Ankara, İtalya ve ötesi

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Türkiye'nin hiçbir zaman tam bir ‘‘İtalya politikası’’ olmadı.

Ne demektir ‘‘İtalya politikası’’?

Her şeyden önce, İtalya'nın, sıradan bir ülke değil, başlı başına kimliği, ağırlığı ve siyasal hedefleri olan bir devlet olduğunu kabul etmek demektir.

İkincisi, bu kimliğin, ağırlığın ve siyasal hedeflerin neler olduğunu iyi bilmek demektir.

Türkiye'nin kendi hedefleri için bunlardan nasıl yararlanabileceği konusunda kafa yormak ve sonra da gereğini yapmak demektir.

Ama, yıllar yılı Soğuk Savaş diplomasisine ve şimdi de Avrupa Birliği'ne tam üyelik amacına kilitlenmiş olarak kalan Türk dış politikasının mimarisinde bu boyut hep ihmal edildi. Dikkatler hep ‘‘büyük’’ diye bilinen devletlere, onların amaçlarına yönelikti.

İtalya'nın başka çeşit bir ‘‘büyük’’ olabileceği pek akla gelmedi.

Özellikle de ‘‘Akdeniz politikası’’ bakımından.

Ama, Türkiye'nin bir ‘‘Akdeniz politikası’’ da olmadı ki.

Akdeniz'in dünya tarihindeki ve uluslararası politikadaki yerini ciddiye alan.

Büyük uygarlıkların beşiği olmuş bir denizi kuzeyiyle, güneyiyle, batısıyla, doğusuyla bir bütün olarak görebilen.

Kültürlerin karşılıklı etkileşimi üzerinde düşünen ve tarihçi Braudel'in çok iyi anlattığı ‘‘Büyük Akdeniz’’in uzantılarında Avrupa, Afrika, hatta Asya içlerine doğru çeşitli yakınlıklar arayan.

Böyle bir politika oluşturulmuş olsaydı, Türk-İtalyan ilişkilerinin anlamı da başka olurdu.

Şimdi Dışişleri Bakanı'nın Roma ziyaretiyle atılmaya başlanan doğru adım keşke çok daha önceleri atılabilseydi ve Türkiye, şimdi, İtalya'yı ancak Avrupa Birliği'nin kapısını zorlarken hatırlayan bir ülke durumuna düşmemiş olsaydı.

Niçin böyle oluyor? Neden, bir ‘‘Akdeniz ülkesi’’ olan Türkiye kendine özgü ve tutarlı bir Akdeniz politikası oluşturamadan kalmıştır?

Aynı soruyu Balkanlar, Ortadoğu ya da Yakındoğu için de söyleyebilirsiniz. Türkiye bütün bu coğrafyaların parçası olduğu halde, bu coğrafyalar için derinliğine düşünülmüş politikalar uygulayamadı. Oysa, en büyük övünmelerimizden biri, aynı zamanda hem Akdeniz, hem Balkan, hem Ortadoğu ve hem de Yakındoğu ülkesi olmaktır.

Ama unuturuz ki, bu çok boyutluluk ancak her boyut iyi bilindiği, iyi düşünüldüğü ve iyi kullanıldığı zaman bir değer taşır. Yoksa, bütün boyutlara ince yayılmış bir yüzeysellik yarardan çok zarar getirebilir.

Ona bakarsanız, çok boyutlu olan tek ülke Türkiye değil. Amerika ve Rusya gibi büyük devletler ya da İngiltere ve Fransa gibi eski sömürgeci devler için de çok boyutlu ilişkiler söz konusudur. Ama onlar her boyut için ayrı ayrı kurdukları araştırma kurumları, yetiştirdikleri uzmanlar ve sürdürdükleri bağlantılar sayesinde o çok boyutluluğu ustaca kullanırlar.

Türkiye bunu yapmadıkça, çok boyutluluk işe yaramaz bir övüntü olarak kalabilir.

Yazarın Tüm Yazıları