Patronların yoldaşı

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Kuşku yok Thatcher’ yıllardan' beri Avrupa'da esen ‘sağ’ fırtına dinmek bilmiyor ve söz konusu rüzgarlar bizzat ‘sol’ kurumları da önünde sürüklüyor.

Nitekim, duvarın yıkılışından tam sekiz yıl sonra Almanya'da çok eski bir kale daha düştü. Federal Cumhuriyet'te devran değişti ve yeni sayfa açıldı.

Çünkü, önceki gün Aşağı Saksonya eyaletinde gerçekleşen yerel seçimleri SPD adayı Gerhard Schröder'in kazanması, Yaşlı Kıta'daki en köklü sosyal demokrat partinin de artık Marksizmle köprüleri tamamen attığı anlamına geldi.

İdeolojiyi zerre kadar umursamadığı ve neredeyse oportünizme varan bir pragmatizmle hareket ettiği için SPD bünyesindeki ‘eski tüfekler’ tarafından ‘patronların yoldaşı’ olmakla suçlanan Schröder, Hannover başkentli ‘land’da, Şansölye Helmut Kohl'ün bütün gücüyle desteklediği CDU üyesi Christian Wulff'u fersah fersah geride bırakarak oyların yüzde kırk sekizini topladı.

Bu kesin başarı ertesinde de, istemeyerek bile olsa, sosyal demokratların ‘sol’ tandanslı başkanı Oscar Lafontaine liderlikten anında feragat etti.

On yedi yıldır iktidar yüzü görmeyen Cermen sosyalistlerin sonbahardaki genel seçimlere Saksonyalı siyasetçi önderliğinde girmesi kesinlik kazandı.

Sondajların Schröder-Kohl düellosu durumunda birincinin üstün geleceğini öngörmesinden dolayı da ikincinin kaygıları fena halde yoğunlaştı.

‘Patronların yoldaşı’nın sıradan bir eyalet seçiminde kazandığı başarı hem kökleşmiş tabuları, hem de Alman siyaset sahnesini altüst ett.

* * *

BEN, politik parkurunu biraz izlemiş olduğum bu Gerhard Schröder'den pek hazetmiyorum. Tıpkı, kendisine örnek aldığı İngiliz İşçi Partisi lideri Tony Blair'den de çok hoşlanmadığım gibi...

Şüphesiz, Hannoverlı sosyal demokrat öndere ‘patronların yoldaşı’ diyecek kadar ileri gitmiyorum ve O'nun Marksizmi reddetmesini gönülden onaylıyorum.

Lakin, kariyerine SPD'nin en solundaki gençlik örgütü ‘Juso’larda başlayan Schröder'in iktidar hırsı ve belkemiksizliği bana biraz ürküntü veriyor.

Fakat bütün bunlar bir yana, artık kesin bir olguyu saptamak zorundayız.

* * *

BUGÜN çağdışı ‘sol’ belagat kullanarak modern toplumlarda siyaset yapmanın imkanı yok. Kitleleri böylesine sloganlar etrafında birleştirmek mümkün değil.

İşte İspanya'nın Sosyalist Partisi, işte İngiltere'nin İşçi Partisi ve hatta işte İtalya'nın eski Komünist Partisi...

Bunların hepsi eski tabularla köprüleri attıkları ölçüde yığınları kucakladılar. Merkeze kaydıkça oy yüzdesi arttırdılar ve hükümet olabildiler.

Şimdi aynı süreçten Alman SPD'si de geçiyor. Tarihin ilk ve en kitlesel sosyal demokrat partisi Karl Marx ve Frederich Engels'in bilinçaltı etkisinden uzaklaştığı oranda iktidara yaklaşıyor. Bonn koltuğuna ciddi aday çıkartıyor.

Federal Cumhuriyet son dönemin en derin ekonomik krizini yaşamasına rağmen devletçi diskurlar, sendikalist nutuklar, popülist şiarlar halkı cezbetmiyor.

Almanya'da ve her yerde modern toplumlar kollektif kurtuluş vaadeden ve bu toplumları dizayn etmeyi hedefleyen Jakoben siyasetlere değil, bireysel çıkış yolları sunan ve radikal müdahelelere uzak duran masajlara itibar gösteriyor.

İşte bu yüzden de, Cermen kitlelerin sosyal demokrat tercihi ‘işçilerin yoldaşı’ Oscar Lafontaine'den yana değil, pragmatizmi belki oportünizme varsa bile, ‘patronların yoldaşı’ Gerhard Schöder'den yana oluyor.

Hep aynı altı ok nakaratını tekrarlayan ama kendilerine sosyal demokrat yaftasını yapıştırmakta da beis görmeyen bizim gariban ‘solcu’larımızın ise yukarıdaki olgu hakkında artık ciddi ciddi düşünmesi gerekiyor.

Onların yapacağı tercih Türkiye toplumunun modernlik ölçeğine de tekabül ediyor.













Yazarın Tüm Yazıları