Sinemadan dönerken aldı da bir gülme

Korku filmlerinde birden arkada belirir ya başrol korkutucusu. Katil ya da hayalet mesela. Hah, işte o filmlerden sonra, Sam’in arkasında belirmeyi pek bir seviyorum.

Haberin Devamı

Farkında değildik ilk zamanlar. Sonra anladık ki otomatiğe bağlamışız. 

Sinemaya gitmeyi seviyoruz. Hem de çok. Ama otomatiğe bağladığımız gidişlerimiz değil.

Çıkışlarımız…

Eşim ve benim ortak paydalı filmlerimiz genellikle aksiyon, gerilim ya da korku olduğu için, o filmlerden birine gideriz. Vizyona yeni girmiş filmlerin bir ön etüdünü yapar canım efendim beyim. Kaç puan almış, izleyici yorumları nedir önce okur, reytingine, yıldız sayısına bakar, sonra da süzgecinden geçirilmiş filmlerin konularını anlatarak, seçmem için son sözü bana bırakır.

İngiltere’nin, yılda dört beş defa uyguladığı “bank holiday” denilen pazartesi tatilleri vardır. İşte bu tatillere düşürdüğümüz sinema keyifleri daha bir hoştur bizim için. Hem pazartesi sendromu yaşamayan bir eş, hem erken vakitte gidildiği için seni sessizce karşılayan bir alışveriş merkezi, hem de sanki adına kapattırılmış hissi veren bomboş bir sinema salonu. Pek bir hoş oluyor efendim. Baş başa film izlediğimiz çok oluyor böyle günlerde. Makinistle baş çene işareti ile anlaşıp, filme ara vermeden seyretmek de cabası. İşte, oğlumuz okulunda beynini yeni bilgilerle doldururken, biz de dolmuş beyinlerimizi boşaltmanın bir aracı olarak böyle tadımlık mola veriyoruz günlük rutinimize.

Gelelim otomata.

Haberin Devamı

Her filmden çıkışta, o filmin karakterlerine bürünüp, onların söylediği repliklerle birbirimize cevap vererek, o filmlerdeki bakışları fırlatarak ya da el kol hareketi yaparak gülüşüp durmak bir ritüel oldu. Bir nevi senaryoya dahil ediyoruz zoraki kendimizi. Çakma başrolleri kapıyoruz ya ona bakıyoruz.

Filminden çıktıktan sonra,
-Mr Smith
-Mrs. Smith
İle birbirimizi selamlamamız en basiti…“Görevimiz Tehlike”den sonra,
-Sam, senin görevin –eğer kabul edersen- diye devam ediyor maceramız. 

Hafızaya kazınmış bakışlarla (örneğin Çığlık ya da Testere) filmlerindeki maske ifadeleri ya da yorumsuz ifadeli yüzlerimizle heykel oyunu da oynamaya başlıyoruz ileriki zamanlarda. Yani, bir iki dakika kımıldamadan ve mimiksiz sabit durup eğlendiriyoruz birbirimizi. Biri de yanımıza gelip “gafayı mi yidiniz hemşerim?” dese, “valla dayı işte gördüğün üzere” demekten başka çaremiz yok, o kadar.

Haberin Devamı

Korku filmlerinde birden arkada belirir ya başrol korkutucusu. Katil ya da hayalet mesela. Hah, işte o filmlerden sonra, Sam’in arkasında belirmeyi pek bir seviyorum bir sonraki seviyede. O, arkasına döndüğünde beni görüyor. Korku gözlerine vuruyor. Derin ve sesli bir hıhhh çıkarıyor ve ardından gülme geliyor. Çoğu da benden. 

Sinemadan dönerken aldı da bir gülme

Japon filmleri Ring ve Grudge’u birbiri ardına evde seyrediyoruz. İkisinde de saçları yüzlerini tamamen örten iki hayalet var. Mutfaktan su almaya gitmesini fırsat bildiğim kocama yeni bir sürprizin tam sırası geliyor. Üzerime hemen bir beyaz keten elbise geçirip, saçlarımı yüzümün önüne sarkıtıyorum. Kapının ardında beklemeye başlıyorum. Sam’in ayak sesleri yaklaştığında, bir de gırtlaktan gelen o sesi çıkarmaya başlayınca ben, karşısında biraz önceki filmdeki hayaleti gören zavallı kocamın dili damağına bir vuruyor ki, atmış benzini görünce, en azından bu tür eşek şakalarımı bırakmaya karar veriyorum. Daha masum olan sinema çıkışı efektlerimize geri dönüyoruz.

Haberin Devamı

Sinemadan dönerken aldı da bir gülme

Bir ay önce. Yine bir pazartesi. Tatil. Sinema. Aksiyon. Salon bomboş. Bir tek biz ikimiz. Güzel bir final. Bitiş müziği çalarken, biz salonda koşuyor, ara sıra çömelip, birbirimize “çiçuvv çiçuvv, çiçuvv” diye ateş ediyoruz parmak tabancalarımızla. Salondan çıkmışız. Bir yandan yürüyüp bir yandan da kolon arkalarına geçip savaşmaya devam ediyoruz kötülerle. Biraz daha ilerleyince, Sam kendine güzel bir kuytu buluyor. Bir kapı var önünde. Olasılıkla yangın merdivenine açılan kapı bu. Sam, orayı açıp öbür bölgeden düşmanlar geliyor mu diye bakacak. Bir- iki- üç… Kapıya omuz atarak açıyor. İki elinin işaret parmaklarını birleştirerek yapmış olduğu uzun namlulu tabancası ileriye dönük. Kapı açılıyor ama yangın merdivenine değil. Alışveriş merkezinin yiyecek içecek katında olduğumuz için, restoranlardan birinin mutfağına… Parmak tabancasına, elinde yemek tavası ve şaşkın gözleriyle bakan şefe silahı hala havada “pardon” diyor Sam ve hemen ardından tabanları yağlayarak kaçıyoruz. Bir kolonun ardına sığınıp yere yığılıncaya kadar gülüyoruz. Şefin bakışları gözümüzün önünden gitmiyor çünkü.

Haberin Devamı

Şımarıklık mı bizimki? Belki ya da değil. İşimiz mi yok? Olmaz mı yığınla. Hayatı hafife mi alıyoruz? Yok ya olur mu? Ama keşke yapabilsek. Bizimkisi “ara sıra”lık. Göz bozmuyoruz, nizam bozmuyoruz. Kendimizi eğlendiriyoruz o kadar. Tavsiye ederim, siz de yapınız… İyi geliyor… En azından stresli yaşamın devre aralarında…

Üsküdar’a gideriken nasıl alıyorsa bir yağmur, sinemadan döneriken bizi de alıyor öyle bir gülme…

Yazarın Tüm Yazıları