Gerçekçilik dönemi

Ferai TINÇ
Haberin Devamı

Lüksemburg kararından sonra Avrupa'ya karşı uygulanan ‘haysiyetli’ dış politikanın da pek bir işe yaramadığı tam bir yıl sonra ortaya çıktı.

Avrupa'nın Türkiye'ye adaylık statüsünü, haysiyetten çatlasanız bile vermeyeceği artık iyice anlaşıldı.

Üstelik, Avrupa'nın Türkiye'yi kaybetmek korkusu gibi tasası da yok.

Hani, ‘‘Ben kendime yeni ufuklar bulurum’’ diye başka yerlere bakmanız da Avrupa'yı pek kıskandırmıyor.

Pekiyi şimdi ne olcak?

Bence önümüzdeki dönemde ilişkiler daha gerçekçi bir temele oturacak.

Kendi entegrasyon ve ortak pazar sürecini tamamlamaya öncelik verme kararı alan Avrupa genişleme stresinden kurtulacak.

Bu Türkiye için yeni fırsatlar yaratabilir.

Genişleme yarışında kendisini dışlanmış ya da geride hisseden Türkiye'de duygusal tepki döneminin yerini akılcı pazarlık süreci alabilir.

Almalıdır da. Çünkü Avrupa genişlemeyi frenliyor ama, adaylarla görüşmeler devam ediyor.

Türkiye için öngörülen tam üyeliğe hazırlık stratejisi çalışmaları da devam edecek.

* * *

VİYANA Zirvesi'nin ardından gelen tepkiler de Türkiye'nin artık bu sürece daha olgun bir şekilde yaklaştığını gösteriyor.

Belki de bu zamana kadar yapılmayan ama, yapılması gereken bir şeyi artık yapma fırsatı doğabilir.

Kafalarımızı sadece ‘‘aday dedi mi demedi mi?’’ sorusuna takmadan, yani takıntısız bir biçimde Türkiye'nin Avrupa Birliği ile entegrasyonunu geniş tabanda tartışabiliriz?

Avrupa Birliği tarım politikalarına uyup uyamayacağımızı, Türk sanayi açısından bunun gerekli olup olmadığını derinlemesine gözden geçirebilir, Avrupa ile siyasi bütünleşme fikrine hazır olup olmadığımızı sorgulayabiliriz.

Eğer aklımıza yatarsa 2010'dan sonrası için entegrasyon planları kurabiliriz...

Tabii AB o zamana kadar kalırsa...

* * *

ŞİMDİ bana Avrupa'nın geleceğini karanlık mı gördüğümü soracaksınız. Hayır. Bugüne kadar izlediğim Avrupa, zigzaglar yapsa da hedeflerini tutturmayı başardı. Üstelik takvimlere de sadık kalarak.

Ancak bu sefer farklı bir gelişme seziliyor.

Almanya, artık günahlarının bedelini fazlasıyla ödediğine inanıyor. Bundan sonra kendi ulusal çıkarlarını korkusuzca ve komplekse kapılmadan savunma zamanının geldiğini herkese hissettirmeye başlıyor.

AB Dönem Başkanlığı'nı teslim alırken Alman Başbakanı Shröder, ‘‘Artık fedakarlıkları karşılıklı yapma zamanı geldiğini’’ hatırlattı ortaklarına.

Avrupa'yı değil önce Almanya'yı düşüneceği sinyalini verdi.

Almanya, Avrupa olduğu sinyallerini artık daha rahat vermeye başlıyor.

Bu gelişmenin ille de bir çatışma ile sonuçlanması gerekmiyor tabii, ama yeni üyelerden, siyasi entegrasyondan söz eden Avrupa'nın daha tam anlamıyla ‘‘ortak pazar’’ bile olamadığı açığa çıkıyor.

Yine de, yeni 10 yıllık bütçe hazırlığı içindeki Avrupa'da ‘‘ortaklar içinde en ortak’’ olanın daha fazla sesi çıkıyor.

Kendi evinin içini düzenlemeye ağırlık veren Avrupa, Türkiye'ye belirsiz bir tarihe randevu verirken topu da bize attı.

Haysiyetli dış politika ile varamadığımız noktaya, gerçekçi ve akılcı müzakere politikalarıyla ulaşabilme dönemi belki de şimdi açıldı.



Yazarın Tüm Yazıları