Atina-İstanbul hattında

Mora Yarımadası için Atina’daki tren garı "Stathmos Peloponisu", aynı zamanda Atina-İstanbul ve Atina-Tiran otobüslerinin hareket noktasıdır.

Atina-İstanbul hattında pazar hariç her gün bir otobüs çalışır. Bir gün Türk, bir gün Yunan otobüsü. Hareket saati 19.00.

İstanbul’a giderken Lamia, Larisa, Selanik, Kavala, İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç, Keşan ve Tekirdağ’da durur otobüs. Kahve molası, yemek molası, çay molası.

Atina’dan hareket ederken 5-10 yolcu vardır genellikle. Yaşlı İstanbullu Rumlar, Asyalı eski SSCB’liler, kuruşunu sayan Avrupalı turistler. Herkes istediği koltuğa oturur, uykusu geldi mi bedeni yan koltuğu, ayakları da karşı koltuğu işgal eder. Ayakkabıları çıkarmak, çorap kokusu, horlamak, sigara içmek vs serbest olan yasaklardır. Cep telefonlarından konuşanlar "Tamam palamut getireceğim" ya da "Kapalıçarşı’da bileziği değiştireceğim" tarzı vaatlerde bulunur. "Resmi dil" Rumcadır.

Otobüs sabahın 6’sında İskeçe’ye geldi mi bütün bunlara paydos. Şenlenir ortalık. "Sen de mi Mehmet Aga", "Bursa’da torunum evleniyor", "Cazibe Teyze ne o emekli maaşını almaya mı geldin?", "Sacide kızım okul bitmedi mi?" tarzı sataşmalar. "Resmi dil" artık Türkçe.

Gümülcine’den hareket sırasında boş koltuk yoktur.

Kipi hudut kapısında, İpsala hudut kapısında işlemler 10 dakika da sürebilir, 2 saat de. Vizesiz bir yabancı turist, illa da valizlerin indirilmesini isteyen ya da işini yapmakta geciken bir memur, hudut kapılarında bekleme süresini belirleyen faktörlerdir.

Hudut kapılarındaki bekleyiş, yolcuların birbiri ile tanışması için iyi bir vesiledir. Otobüs İpsala’yı geçtikten sonra varolmayan bir dil egemenliğini ilan eder. Türkçe-Rumca karışık.

Gümrüksüz eşya satan mağazalara hücum, Meriç Nehri’nin her iki yakasında geçerlidir.

Neredeyse öğle vakti. Radyodan, ne bileyim Serdar Ortaç’ın sesi gelir: Yazdığın mektupları tekerr tekerr yakacağım, attığın mesajları tekerr tekerrr..

Tekirdağ’ın köftesi mi yapıyor nedir? Bu yaklaşık 20-22 saatlik yolculukta son 150 kilometre çekilmez olur.

İstanbul Esenler garına gelindiğinde, yolcunun Türk’ü olsun, Rum’u olsun hiç konuşmamalarına rağmen Asyalı turisti, Avrupalı turisti de "tanıyarak" iniyor otobüsten.

Hepsi bu kadar uykuyu nereden buluyor Allah aşkına?

Size birşey hatırlatıyor mu

Takvimler 2004 yılının şubatını gösterirken Yunanistan’da seçimlere bir ay kalmıştı. Dönemin sosyalist Pasok partisi lideri ve Başbakan Kostas Simitis, ufuktaki seçim yenilgisini görünce, belki sonuç değişir umuduyla, dışişleri bakanlığındaki performansı sayesinde halkın sevgisini kazanan Yorgo Papandreu’ya parti başkanlığı yolunu açtı.

Pasok’un kurucusu Andreas Papandreu’nun oğluydu ne de olsa. Büyük bir ismi taşıyordu ve küskün Pasok taraftarını yeniden yuvaya döndürebilirdi.

Olmadı... Yorgo ile seçimlerde yüzde 40.5 oy alarak sekiz yıl sonra muhalefete düşen Pasok’ta "yenidir, gençtir, alışır" düşüncesiyle, daha çiçeği burnunda iken yenilgiye uğrayan başkana yine de zaman tanındı.

Sonra zaman işlemeye başladı. Parlamentoda konuşmalar, medyaya açıklamalar, Karamanlis hükümetine eleştiriler.

Yunanistan’da sol yüzde 60’a yakın tabana sahiptir. İktidarda ise merkez sağcı bir parti vardı. Bu ülkenin hasta vatandaşı için "hastane koridorlarında yatakların işi ne?", emeklisi için "millet aç", işçisi için "hükümet zam yapmazsa sine-i millet’e gideriz" diye bağıracak ana muhalefet lideri gerekti.

O ise hálá dışişleri bakanı imiş gibi diplomasi yapıyordu. Eleştirisi ölçülü, parlaması ölçülü. Hiç ağzından kötü bir laf çıkmadı, hiç kükremedi. Sözgelimi eğitim, sağlık gibi hayati konulardaki önerileri en gelişmiş, en zengin ülkelerdeki sistemlerdi. İsveç, İsviçre modelinden bahsetti.

Bu ülkenin halkı Akdenizli. Damarlarındaki kan sıcak yani. Liderini "ilahi güçler" ile donanmış ister, karizmatik ister. Beden diliyle de konuşmasını, karşılaştığında ona dokunmayı, eli ile teması ister.

O ise Sosyalist Enternasyol’in başkanlığı, küreselleşme gibi "dünya sorunları" ile meşguldu.

Baba Andreas ne kadar halka yakın ise oğul Yorgo o kadar uzak.

Ve yine seçimler geldi çattı.

Halk, Mora Yarımadası’ndaki büyük yangınlarda devletin acizliğinden dolayı öfkeli mi öfkeli. Başbakan Karamanlis köşeye sıkışmış. Hani üstüne gitse, hani "yeterr, gidin" diye kükrese olacak iş sanki.

O ise öyle yapmadı. "Hükümete yüklenmek zamanı değil" dedi. Kapalı kapılar ardında ise çalışma arkadaşlarına, devlet aciz kalmışsa bunda 20 yıl iktidarda olan Pasok’un da payı bulunduğu gerçeğini anlattı.

Sakin, uzlaşıcı demokrat kimliği ağır bastı.

Sonuç kendisi için de, Pasok için de tam bir hezimet..

Yorgo, üç buçuk yıllık ana muhalefet partisi liderliğinde Yunan toplumunu, yaşadıklarını, değişimlerini anlayamadı. Halk ile bütünleşemedi. Aksine halktan uzaklaştı.

Bu size bir şey hatırlatıyor mu?

Ve seçim yenilgisi sonrası...

Yorgo, geçen pazartesi sabahının ilk saatlerinde çıkıp "Partiden yeniden güvenoyu isteyeceğim" dedi. Hemen ardından da eski kültür bakanı Evangelos Venizelos "ben de varım" diye ortaya çıktı. Anketler Pasok taraftarlarının yüzde 70 oranında Venizelos’u istediğini gösterdi.

Papandreu kalacak mı gidecek mi, ekim başına kadar bileceğiz.

Bir başka pencereden bakarsak eğer, yüzde 4 oy farkla seçimleri kaybeden, yüzde 38 oranında oy toplayan bir siyasi parti liderinin "ipi" çekilebilir bu ülkede. Lider de yenilginin sorumluluğunu üstlenerek partisi içindeki muhalafetle boy ölçüşmekten çekinmiyor.

Bu size bir şey hatırlatıyor mu?

Ve eğer yine bir başka pencereden de bakarsak, lider adayı Venizelos, 1990 yılında parti muhalefette iken girdiğinde, Yunanistan’ın en genç anayasa profesörüydü. "Melek yüzlü şeytan bakışlı" Venizelos, son derece bilgili, birkaç bakanlıkta görev yapmış ve yüzde 100 politikacı. Partinin tabanında önemli bir taraftar kitlesi de var.

Eh bu da size bir şey hatırlatıyor mu?

Cafe ülkesi

Bu diyarın dört bir yanında kiliseler ile birlikte en sık karşılaşacağınız yerler kahveler ve cafe’lerdir.

Girit’ten Dedeağaç’a kadar her şehrin, her kasabanın, her köyün meydanında rastlayabilirsiniz. Atina, Selanik ve büyük adalarda, sadece cafelerin olduğu sokaklar vardır. Hemen hepsinde ayrı bir estetik bulabilirsiniz. Plastik sandalyeler, masalar çok azdır. Büyük yerleşim merkezlerindeki cafe’lerde yazın sıcağında bile tazyikli su püskürtmeli vantilatörler ve klimalar sayesinde açık havada serinleyebilirsiniz. Küçük köylerdeki kahvehanelerin bile bence bir güzelliği bir orijinalliği var. Ahşap masalar, hasır sandalyeler.

Şimdi de rakamlar...

Yunanistan’da yaklaşık 20 bin cafe ve kahve işletiliyor. Yıllık ciro 1 milyar Euro’nun üzerinde. Her Yunanlı günün ortalama 40 dakikasını bu mekanlarda geçiriyor. Bu açıdan Yunanlılar, İtalyan ve İspanyollar’ın önünde (ortalama günde 10 dakika). Finlilerden (ortalama günde 30 saniye) hiç bahsetmiyorum.

Kazanç o kadar iyi ki, Finansbank’ı satın alan Yunan Etniki Bankası (NBG) bile bu sektöre el attı.

Bir cafe açmak isteyen 60-400 bin Euro’yu gözden çıkarmalı. Kiralar ise yerine göre 30 bin Euro’ya kadar çıkıyor.

Espresso, capuccino 2-5 Euro’dan satılıyor. Kahvenin toptancıda kilosu ise 1 Euro’nun altında.

Vesselam kahveler, cafeler altın çağını yaşıyor suyun bu yanında.

Rahatlarına, eğlencelerine düşkün insanlar da keyif yapıyor işte.

Not: Geçen hafta gönderdiğiniz geçmiş olsun mailleri için teşekkür ederim. İyileşeğiz tabii. Sancının, acının hiç şansı yok.
Yazarın Tüm Yazıları