satışa çıktı. Prens Philip’in 1962 - 1969 yılları arasında yarışlara katıldığı ahşap yat, aynı dönemde gençlerin de yararlanması amacıyla kulüplerin kullanımına da açılmıştı.

Tekneyi 2002 yılında bir marinada yalnız ve bakımsız halde bulan eksper Tony McGrail’in uzun bir çaba ve ciddi paralar harcayarak tamamladığı restorasyonun ardından Bloodhound, 19.3 metrelik bir "yawl"; yani çift direkli ama ikinci ve kısa direği dümenin arkasında.

Ünlü İngiliz şirketi Camper and Nicholson tarafından 1936 yılında Amerikalı Ikel Bell için üretilen Bloodhound, o dönemin tüm yarışçı özelliklerine sahip. Efsanevi Fast yarışını iki kez kazanan Bloodhoud, Bermuda yarışını da 1952 yılında kazanmış bir efsane.

Kraliyet tarafından 1969 yılında satılan tekne sürekli kullanılmış ama 2001 yılından sonra biraz ihmal edilmiş.

Tony McGrail’in eski azametine kavuşturduğu Bloodhound, tarihten bir parçayı da satın almak isteyenlere satılık artık: Hediyesi 1.5 milyon pound.
Yazarın Tüm Yazıları