Prof. Dr. Yıldız Dilek Ertürk

İki dinle, bir konuş

16 Mart 2017
Doğru dinlemeyi bilmek, insan ilişkilerinin altın anahtarı.

“Dur, dinle. Hep konuşursan hiçbir şey duyamazsın” der bir kızılderili atasözü.

Konuşabilmek bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz. Konuşmak kadar dinleyebilme yeteneğimizde insan olma özelliklerimizden.

Doğru dinlemeyi bilmek ise insan ilişkilerinin altın anahtarı. Dinlemek, karşımızdakine önemli ve değerli olduğunu hissettirmenin en etkili yolu. Hele ki dinlerken yargılamadan, kıyaslamadan, özdeşleştirmeden sadece anlatanın değer yargıları, inançları ve koşulları ile dinleyebiliyorsak bu bir iletişim mucizesi, bir öğreti ve geliştirilebilecek bir yetenek. 

Konuşma sırasında cümleler, yüzde 20 ile yüzde 50 arasında anlama kaybıyla karşı tarafa geçmekte. Zaten anlam kaybıyla gelen konuşma, içeriklerine yoğunlaşarak dinlemek her zaman kolay olmamakta. Dinleme becerileri konusunda yapılan bir araştırmaya göre; konuşan kişilerin sözlerini dinlerken söylediklerinin yarısını kaçırmakta ve iki ay sonrada dörtte birini anımsamaktayız.

***

Bazen dinliyormuş gibi görünürüz ama kendi düşüncelerimiz içinde bir geziye çıkmış olabiliriz. 

Bazen karşımızdakinin sözlerinden sadece duymak istediklerimizi süzgeçden geçirerek algılar, seçer ve duymak istediklerimizi duyarız. 

Yazının Devamını Oku

Dünden bugüne çocuk bayramı

23 Nisan 2016
Hastalıkların ve savaşların kurbanları, güçsüz ve savunmasız olarak korunmaya bakıma gereksinimi olan, çoğu zaman en temel haklarından yoksun yaşayan çocuklar...

Çocuklarım,Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz.Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.Sizlerden çok şey bekliyoruz.

Mustafa Kemal ATATÜRK

Hastalıkların ve savaşların kurbanları, güçsüz ve savunmasız olarak korunmaya bakıma gereksinimi olan, çoğu zaman en temel haklarından yoksun yaşayan çocuklar...

Savaştan yeni çıkmış bir ülke ve babasını anasını, vatanı uğruna yitirmiş, kimsesiz kalmış çocuklar…

Yaşanan savaşların sonucunda pek çok çocuğun kimsesiz, öksüz ve yetim kalması Atatürk'ün içini sızlatır. Bu çocuklar için aranan çözümler sonucunda, halkın ve devletin girişimleriyle önce yetim evleri, sonra da İstanbul da Himaye-i Eftal Cemiyeti’nin kurulması planlanır. TBMM hükümeti de Mustafa Kemal’in öncülüğünde 30 Haziran 1921’de bugünkü adı Çocuk Esirgeme Kurumu olan bu kurumun açılmasına öncülük eder.

***

Yazının Devamını Oku

Hepsi insan

17 Mart 2016
Sadece bir istatistik bilgisi değil. Gülmüş, ağlamış, üzülmüş, sevinmiş insanlar…Bir yığın değil, kitle değil, liste değil. Hepsi insan...

Her biri insan;

Tek, eşsiz, özel, saygıdeğer,

Sadece bir istatistik bilgisi değil.

Gülmüş, ağlamış, üzülmüş, sevinmiş insanlar…

Bebeklikleri, ana kuzulukları, büyümüşlükleri var.

Hepsi insan;

Bir yığın değil, kitle değil, liste değil.

Değerli ve anlamlı…

Yazının Devamını Oku

El alem ne der?

10 Mart 2016
17 yaşında görücü usulü evlenir. Önce babasının, ardından kocasının şiddetine uğrar.

Aylardır kayıp olan genç kız cinayete kurban gitmiştir. Yirmi ay sonra genç kızı ağabeyinin öldürdüğü, cesedinin babasıyla birlikte toprağa gömdükleri tespit edilir. Anne ise ifadesinde kızının öldürüldüğünü bildiğini, eğer bildiğini söylerse öldürüleceği korkusuyla sustuğunu belirtir. Ağabeyinin 20 yaşındaki kız kardeşini öldürme nedeni telefonda çok konuşması ve bu nedenle ailesinin rezil olduğudur. Bacısının dedikodusu yüzünden ‘elalemin yüzüne bakamadıklarını’ bu yüzden, av tüfeğiyle öldürdükleri kız kardeşini, bir eşeğin sırtına yükleyerek ormana gömdüklerini itiraf eder.

***

Eşi ile ‘el alem ne der’ diye kavga eden koca, keserle karısını öldürür. Karısı ile tartışmanın büyümesi üzerine öfkeli koca, eline aldığı keserle karısının kafasına vurmaya başlar. Komşuların ihbarı üzerine olay yerine gelen sağlık ekipleri, olay yerinde kadının hayatını kaybettiğini tespit eder.

***

17 yaşında görücü usulü evlenir. Önce babasının, ardından kocasının şiddetine uğrar. Polise giderek. şikayet edince, yakalanan kocası, eve dönünce, polise gittiği için çok kızar ve ‘el alem ne der’ diye daha çok öfkelenir. Bir türlü kurtulamayan kadının, adam peşini bırakmaz.

Kadın olmak doğuştan gelen statüdür ve içinde yaşadığımız kültürün etkisiyle, toplum kadının rolünü belirler. Kadın, savcı, doktor, öğretmen, müzisyen, yönetici, milletvekili olabilir. Anne olur, kutsal bir toplumsal rol üstlenir. Bu toplumsal rollerine uygun davranır. Toplum da bunu kabul eder.

Ancak kadına bakış doğuştan cinsiyetçi bir rol algısına aitse, kadının toplumsal rolleri ne olursa olsun, kadına ‘e lalem’, ‘bir şey’ der…

Yazının Devamını Oku

Dünya Emekçi Kadınlar Günü

8 Mart 2016
Eğer kadın ve erkek eşit haklara sahipse, neden insan hakları tanımlamaları yeterli olmuyor?

Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Son yıllarda sanki bir bayram veya sevgililer günü gibi, kadınlara çiçek ve hediye gönderilerek anımsanan, içi boşaltılmış bir ritüel gün haline dönüşen, aslında feminist bir hareket olarak ortaya çıkan, erkeğin fiziksel üstünlüğünden dolayı eşit çalışma haklarına sahip olmamaya bir başkaldırı günü. Kadınların eşit işte çalışıp, erkeklerle eşit ücreti almamasına karşı yapılan direnişlerin sembolü bugün.

8 Mart 1857'de, New York ‘ta, 40000 dokuma işçisi kadın, çalışma saatlerinin kısaltılması, insanca yaşam koşulları, daha iyi ücret için grev ve direnişe girerler. Polisin işçilere saldırması, işçilerin kendilerini fabrikaya kilitlemesi ve ardından çıkan yangında 129 işçi yaşamını yitirir.

Bu olayın etkileri ve hak arayışlarının devamı neticesinde 8 Mart’ın Uluslarası Kadınlar Günü olması için önerge verilmesi ve kadının siyasal haklarının ve sendikal haklarının da gündeme gelmesiyle. 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen Üçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı 8 Mart’ı Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan eder. Bu tarihten itibaren 8 Mart, birçok ülkede kadın hareketinin içinde olan kadınların kutlamalarına vesile olur. 

***
Bugün 2016’da, ister şehirde, isterse köyde yaşasın, hala fiziksel gücünü bir üstünlük gibi kullanan erkeğin, tacizine, şiddetine, baskısına maruz kalıyor kadın. Hukuk bile çoğu zaman çaresiz kalıyor koca şiddeti ile öldürülen kadının karşısında… 

Bugün 2016’da hala çocuk gelinler var ülkemizde. Kendini bulamadan bir erkeğin hizmetine verilen küçük kadınlar…

Bugün sadece güzel olduğu için aptal olarak görülen ve kafası basmaz olarak algılanan kadınlar var.

Bugün reklamın ve tüketimin baş aktörü kadın. Hem tüketimi arttırmak için bilinçaltı cinsel bir obje olarak tüketilen, hem de tüketici rolü verilerek avcı reklamlara hedef olan kadın…

Yazının Devamını Oku

Terör korkutmak ister

13 Ekim 2015
Travma bombanın atıldığı anda başlar, ama bitmez, tekrarlar, tekrarlar…

Terör hayatı dondurmak, zihinlere korku ve şüphe yayarak, kurbanlaştırma duygusunu yaymak ister.

‘Terreo’ latince korkutmak kökenli bir kelime terör. 

Terör, toplumu korkutmak ve yaşamının sıradanlığını bozmak ister. Kendilerini var etmek, ideolejilerini yaymak, varlıklarını hissettirmek için, bilinmeyen, gizli, belirsiz, görünmeyen kimliksiz bir korku unsuru olarak hayatı dondurmak, zihinlere korku ve şüphe yaymak ister.

Terör sıradan bir halde karşımıza çıkar. Sıradan bizim gibi, aramızda yaşayan gezen, mahallemizi paylaştığımız, bize benzeyen veya benzemeyen, birlikte otobüse bindiğimiz, restoranda yemek yediğimiz, sıradan görünen insanlar tarafından gerçekleştirilir. Terör kendi içindekini de kurban seçer. Ona seçilmiş insan rolü verir, kötülük kavramını onlar için kutsallaştırır, ideolejileştirir, muhteşem bir ölüm, sonsuz cennet, gibi vaatlerle beyinler yıkanır. Bir gruba ait olmanın ve aidiet duygusunun etkisiyle, kalabalıklaşılır. Çocukken, gençken başlar çoğunun ikna süreci. Aile bağları kopmuş veya kopartılmış olur ki itaat etsinler, tek tip bir düşünceyle beyinler yıkanarak kandırılırlar ki yapabilsinler. Sıradan insan görüntüleriyle, diğerlerinin arasına girerler ve kendilerini yok ederken birçok insanı katletmeyi sıradan hale getirirler.

Toplum zaman içinde zaten duyarsızlaştırılırmıştır. Birçok oyunda, filimde bombalar patlar ve her yer harap hale gelir. Kan ve insan eti her yeri sarar. Şiddet sıradan hale gelir. Kitleler duyarsızlaşır. Şiddetin etkisi gerçek olmadığı için çok yoğun olmaz. Sinemadan çıktığında, televizyonu, bilgisayarını kapadığında, oyun ve film biter, duyarsızlık, sıradanlık kalır.

Kitlesel şiddet eylemelerini beraberinde getiren terör ise, kurban arar. Kitlesel travmaya önderlik eder ve ‘şiddet sarmalı’ başlar. Sıradan yaşamı gerçek bir belirsizlik ve kaos ortamına dönen toplumda, kaos ve belirsizilik yaşamı engeller. Travma etkisi yıllarca toplumsal zihinde kalır, korku tüm toplumu sarar.

Teröre bağlı travma, genellikle toplum üyelerini birleştirir. Acı, tek yürek yapar, üzgün, öfkeli, isyankar ve hayatı dudurur kılar. Öfke büyür, kısa bir süre sonra gruplaşma, ötekileştirme, yan şiddetler başlar. Toplumsal ayrılıklar ve düşmanlıklar artar. Toplumun bir kesimi bu şiddetten korkar. Sadece izler, kendinden uzaklaştırır, yüreğini rahatlatır. Bir kesimi ise geniş zaman diliminde, teröre kurban verdiği, askeri, öğrencisi, öğretmeni, memuru, esnafı, çocuğu, babası, annesi için, can acısı duyar. Geçmeyen bitmeyen dinmeyen bir sızı . Hayat onlar için bitmiştir. Ocaklar sönmüştür.

Yazının Devamını Oku

Durum belirsiz...

6 Ekim 2015
Ne yapmak, nasıl yapmak, niçin yapmak, ne şekilde yapmak istiyorum? Ne düşünüyorum? Nasıl hissediyorum? Ne şekilde davranıyorum?

İletişim sürecinde en çok kaygılandığımız durumları düşünelim. Yeni tanışmalarda, yeni bir ortama girdiğimizde, geleceğimizi düşündüğümüzde, "yapabilir miyim, başarabilir miyim, yeterli miyim" diye diğerleri ile kendimizi kıyasladığınızda, kalabalıklarda, ikili ilişkilerin karmaşıklığında...

Bu durumların ve benzerlerini ortak bir özelliği var. Durum belirsiz. Belirsizlik, kaygının ve korku duygusunun ana kaynaklarından biri. Bilinmeyen meçhul ve şüpheli olan durumlar. Önceden tam olarak yordanamayan ve açıklanamayan içerikler. Belirsizliği gidermenin önemli kaynaklarından biri ise doyurucu ilişkiler kurabilmek ve düşünceler içinden doğru seçimler ile netleşip, duyguları yönetebilmek. Belirsizliğin bize ait bir durum olduğunu ve giderecek kişinin kendimiz olduğunu görebilmek.

Doyurucu sosyal ilişkiler belirsiz durumların iletişim ile azaltılması olanağını sağlamaktadır. Belirsizliğin azaltılması, gerginliği dağıtabilir ve sıcak bir atmosfer yaratabilir, ayrıca bir ilişkiden heyecan duyma ve önceden tahmin etme de sağlayabilir. Sosyal bilim kuramcıları, aşk, sevgi ve yakın ilişki kurma gibi yakın kişiler arası ilişkilere, temel gereksinimlerin nerede ve ne zaman doyurulacağından emin olmak için girildiğini belirtmektedir. Aşk ve gönül işleri netleştiğinde ilgimizi hedef ve kariyer örüntüleri gibi diğer konulara daha rahat yöneltebilmekteyiz. Tersi durumlarda yok değil. Belirsiz ikili ilişkilerden kaçmak için kendimizi işimize daha çok kaptırabiliyoruz.

Doyurucu sosyal ilişkilerimiz, kişiler arasındaki belirsizlik azaldıkça sağlamlaşmaktadır. Genellikle kendi davranışımızı ve diğerlerinin davranışlarını daha yordanabilir yapmaya çalıştığımız ve diğerlerinin davranışı için bazı açıklamalar sağlayacak, nedensel yapılar geliştirme çabalarımız netleştikçe, belirsizlikler azalmaktadır.

Özellikle ilişkilerin başlangıç aşamasında hem kendi hem de diğerlerinin davranışı konusundaki belirsizliği azaltabilmek için, ya da yordanabilirliği artırabilme yönünde çabalarız. Bu durum, güven ve huzur ilişkisini de yanında getirebilmektedir. Birine ilgi duyduğumuzda, onunla ilgilenmemize nasıl tepkide bulunacağını bilememek önemli bir belirsizliktir. Bu nedenle, ilk adımı atmak veya bağı başlatmakla ilgili tereddütler taşıyabiliriz.

Sembolik düşünme yeteneğimiz sayesinde; hayal etme, tasarımlama ve değer üretme içerikleriyle, yaşamak istediğimiz dünyayı düşüncelerimizde inşa edebiliyoruz. İşte, belirsizlik durumları ne kadar azalırsa, kendimize özgü bir algı dünyamız ve hayatımızı gerçekleştirme çabalarımız da o kadar artmaktadır. Düşüncelerdeki belirsizliği giderebilmek buradaki en önemli içeriktir. Çünkü düşünsel süreçler sonucunda, kişiler arası ilişkilere yüklediğimiz anlamlar ve belirsizlik durumları, kronik yalnızlığın çoğalma nedenlerinden biri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Belirsizlik durumlarını netleştirmek, ilişkileri tanımlamada da yararlı olabilmektedir. İnsanlar ilk karşılaşmalarının sonuçlarını tahmin etme ümidi ile heyecanlanırken, sonuç konusunda emin olduklarında ilişkileri bir düzene girebilmektedir.

Çoğu zaman karşımızdakinin belirli bir davranışı konusunda kafamız karışır ya da belirsizlik yaşayabiliriz. Neden onun o şekilde davrandığına şaşırırız. Kendimizi onun zihnini okur bulabiliriz. Her durumda belirli bir davranış için birçok olası açıklama vardır.

Diğerlerinin davranışları konusundaki olası seçenek açıklamalarının sayısını azaltmak bizi rahatlatacaktır. Onun davranışlarına verdiğimiz anlam, bizim temel düşünce ve inanç kalıplarımızdan oluşmaktadır. Bu durumda belirsizliği yaratan karışık düşünceleri arka arkaya sıralayan, kendi düşünce sistemimizdir.

Yazının Devamını Oku

Öğretmeni değil, annesiyim

28 Eylül 2015
Okulların açıldığı bu günlerde, her yaştan çocuğu olan annelere küçük bir hatırlatma yapmak istiyoruz: Çocuğunuzun öğretmeni değil, annesi olduğunuzu unutmayın!

Okulların açıldığı bu günlerde, her yaştan çocuğu olan annelere küçük bir hatırlatma yapmak istiyoruz: Çocuğunuzun öğretmeni değil, annesi olduğunuzu unutmayın!

Çocuğunuz sizin için çok önemli ve özel. Onu kimse sizin kadar iyi tanıyamaz. Okul dönemi ile birlikte evin korumalı ortamından, toplumsal rollerin de öğrenildiği okulun kapısından içeri girdi. Size onu göstermiyorlar, sınıfa almıyorlar. Nasıl bir öğrenci, arkadaşlarıyla nasıl iletişim kuruyor, teneffüste neler yapıyor? Bilmiyorsunuz. Sadece size anlatılanlar var elinizde. Okuldan arkadaşlarının annelerinden geri dönenlerle bir şeyleri yakalamayı çalışıyorsunuz.

Bir yandan onun potansiyeli ile yüzleşiyor, diğer çocuklar arasındaki yerini görme fırsatı yakılıyorsunuz. Bir yandan da yeni bir döneme girmiş olan çocuğunuzu keşfetmeye çalışıyorsunuz. Bugüne kadar koruduğunuz kolladığınız, koklayarak gözünüz gibi baktığınız çocuğunuz, şimdi bir prens veya prenses olmadığını anlamaya başladı. Bu okul denen yerde bir sürü prenses ve prens var. Aradaki fark açılmamalı, benim çocuğum parlamalı ve öne çıkmalı. Ne yapmalıyım? Evet, onu okul derslerine çalıştırmalıyım. Geri kalmasın, hatta öne geçsin. Onun şimdiye kadar olan eğitiminden ben sorumluydum. Yine ipler benim elimde olmalı.

Anne olarak bu düşünceler içine düştüğümüzde, şimdiye kadar koşulsuz sevdiğimiz çocuğumuz bir anda sevgiyi alabilmek için önemli bir koşulla karşılaşıyor: Okulda başarılı olmak…

Sevgiye giden yol başarıdan geçiyor.

Daha çok başarı için annem benim sürekli çalışmamı istiyor. Eskiden ne güzel oyun oynardık, konuşurduk, beni dinlerdi. Şimdi sadece “Okul nasıldı?” diye soruyor. “Ödevin var mı?” diyor ve benim öğretmenimden daha çok beni çalıştırmak için çaba sarf ediyor.

Annelikte öğreniliyor, hem de her çocukta farklı bir annelik deneyimi ile. Bazı çocuklar sürekli onay bekliyor, kimi kendi başına uçuyor. Bu noktada, her çocuğa göre ayrı bir rehberlik vermek annenin rollerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ders çalıştırmak değil, ev ortamını çalışmaya uygun hale getirmek, hadi çalış demek değil, gerekli motivasyonu sağlamak, başka çocuklarla kıyaslamak değil, kendi potansiyelini fark ettirip sorumluluk sahibi yapabilmek. Bir öğretmen gibi oturup onunla birlikte ödevlerini yapmak, hatta onun yerine yapmak… Bunlar istenen en son davranışlar.

Yazının Devamını Oku