1. Mükemmeliyetçi olmayın: Çocuklardan zaman zaman ödevlerinin tamamını doğru yapmalarını bekleyebiliriz. Ancak ödev, öğrencilerin hata yaparak öğrenmesi için yaptıkları bir çalışma ve öğrenme aracıdır. Çocuğa hatalarından ders çıkarma fırsatı vermek, beklentileri yükseltmeden onu desteklemek, ödev yapma sorumluluğunu daha kolay kazanmasına yardımcı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, çocuklardan mükemmel ödevler yapmalarını ve mükemmel öğrenciler olmalarını bekleyen ebeveynlerle yaşamak, tüm çocuklar için çok zorlayıcı ve motivasyon kırıcıdır.
2. Çabalarını takdir edin ve onu yüreklendirin: Çocuğun, ödevini doğru mu yoksa yanlış mı yaptığı konusunda yorum yapması gereken öğretmenidir. Bu sebeple anne baba ödevin doğruluğuna yanlışlığına değil, çocuğun çabasına vurgu yapmalıdır. “Bugün ödevini yapmak için çok çalıştın. Senin adına çok sevindim, çünkü bu kadar emek verdin” gibi cümlelerle çocuğun çabasını gördüğünüzü ifade edebilirsiniz. Bu sayede ödevin doğru ya da yanlış olmasından ziyade sürece odaklanan ödüllendirici cümleler kurmak uzun vadede çocuğu daha da yüreklendirecektir.
3. Onun için sessiz bir alan yaratın: Çocuğunuzun ödevlerini yapması için sessiz bir yer seçmesine izin verin. Televizyonun, müziğin ve diğer teknolojik araçların kullanılmadığı bir ortam oluşturun. Okul çağında birden fazla çocuğunuz varsa, onların ayrı ortamlarda ödev yapmasını sağlayarak dikkat dağıtıcı unsurların en alt seviyede tutulmasına yardımcı olun.
4. Ödevlerini yapan değil, ona rehberlik eden ebeveyn olun: Ev ödevlerinin bazen zorlayıcı olması gerekir. Çocuğunuz “Yapamam” diyorsa derin bir nefes almasını, düşüncelerini toplamasını ve kendi başına çözebilecek özgüveni bulmasına yardımcı olun. Çocuğun ödevini yapmak anne babanın görevi değildir. Bu yüzden zorlandığı bir ödevde ona sadece rehber olun. Eğer onun ödevini yapar ve okula götürmesine izin verirseniz, sorumluluk duygusunun gelişmesini de büyük oranda engellersiniz. TÜİK verilerine göre Türkiye’deki insanlar, günde sadece 1 dakikasını kitap okumaya ayırırken, televizyon izlemeye 6 saatini, internete ise 3 saatini ayırıyor. Çocuklara kitap hediye edilmesinde ise Türkiye 180 ülke arasında 140’ıncı sırada. Bu nedenle ev ödevlerinin sorumluluğunu kazandırabilmek için öncelikle kitap okuma ve eğitimin önemi konusunda çocuğunuza rol model olun.
◊ Çocuklar neden çıplak fotoğraf yollar?
Çocuklar arasında bu tür fotoğraf göndermeye ‘seksting’ deniyor. Bu sözcük, başka bir cep telefonuna sözel veya görüntüler içeren cinsel içerikli materyal göndermek anlamına geliyor.
Bu durumun 13-18 yaşları arasındaki çocuklar arasında çok yaygın olduğunu biliyoruz. Bazı gençler bunu, hoşlandıkları kişinin ilgisini çekmek için yapıyor, bazıları intikam almak için yapabiliyor, bazıları da diğer çocukların bedensel görüntüsünü merak ettiği için veya onay almak, ilgi çekmek ya da eğlence olsun diye yapabiliyorlar... İnsanların özel bilgilerine sahip olup kendini ayrıcalıklı hissetmek, güç kullanmak, onu tehdit ederek istedikleri davranışı yaptırabilmek gibi psikolojik alt yapısı da olabiliyor bu işin. Okulun, sosyal ve ekonomik çevrenin, ailenin de çok etkisi var. Örneğin yasakçı bir ailede çocuk, ailesine tepki olarak yapabiliyor.
◊ Peki, çocuklar bu konuya nasıl yaklaşıyorlar?
Ailelerin ve uzman kişilerin bile, çocuklarının fotoğraf veya videolarını başkalarına gönderme eylemine hiçbir tolerans göstermediğini görüyoruz. Yani aileler, çocuklarının asla böyle bir şey yapmaması gerektiğini çok net bir şekilde dile getiriyor. Çünkü bu durumun çocuklarını tehlikeye sokacağını düşünüyorlar.
Yani ahlaki riskler açısından değerlendirildiğinde bu ‘sıfır tolerans’ doğru gibi gözükebilir ama gençler arasında durum maalesef böyle değil.
Gençler üzerine yapılan çalışmalar, seksting’in sosyal yapının normal bir parçası olarak değerlendirildiği anlaşılıyor. Çünkü gençler belki de geleceği de öngöremedikleri için ya da dijital dünyanın sonsuz bir kapı olduğunu düşünemedikleri için birbirlerine bu tarz görselleri göndermeyi sosyal bir konu olarak görüyorlar.
HEM GEZİN HEM ETKİNLİKLERE KATILIN
İstanbul Oyuncak Müzesi, ara tatilde de dopdolu. Çocuklar bu hafta boyunca müzeyi gezdikten sonra etkinliklere katılacak ayrıca müze bahçesindeki satranç alanında oyun oynayabilecekler. Seç Yarat Oyna Atölyesi, Masal Fabrikası, Bremen Mızıkacıları Mutfakta, Kâğıt Geminin Yolculuğu, Tahta Oyuncak Boyama Atölyesi, Keşif Duyu Oyun Atölyesi bu haftaki etkinliklerden yalnızca birkaçı... Kaçırmayın.
Yer: İstanbul Oyuncak Müzesi / Tarih: Tatil boyunca / Saat: Etkinlikler saat 10.00’da başlıyor / Yaş: Her yaşa uygun / İletişim: (0216) 359 45 50 / Fiyatı: Müze giriş ücreti tam 115 lira, öğrenci 65 lira
İLLÜZYON GÖSTERİSİNE KATILIN
Çocuklar illüzyona bayılıyor, Sihirbaz Erol’un birbirinden eğlenceli ve şaşırtıcı numaralarıyla çok eğleniyor.
◊ ‘Sınıf annesi’ uygulaması doğru bir uygulama mı?
Prof. Dr. Norma Razon (Pedagog): Nasıl uygulandığına bakmak lazım. Çünkü her okul bu kavramı kendine göre farklı yorumluyor. Kimi okullarda, özellikle ana sınıfında ve ilkokulda, sınıf annesi, öğretmenin işini çok kolaylaştırıyor.
Kimi okullarda ise bu işin dozunu kaçırıp, dersin süresinden tutun da ödevlere kadar birçok konuya karışıyor. Burada öğretmenin veya okul yönetiminin sınır çizmesi çok önemli.
Ancak öte yandan da ‘sınıf annesinin’ tarafsız olmasını bekleyemeyiz. Elbette kendi çocuğuna daha farklı bir gözle bakacaktır.
Örneğin sınıfta öğrenciler arasında bir anlaşmazlık çıksa, sınıf annesi kendi çocuğundan yana tavır takınacaktır. Bu da sadece çocuklar arasında değil, veliler arasında da yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilir.
◊ Peki, ne yapmak gerek?
◊ Kedi müzesi fikri nasıl doğdu? Kedilerin toplumumuz için önemi nedir?
Korumacılık düşüncesi bir topluma müzelerinin koridorlarından yayılır. Çünkü müzeler bilgi mabedidir. Bugün demokrasisi, ekonomisi, adalet sistemleri, eğitim ve sağlık sistemleri bizden daha gelişmiş olan ülkeler, müzelerini bu değerleri kazandıktan sonra kurmadılar; önce müzelerini açtılar, bilgiye türlü çeşitli mabet yaptılar, sonra da geleceği olan çocuk ve gençlerini o müzelerde eğiterek, sözünü ettiğimiz bu değerleri kazandılar. Yani önce ‘bilgi toplumu’ oldular.
Bilgi toplumu olmadan gelişme ve kalkınma söz konusu değildir. İstanbul Oyuncak Müzesi’ni kurduktan sonra, ülkeme daha başka nasıl müze kazandırabilirim, diye düşündüm. Bugün hepimiz biliyoruz ki doğayı, hayvanları, iklimi korumak çok önemli. Ancak bizim, toplum olarak bu konuda pek de başarılı olduğumuz söylenemez. Peki, bu duyarlılığı geleceğe nasıl taşıyabiliriz? Bunu düşünürken, hayvan sevgisini daha da güçlendirmek ve gelecek kuşakların hayvansever yetişmesini sağlamak için bir müze fikri doğdu içimde. Uzun süre “Hangi hayvan?” ve “Neden?” sorusunu sordum kendi kendime. Ve tüm araştırmalarımda karşıma en çok kedi çıktı. Çünkü insanımızla en yakın ilişki kuran hayvanın kedi olduğunu gördüm. Elbette başka hayvanlar da var ama kedi uzak ara öndeydi hep. Kedi müzesi fikri böyle doğdu işte. Kedi öne çıktıktan sonra dünyada örneği olmayan bir kedi müzesini nasıl inşa edebilirim, diye düşündüm ve sonunda masal, çizgi roman, oyun ve oyuncakların tarihteki müzesini kurmaya karar verdim. Beşiktaş Belediyesi’nin öncülüğünde kurulan Kedi Müzesi’nde hayal dünyasının kedilerini bir müzenin çatısı altında topladık.
◊ İnsanlar bu müzeye geldiklerinde ne bulacaklar peki?
Müzeyi sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan’la birlikte tasarladık. Ben bir müzenin ‘bir sanat eseri olarak’ ortaya çıkmasını doğru buluyorum. Çocuklar dokunmak isterler, mekânı yaşamak isterler. Aslında bu büyükler için de geçerlidir. Ziyaretçiler müzenin içine girdiklerinde kendilerini bir tiyatro sahnesinin içine girmiş gibi hissedecekler ve bilgiyi orada bulacaklar. Yani kendileri tiyatro oyuncusu olacaklar. Ancak belirtmeliyim ki bu müzede sadece kediler yok, bütün hayvanlar var. Çocuklar, bilgiye eğlenerek sahip olacaklar. Çünkü müzenin tamamını çocuk merkezli düşündüm.
‘Yaşasın Cumhuriyet’ kitabı nasıl ortaya çıktı?
Uzun yıllardır ulusal bayramlarımızla ilgili karikatürler çiziyorum. Bu karikatürler zaman içinde kendi arşivini oluşturdu. Cumhuriyetimizin 100. yılı için ise hepsini tarihi bir kronolojiye göre yeniden düzenledim ve “Yaşasın Cumhuriyet” kitabıyla, 100. yıla armağan ettim. Ancak şunu belirtmeliyim ki, eksik çizimler vardı, onları tespit edip tamamladım. Bu yolculuk yaklaşık iki yıl sürdü. Kitap, Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih sahnesine çıktığı ve Türk halkının kaderini değiştirdiği Çanakkale savaşlarıyla başlayıp, devrimlerine kadar uzanan Millî Mücadeleyi yazıdan arındırılmış karikatürlerle ele alıyor.
Karikatürlerinizde vermek istediğiniz temel mesaj nedir peki?
Bu kitap, Mustafa Kemal Atatürk’ün işgal güçlerine halkıyla birlikte verdiği bağımsızlık mücadelesini, karikatür üzerinden anlatan ilk kitap olma özelliğini taşıyor. Cumhuriyetimizin bizlere verdiği egemenlik hakkının, barışın, bilim ve sanatın, özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu, mizahın gücünü kullanarak bir daha anlatmak istedim. Burada şunu da hatırlatmakta yarar var. Sedat Simavi yönetiminde 1921-1923 yıllarında haftalık olarak yayımlanan Güleryüz adlı mizah dergisi de mizahın gücünü kullanarak Kurtuluş Savaşı’na destek vermiştir. Unutmamak gerekir ki karikatürler hiçbir zaman şiddetin, savaşın yanında yer almaz. İnsan haklarının, demokrasinin basın özgürlüğünün ve eleştirel düşünmenin gelişmesine katkı sunar. Görsel okumada kullanılan karikatürler, kendini ifade etme becerisi, özgüvenin gelişmesine yardımcı olur. Bu sebeple de bir toplumun belleği için karikatür sanatı çok önemlidir.
Cumhuriyetin erdemleri konusuna sıkça vurgu yapıyorsunuz. Çocuk ve gençlere önerileriniz neler?
Gençlerimize ve çocuklarımıza Cumhuriyetin kurulma sürecinde yaşanan zorlukları ve nedenlerini iyi öğrenmelerini tavsiye ederim. Çünkü Cumhuriyeti ancak bilgiyle koruyabiliriz. Okul sıralarında ellerinde tuttukları kalemlerin bir nedeni cepheye gitmek zorunda oldukları için mezun olamayan öğrencilerimiz olduklarını asla unutmasınlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün özgür akıl, eşitlik ve pozitif bilim üzerine kurduğu Cumhuriyeti doğru anlamaları, Atatürk adını ağzından düşürmeyen ama Cumhuriyet devrimlerini yok edenlere karşı uyanık olmalarını öneririm.
Klinik Psikolog Arzu Turçalı “Çocukların savaşla ilgili sorularına anlaşılır, kısa ve net yanıtlar vermek gerek” diyor ve ekliyor: “Çocukların savaş görüntülerine maruz kalması, güvenlik algılarını zedeleyebileceğinden tedirginlik, huzursuzluk, irkilme, öfke patlamaları gibi davranışlara sebep olabilir. Hatta ilerleyen zamanlarda kaygı bozukluğu ve depresyona kadar gidebilecek duygu durum bozukluklarına bile sebep olabilir. Bu sebeple çocukları bu haberlerden görsel ve işitsel olarak uzak tutmak çok önemli!
Eğer bir şekilde çocuk bu haberlere maruz kaldıysa ‘Biliyorum bu seni korkuttu ve endişelendirdi, ben de böyle hissediyorum ve üzgünüm ama sakın endişelenme, ben senin yanındayım ve güvendesin’ gibi bir cümleyle çocuğun kaygısı giderilmelidir.
Bu açıklamalara rağmen çocuk daha fazla soru sorarsa, ayrıntıya girmeden, yaşına uygun, kısa ve net yanıtlar vermek iyi olacaktır. Ancak bütün bunların ötesine geçen bir durum olursa bir uzmandan destek alınmalıdır.”
Kodlama eğitimi çok önemli
Geleceğin dili olarak adlandırılan kodlamanın çocuklara ulaştırılması için Hatay’ın Serinyol ilçesinde bir kodlama sınıfı açıldı.
Projeye önayak olan Amazon Türkiye Ülke Müdürü Richard Marriott’a ve Hayalime Ortak Ol Topluluğu’ndan Atakan Atalar’a kodlamanın neden önemli olduğunu sordum.
Kodlama neden önemli?
◊ Çocuklara ‘aşkım, sevgilim’ gibi sözcüklerle hitap etmek doğru mu?
Saygın Şimşek (Uzman Psikolog): Hayır değil! Çocuklarımıza duyduğumuz hisler o kadar güçlü ki onlara seslenirken sadece isimlerini kullanmak biz ebeveynlere biraz yetersiz geliyor.
“Canım, bir tanem, yavrum, kuzum, hayatım, prensesim, paşam, aşkım” derken içimizdeki duygu öylesine yükseliyor ki onlara kendi anne ve babamıza hitap eder gibi “Anneciğim”, “Babacığım” bile diyebiliyoruz.Çocuğunuza hissettirdiğiniz duygular kelimelerden daha önemli, ama bu kelimelerin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor.Ayrıca hitap şekliniz çocuğun psikolojini etkiliyor.Çocukların ilk fark ettikleri şeylerden biri ‘kelimelerin doğruluğu’ oluyor.Çocuklar hitap kelimelerini dört yaşından itibaren fark etmeye başlıyorlar.“Ben senin annen değilim ki!” sözünü mutlaka duyacaksınız ve çocuğunuza bu kelime tuhaf gelemeye başlayacak.Çünkü gerçekte o sizin değil siz onun annesi ya da babasısınız.“Aşkım, sevgilim” gibi hitap şekilleri de doğruluğu olmayan ifadelerdir.Çocuk bir süre sonra bu kelimelerin gerçek anlamını fark edecektir. Annesinin ya da babasının ‘aşkı’ olamayacağını, aşk ve sevgililik kavramlarının karşı cinsle ilgili olduğunu öğrenir.Bir diğer önemli nokta ise bu kelimelerin ‘aşırı’ yüceltici etkisinin olmasıdır.Yani bir ‘abartma’ söz konusudur.Bu abartının ise çocuğun psikolojisine yansıması haline halk diliyle “şımarma”; teknik ifadeyle ise ‘duygusal taşma’ diyoruz.“Canım, yavrum, evladım,” gibi kelimeler ise anlamı itibarıyla hem doğruluk taşır hem de sevginizi ifade eder. Dolayısıyla, doğru hitap sözcükleri bunlardır.
Ancak konunun öznesi olan çocuklar ise en çok kendilerine isimleri ile hitap edilmesini sever.
◊ Peki, ya çocukla arkadaş olmak?
Dr. Serap Duygulu (Psikolog): Çocukla arkadaş olmak söz konusu olamaz. Çocukların gelişim süreçleri içinde pek çok arkadaşı olacaktır ama başka anne babası olmayacak...
Anne baba; koruyucu, kapsayıcı, yol gösterici, sınır ve kural koyucu olması bakımından, çocuğun hayatının en önemli yapı taşıdır.Bu görevleri arkadaşları yapmaz, yapamaz.Bu önemli katkı sadece anne baba tarafından yerine getirilebilen oldukça önemli bir sorumluluktur.Çocukların anne babasının arkadaşlığına ihtiyaçları yok.Anne babalığına ihtiyaçları var. Ebeveyn ile çocuk ilişkisi asla arkadaş ilişkisine dönüşmemelidir.
Dr. Başak Demiriz (Klinik psikolog):