Kıbrıs satılmamış mıydı

EEE, hani Kıbrıs’ı satmıştık? Hani KKTC’yi "hibe etmiştik"?

Hani "yavru vatan"ı öksüz ve "námerde muhtaç" bırakmıştık?

Malûm, "hafıza-ı beşer nisyán ile malûldur". Yani, insan aklı unutkanlığa yatkındır.

Acep bazıları erken bunamadan muzdarip midir ki, şimdi havaya bakıp ıslık çalıyor?

Fakat, sevábına, ben şuracıkta hemen hatırlatıvereyim.

* * *

EFENDİM, tabii başta "Mister No" lákaplı Rauf Denktaş olmak üzere, onun dümen suyundaki bilûmum "ulusalcı - kuvvacı" cihet, hem "Annan Planı"nın oylanacağı 24 Nisan 2004 referandumu arifesinde, hem de Türklerin bunu onaylamasında sonra, ne buyuruyordu?

"Gitti gider, dahi gider" diye feryád-ı figán etmiyorlar mıydı?

Ateşli mitingler düzenleyip, fırtınalı konuşmalar yapıp, kanlı satırlar yazıp, Kıbrıs’ın "Rum’a hediye edildiğine ve edileceğine" dair nutuklar, láflar, sayfalar döktürmediler mi?

"Kara bahtlar", "feláketli gelecekler", "meşûm günler" öngörmediler mi?

Artı, dehşet bir hayasızlıkla da cüretkárlık derecesini, planı savunanlara "vatan haini", "Rum çocuğu", "emperyalist ajanı" diye iftiralar atmaya vardırmadılar mı?

Çok değil aradan dört yıl bile geçmedi ki, tükürükleri ve mürekkepleri daha kurumadı.

Eee, sonra?

* * *

SONRASI şu ki, tüm bunların hezeyan olduğunu hayatın gerçeği teker teker ispatladı.

Türklerin "evet", Rumların ise "ohi" dediğinin anlaşıldığı an, hava birden değişti.

Uluslararası rüzgarlar 1974’den beri ilk kez Ankara ve Kuzey Lefkoşa lehine döndü.

Brüksel’inden Washington’una, "diplomatik odaklar" en azından, "Rum tarafının uzlaşmaz tutumundan duyulan derin kaygı ve üzüntü"yü açık açık ifade eder oldular.

Artı, aynı 1974 tarihinden beri daima "Türk işgali" terminolojisinde ısrar etmiş olan dünya basını da nötr bir "Türk müdahalesi" deyimine çark etti. Bu, şimdi kurala dönüştü.

Başka bir deyişle, 2004 referandumu turnusol kağıdı işlevi gördü ki, tábir caizse, kendilerini "sütten çıkmış ak kaşık" olarak takdim eden Rumların "bekáreti bozuldu".

* * *

AMA doğru, Denktaş 2003 Mart’ı Lahey’inde yine "no" çekerek Topluluk üyeliğini o Rumlara altın tepsi içinde hediye ettiği içindir ki, Güney Lefkoşa AB bünyesine dahil olabildi.

Dolayısıyla da, artık ayrıcalığından faydalandığı Brüksel menzillere sığınarak, limanların açılmasından diplomatik tanımaya, Ankara’ya salvo atışı yapmaya başladı.

Peki de, sonuçta ne oldu? Ne elde etti? Ne kazanabildi?

Türkiye bunun "korkusu"yla Kıbrıs’ı mı sattı mı? KKTC’yi yalnız mı bıraktı?

Tam tersine, Rauf Denktaş’ın karşı cihetteki ikiz kardeşi diğer "Mister No" Tasos Papadopulos kabak tadı verdiğinden, artık Yunanistan’ın desteğini de eskisi kadar bulamayan Rum Yönetimi, "Yeşil Hat"ın açılmasından ve serbest dolaşıma, metazori tavizler verdi.

Ve tabii en önemlisi de, geçen pazar günü aynı Papadopulos’un defteri dürüldü.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin daha ilk turunda, hazret iktidardan postalanıverdi.

* * *

EVET, Rum "Mister No"sunun da nihayet sepetlenebilmesi, hiç şüphesiz ki, Türk tarafının BM Planı’na "evet" demesiyle yaratılmış olan dinamiğin sonucu ve uzantısıdır.

Yani, Ankara ve KKTC 2004’deki akılcılığın meyvalarını esas şimdi toplamaktadır.

Ve, bundan böyle Ada’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Artık devrán değişmiştir.

Türkiye büyük yanlış yapmadığı takdirde de, önemli bir ihtimalle, aslında iki devletten oluşan ama kağıt üzerinde konfederasyon gözüken gevşek bir yapılanma gündeme gelecektir.

Peki de, ey yeri göğü inleten "ulusalcı - kuvvacı" koro, hani Kıbrıs’ı "satmıştık"?
Yazarın Tüm Yazıları