Oktay Ekşi: Galiba o gün yaklaşıyor

Oktay EKŞİ
Haberin Devamı

Yazıişlerinde dün, günlük mutad toplantı yapılırken bir ara birimiz ötekilerin dikkatini çekti:

‘‘İnsan bazen içinde bulunduğu mutluluğun kıymetini bilemiyor: Şu masanın etrafında toplanan bizler için dün akşamki can sıkıcı şeyler, çok çok, izlediğimiz TV programının seviyesizliği gibi enti püften konulardı.

Oysa aynı saatlerde, Kosova'da büyük bir insanlık faciası yaşanıyordu. Adı ‘Ölüm Vadisi’ne çıkan Pagarusa'da on binlerce insan açlık, sususuz, yağmur ve hastalıkla boğuştukları yetmiyormuş gibi bir de namlularından ölüm kusan Sırp tanklarından korunmaya çalışıyorlardı.''

Hem basit hem de doğru bir tespit.

Bu gerçeğe bakınca insanın ‘‘en şerefli ve en iyi yaratık’’ olduğunu söyleyene mi inanmayı tercih edersiniz, ‘‘Tanrı'nın yarattığı en vahşi varlık’’ olduğuna mı?

İkisinin de ‘‘doğru’’ olduğunda mutabık iseniz, ‘‘bu kadar karmaşık bir kompozisyonu’’ neyle, nasıl açıklayacaksınız?

En iyisi bu tür soruların yanıtlarını ‘‘hayatın sırrı’’ üzerinde kafa yoranlara bırakmak.

Biz gazeteciyiz. İşimiz günlük olayları değerlendirmek. Örneğin Pagarusa Vadisi'nde somutlaşan Sırp barbarlığının üstesinden ne şekilde gelinebileceğine bakmak.

Miloseviç'in muhteris ve aşağılık bir ‘‘komünist’’ olarak siyaset sahnesine atıldığı tarihten beri değişmeyen tek çizgisi var:

Sırp ırkçılığı...

Ve anladığı tek dil var: Kuvvet. Tıpkı Adolf Hitler gibi.

Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nden Hırvatistan ve Slovenya ayrılırken onu bu kadar barbarlaşmaktan ‘‘Almanya'nın ezebileceği’’ korkusu tutmuştu.

Ama Avrupa'nın Müslümanlar için kılını kımıldatmayacağını görmüş olmalı ki, Bosna-Hersek'te 250 bin insanın kanına pervasızca girebildi.

Taa ki silahlandırılmış Hırvat ve Boşnaklar, Sırplar'ı bozguna uğratıncaya ve ABD -namus belası- Avrupa'yı zorlayıncaya kadar.

Nitekim bunun sonunda Bosna-Hersek'e sükûnet getiren Dayton Anlaşması imzalandı da kan akması durdu.

Şimdi de çağımızın en son ve en vahim facialarından birini sahneleyen Miloseviç'i ‘‘kuvvet’’ten başka bir şeyle yola getirmek imkánsızdır.

Ve olaylar -maalesef- son çare olarak kara kuvvetlerinin de kullanılmasını zorunlu kılacak yönde gelişmektedir.

O nedenle her ülke gibi Türkiye de ‘‘bu belaya’’ hangi koşullarda ve ne ölçüde katılmak durumunda olduğunu hesaplamak zorundadır.

Burada mesele ‘‘sorumluluktan’’ değil, ‘‘ahmak yerine konulmaktan’’ kaçınmaktır.



Yazarın Tüm Yazıları