Kavga, meclis ve adap

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Güven oylamasına paralel olarak TBMM'de bir hafta önce bugün vuku bulan son arbede bana ilkin Nikita Kruşçov'u hatırlattı. Atmışlı yıllara götürdü.

Müteveffa SSCB lideri bir BM oturumunda muazzam yaygara kopartmıştı.

New York kurumunu kendisine hınk deyici bir Sovyet şurasıyla karıştıran ‘Bay K', ‘emperyalizmi protesto etmek' için pabucunu ayağından çıkartmıştı.

Kösele ustalarına hakaret olmasın diye iskarpin olarak adlandıramayacağım ve muhtemelen bizim Sümerbank mamulatının Rus versiyonuna tekabül eden kaba bir kundurayla kürsüye vurmaya başlamış ve avazı çıktığı kadar bağırmıştı.

Ama Allahı var, çorap kokusu belki çevrede oturan nazik diplomatların burun deliğini kırmış olsa bile, Ukrayna asıllı Moskova önderi, kafa göz yaracak cinsten bu kundurasını Amerikalı muhatabının suratına fırlatmamıştı.

Üstelik, ne sağa sola yumruk savurmuş, ne de o zamanki Sovyet Dışişleri Bakanı Andrei Gromiko'ya ‘tutmayın beni' diye yalancıktan poz yapmıştı.

Nikita Kruşçov altı üstü Birleşmiş Milletler'de ayakkabı çıkartmıştı.

* * *

SONRA yıllar geçti. Yerleşik demokrasilerin yerleşik meclislerinde ve eni konu oturmuş uluslararası kurumların saygın forumlarında bu tür bir vukuat pek tekrarlanmadı. Kruşçov'un pabucu dama atıldı ve olay bir istisna olarak kaldı.

Fakat bir gün oldu, çoğulcu sistem daha henüz emekleme dönemindeydi ki, faşist Franko'nun uslanmaz müridi bir albay İspanya ‘Kortez'ini bastı.

Parlementerlere piştov çekti ve palyaço darbesi yapmaya yeltendi. Yaka paça götürüldü. O tarihten itibaren de İberya ülkesine demokrasi tam yerleşti.

Öte yandan, daha ertesi dönemde, Tayvan ve Güney Kore tipi ülkeler aynı demokrasiyi benimseme çabası içine girdiler. Bu yönde iradeci adımlar attılar.

Ancak, her iki devletin milletvekilleri parlemanto arenasını boks ringiyle karıştırdılar. Judo, jiu-jitsu ve karate, Taipei ve Seul asamblelerini Asya sporlarının fiilen uygulandığı gayet heyecanlı mekanlara dönüştürdüler.

Dolayısıyla, söz konusu başkent televizyonlarının meclislerden yaptığı naklen yayın ‘Kung Fu' filmleriyle reyting yarışına girişti. Onlara fark attı.

Aynı cins arbedeler bazı eski Sovyet Blok'u ülkelerinde de tekrarlandı.

Açıkçası, bizim TBMM'izdeki son kavga bu bab'da bir ilk oluşturmadı.

* * *

OLUŞTURMAMASINA oluşturmadı ya, züğürt tesellisiyle kendimizi avutmayalım.

Önce hatırlayalım ki, bizim Meclis'imiz diğer tüm ülke kurumlarından çok daha eski. Evveliyatını saymasak bile geçmişi tam yetmişyedi yıla uzanıyor.

Üstelik, iyi kötü hemen her zaman muhalif sesler barındırdı. Sovyet Şura'sında dediğim gibi davranan bir Kruşçov'dan farklı lider ve üyeler çıkarttı.

Peki, nasıl oluyor da bizim milletvekillerimiz hala birbirlerinin üzerine saldırıyorlar? Hangi şeytana uyarak ‘tutma beni' diye poz yapıyorlar?

Burada çok başka ve çok temel bir olgu devreye giriyor...

* * *

DOĞRU, bizim Meclis'imiz eski...Ama bizim meclis kültürümüz köklü değil!

TBMM'nin şeklen varlığı özdeki ‘meclis adabı' yoksunluğumuzu dengelemiyor.

Biz siyasette kabullendiğimiz bir Meclis'i ruhiyatta kabullenmiyoruz.

Demokrasinin ve sivilliğin abecesini oluşturan ötekisine hoşgörü ve ötekisine saygı kıstaslarına riayet etmiyoruz. Tahammülsüzlüğü aşamıyoruz.

Dolayısıyla, biz TBMM'de kafa yarıyoruz. ‘Tutma beni' diye efeleniyoruz.

Meclis reflekslerimizde, totaliter düşünce ve siyaset geleneklerinin Sovyet Rusya'sıyla, Franko İspanya'sıyla veya Konfiçyüs Çin'iyle yarışıyoruz.

Züğürt tesellisini buralarda arıyoruz. Oturmuş demokrasilere yanaşamıyoruz.

Heyhat, biz politikanın Meclis raconunu nispeten öğrenmiş olsak bile, demokrasinin ve sivilliğin çok geniş anlamdaki ‘meclis adabını' bilmiyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları