Bir dinozorun özlemleri (2)

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Başlığı okudunuz. Korkarım bu başlık altında yazacağım yazılar bir düzineyi bulacak. E arkada bıraktığınız yıllar önünüzdekinden fazla olunca böyle olması doğaldır.

Limonata

Limon, su ve şeker. Bu kadar isabetli bir beraberlik daha yoktur. Cola'dan sonra sıfıra inen itibarının, bir müteşebbisin şişeleyip piyasaya sürmeyi akıl etmesiyle yeniden iade edileceğine inancım tamdır. Ama asitsiz masitsiz, doğal haliyle olursa.

İzmir Fuarı

Fuar denince aklıma akraba ve taallukat geliyor. Her yıl 20 Ağustos - 20 Eylül arası ev Efes Oteli'ne rakip olurdu. Misafirlerin beşi gider onu gelirdi. Hepsinin beraber geldiği talihsiz günlerimiz de olurdu. Yedirir, içirir, pavyon pavyon gezdirirdik. Pavyon dediğim ‘‘Mavi Melek’’ değil. Çeşitli makinelerin sergilendiği mekanlar. Biz eskiden makine severdik. Milletçe. Şimdi fuar ne zaman açılır, ne zaman kapanır, millet makineden hevesini almış mıdır; yoksa hala yurdun dörtbir yanından fuara koşmakta mıdır? Bilmiyorum. Bildiğim, annemin yalnızlıktan bunca hoşlanıyor olması o günlerin dayanılmaz kalabalığındandır.

Şambali

Açılır kapanır bir tahta ayak. Üstünde tepsi. Tepside şambali. Uzun ince dilimlenmiş. Her dilimin üzerinde bir badem. Revani gibi ama değil. Daha sıkı. Tatlısı geniz yakan cinsten. Kağıtla ucundan tutar yerdik. Kağıt yapış yapış. Ellerimiz de öyle. Öğretmensiz okul olurdu, şambalisiz okul önü asla.

Klorak

Ne sadeydi. Öyle düpedüz. Ne allısı vardı ne yeşilisi. Ne katkısı, ne parfümü. Ne ayşe Teyze'si. Kafa karıştırmazdı. İşi belliydi. Beyazları ağartırdı. Bazen yanlışlıkla renklileri de.

Mahkum

‘‘Bu da ne?’’ demeyin. Eski mahkumları da özlüyorum. Hani zeytin çekirdeğinden tespih, boncuklardan kuş yapan. Hani sevdiği artistin resmini başucuna asan. Hani sez çalan. Hani ‘‘Ban bir kader mahkumuyum ablacığım’’ diye mektuplar yazan. Hani çetesiz, cep telefonsuz, tetikçisiz, torpilsiz, silahsiz, eylemsiz.

Bakkal

Peynir, iğne, zeytin, iplik, un, yağ, okul önlüğü, şeker, bayrak, pirinç, önlük yakası, pestil, çorap, kibrit, mendil, turşu... Hepsi 5 metrekarenin içinde. Üstüste. Altalta. Herşeyi bulmak mümkündü. Ancak dükkanı devirmeden aradan birini çıkarabilmek maharet isterdi. Tabii yığınlar arasından bakkal efendiyi bulup çıkarmak da.

Pamuk helva-macun

İkisi de sopanın ucunda. Biri var da yok gibi, öteki uzayıp gider. Adı üstünde macun gibi. Artık onlar da yok okul kapılarında. Bu çocuklar ne yer, ne içerler bilmem. Allahtan sosyete var. Şimdi ikisi de sosyete davetlerinde yer almaktalar. Şerbetçiyle beraber. Hani kurtuluş günlerini kutlarken temsili milis kuvvetleri olur ya. Onun gibi. Sağolsun sosyete.

Mösyö İshak

Herkesin bir mösyösü vardı. İshak olur, Rafael olur. Bohçayla gelirlerdi. Top top kumaşlar. Her hafta. Toplar açılır, kumaşlara methiyeler düzülürdü. Sonra arabayla gelmeye başladılar. İlk konfeksiyon mağazası. Seyyar. Pantolonlar, kazaklar. Tükürükle ıslattıkları orta parmaklarıyla ha bire veresiye defterini karıştırılardı.

Şehirler arası arama

İstanbul'dan İzmir'i arayacaksınız. Nah ararsınız. Sabah erkenden kalkıp şehirlerarası servisinin arayıp konuşmak istediğiniz numarayı bildireceksiniz. Sizi kaydedecekler. ondan sonra serbestsiniz. Günün akışına kendinizi kaptırın. Ara sıra ‘‘bir telefonum vardı ne oldu acaba?’’ dile sorabilirsiniz. Faydası olmasa da. Nihayet akşam olur, uykunuz gelir. Yatacaksınız. Servis arar ‘‘Lanet olsun, vazgeçtim’’ dersiniz. Ertesi gün yeni bir gündür. Lakin ıstırap aynı ıstıraptır. Bunu özlemiyorum doğrusu.

Bahçıvan

Bahçe çapalayan değil. Seyyar manav. Bazen bir eşeğin iki yanındaki küfelerle, bazen bir atın çektiği tekerlekli tahta arabayla. Domates, biber, patlıcan...

Geçen haftadan beri farkında mısınız? Herşey insanların ayağına gidiyormuş. Hizmette sınır yokmuş yani. Şimdi kendini bir ağırdan satmalar. Allahtan pizzacılarla kebapçılar var. Bir telefon, çat kapı getiriyorlar.

Kot pantolon siparişi

Her yurt dışına gidene. Yalnız kot mu? Kremler, şampuanlar. Yok ki burada. Siparişler gelir. ‘‘Cuk’’ diye üste oturduğu görülmemiş. Ya büyük ya küçük. Bir kere de tesadüfen tam olsun. Buradaki 38 beden orada kaç bedene tekabül ediyor, bilen yok. Göz kararı. Ne gözmüş ama. Terziye verilir. Yanlardan alınır, paçalar kısaltılır. o artık sizin istediğiniz orjinal kot değildir. Ama olsun. Dışarıdan geldi ya.

***

Tabii ki bitmedi ama bitiriyorum. Bunlar ağır ağır tükettiğimiz günlerden kalanlardandı. Artık ne kadar hızlandığımız hepinizce malum. Diyeceğim internetle, cep telefonunu özlememize pek bir şey kalmadı. ‘‘Ah! Hatırlar mısınız interneti?’’. Birkaç sene sonra böyle başlayan bir yazı yazarım kanaatindeyim.

Mış muş...

Bayram tatili 9 güne çıkmış.

Yanar yanar Ramazan Bayramıyla Kurban Bayramını birleştirmediklerine yanarım.

İran kadını gözünü açmış.

Daha çok gerideler. Biz göz, göğüs, göbek derken g.te kadar geldik.

Bakanlar Kurulu Hülya Avşar'la Ebru Şallı'yı konuşmuş.

Tam kadro katıldıkları yegane toplantı bu olmuştur herhalde.

Televizyonlu cep telefonu üretilmiş.

Anlaşıldı, giyinip kuşanmadan pin kotu girilmeyecek.

Demirel ‘‘Güniz Sokağa sığmam’’ demiş.

Doğrudur. Çankaya şişirir insanı.

Çin'e gitme sırası Akbulut'a gelmiş.

Aman yanına birini verin. Çin'e diye Çine'ye gidebilir.

Yazarın Tüm Yazıları