Prof. Dr. Yıldız Dilek Ertürk

Çok konuşmak mı, etkin dinlemek mi?

6 Haziran 2020
Konuşurken cümlelerimiz, yüzde yirmi ile yüzde elli arasında anlama kaybıyla dinleyene geçerken, dinlediklerimizin ortalama yüzde ellisini anlıyor ve aklımızda tutuyoruz. Ertesi gün yüzde kırkını, bir soraki gün ise yüzde yirmibeşini hatırlıyoruz.

Dakikada yaklaşık yüz yirmi beş kelime ile konuşurken, ortalama beş yüz kelimelik bir dinleme kapasitemiz bulunuyor. Bu fiziksel kapasitemize rağmen, konuşma eylemini dinlemekten daha çok gerçekleştirmeyi seviyoruz.

Konuşabilmek, anlatabilmek güzel, etkileyici konuşmayı başarabilmek ise son derece önemlidir. Akıcı, mantıklı ve hedefe yönelik konuşabilmek ve kendini dinletebilmek bir beceri, sohbet edebilmek ise hayatın tadıdır. Konuşmak karşılıklı bir eylemken, sürekli konuşmak ve kendini anlatmak bazı durumlarda dinleme eylemini etkisiz hale getirebilir. Konuşabilmek kadar etkin dinleyebilmek de çok önemli ve zor bir iletişim becerisidir.

Alışkanlıklarımız iletişim tarzımızı belirlerken, etkin dinlemek, konuşma ve dinleme eylemini birlikte içeren ‘anlama odaklı’ farklı bir dinleme alışkanlığıdır. Tabii ki duruma göre bazen konuşmak, bazen de etkin dinlemek gerekir.

‘Evet’ cevaplarının çoğunluğuna göre konuşma ve dinleme alışkanlıklarınızı gözden geçirebilirsiniz.

Anlatırım:

Canlı, yoğun, aktif, katılımcı bir konuşmacısınız. Birileri tarafından izlenmek ve dinlenmekten zevk alıyorsunuz. Kendinizi anlatmak hoşunuza gidiyor. Konudan sıkılırsanız rahatlıkla değiştirebiliyor, kesebiliyorsunuz. Kendi görüşlerinizi baskın bir şekilde savunmak ve empoze etmekten sakınmıyorsunuz. Haklı çıkmayı seviyorsunuz. Detayları tanımlamaktan ve bilgi vermekten hoşlanıyorsunuz. Zamanla yarışmak sizin için önemli, bu nedenle de sözü söyleyip gitmeyi tercih edebiliyorsunuz. Çevrenizde çok konuştuğunuzu söyleyenler varsa, biraz onlara kulak verin.

Dinlerim:

Sizinle sohbet edenler genellikle rahatlamış bir şekilde size geri dönüş yapıyorlar. Dinlerken eleştirmekten çok, anlamayı tercih ediyorsunuz. İnsanların farklı düşünceleri olabileceğini saygıyla kabul ediyor, değişmeyecek düşünceleri tartışmak yerine ‘bana göre’ açıklamasında bulunuyorsunuz. Söz kesmeyi, dinlerken başka şeylerle uğraşmayı sevmiyorsunuz. Sadece söze değil, söz ötesi davranışlara da dikkat ediyor, konuşulanları anlamaya çabalıyorsunuz. İyi bir dinleyicisiniz. Bu konuşmadığınız anlamına gelmiyor. Etkin bir dinleme ile konu odaklı kalmayı başarıyorsunuz.

Yazının Devamını Oku

İletişim ilk koşul

30 Mart 2020
Yaşamak için benim sana, senin de bana ihtiyacın var. İletişimi koparmayalım, yalnızlaşmayalım, kenetlenelim ve yeni durumlara uyum sağlayarak ayakta kalalım…

Bir zamanlar bir kişi, balığın suyu keşfedebilecek en son varlık olacağını söylemiştir. Bunun anlamı muhtemelen suyun balığın çevresinin önemli ve girgin bir parçası olduğu ve yok olana kadar farkına bile varamadığıdır. İnsanların sosyal hayat ve diğerleri ile iletişim konusundaki görüşleri de bir bakıma suyun farkında olmayan balık ile özdeştir. Sosyal çevremiz ve iletişim ağlarımız balığın su tarafından sarmalanması gibi, bizi çevreler davranışlarımızı ve bizi yönlendirir. Nezaman ki sosyal çevremizden koparız, iletişim kanallarımız kesilir, sosyal yaşamın bizim için önemini kavrayarak, ben olabilmek için biz olabilmenin varlığını kabul ederiz.

Tıpkı bu günlerde yaşadığımız sosyal izolasyon sürecinde olduğu gibi…

***
İletişim sosyal bir davranıştır. İnsan ve sosyal çevresi arasında sürekli bir etkileşim, hemen hemen hiç kesilmeyen karşılıklı bir alışveriş vardır. Davranışlarımız ve iç yaşantılar bu karşılıklı etkileşimden şekillenir. Davranışlarımızın en önemli özelliklerinden birisi, çok nedenli, karmaşık ve hedefe yönelik olmasıdır. Bugünlerdeki hedefimiz hayatta kalmak ve sevdiklerimizden kopmamak.

***
Biyolojik ve psikolojik yönleriyle insan, tek başına yaşamını devam ettiremeyeceğinden, toplum içinde yaşamak zorundadır. İnsan biyolojik boyutta bir organizma, psikolojik boyutta bir birey, sosyal boyutta toplumun bir üyesidir.

Yazının Devamını Oku

Ateş ve suyun dansı

22 Ocak 2020
Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş; yüregim sana armağan...

İlişkide saygı, doğallık ve empati son derece önemlidir. İnsani ilişkinin olmazsa olmazıdır. Önem ve değer verdiğimiz kişileri çekici bulur, onları ilişki çemberimize alırız.

Saygı olmazsa olmazıdır ilişkinin. İlişkilerde biri diğerine değerlisin, önemlisin derken, karşılıklı önem ve doğal davranışlar, kendin olmaktan vazgeçmemek, gizli bir ayrıntıdır.

İlişki bağlamında; durumlara, olaylara ‘o’nun yerine kendini koyarak bakmak, anlaşmazlık konusu olan şeye bir de karşı pencereden bakmayı denemektir. İlişkiyi sürdürebilmek için amaca yönelik ve etkileşimsel olan insan davranışları gelişimseldir. Yaşanan çevrenin koşullarının değerlendirmesiyle amaçlar ortaya konulur. Bu değerlendirme sonucunda, değişmeye karar vermek için bir istek oluşur. Kişiliğin önemli bir boyutu değişmezlik ilkesini içerir. Değişimin temel koşulu istektir. Eğer kişi isterse değişir.

İki kişi biraraya geldiğinde ve bir iletişim başladığında, bu iletişim etkileşime dönüşerek bir ilişkiyi doğurduğunda, kişi değişmeyeceğinin farkındadır. Ancak, karşısındakini değiştirebileceğine ilişkin, inanılmaz bir itici güçle yanılsamaktadır.

İlişki içindeki etkileşimler, kişilerarası etkileşim ve değişim odaklıdır. Seçimler ve sonuçlar ilişkilerin temeli ve en etkileşimsel boyutudur. Değişmeye dirençli iki birey, biraraya geldiğinde ve ilişki için heveslendiklerinde, önce birbirlerini süzerek anlamak için aşırı bir dikkat, sonra, kim daha güçlü denklemi, arkadan çekişme alanlarını belirleme ve haklılık savaşları, yavaş yavaş alan belirleme, strateji oluşturma, intikam veya geri çekilme ile ilişkiyi devam ettirme veya bitirme süreci, bir hedef oluşturma doğrultusunda ilerleyecektir.
Sadece kişisel hedef odaklı kalmak ve ideallerini kovalamak ya da yanlış yönlendirilmiş hedefler, ilişki sürecindeki etkileşimin doğal sürecini bozacaktır. Tabii ki kendilik duygusunun kaybı ve kişisel hedeflerden uzaklaşmakda bireyselliğin kaybı açısından son derece tehlikelidir. Bireysel ilgilerin kaybolmaması, doğal kişisel hareketliği kaybetmemek, kişisel yaşam anlamı ve amacını yitirmeden Biz olabilmek için bütüncül bir bakışa ulaşabilmek, ilişki sürecini kolaylaştıracaktır.

Biz olabilmek için temel olan hedefler, yeni bir anlayış ve içgörü ile oluşturulur. İletişim, sorun çözme ve uyuşmazlık çözümü gibi alanlarda, beceri ve bilgi birikimini arttırılmalıdır. Biz olmak, kişisel gelişime engel olmamalı ve devam eden büyümeye ve değişime bağlı kalmayı sürdürmek için çaba harcanmaldır.

Bireysel hedeflerin kaybı ya da sadece eş ve ilişki odaklı hedefler, hem bireyin, hem de ailenin, gelişme ve korunma ihtiyacını bozabilmektedir. Gerçeklik, her birey için ayrı ayrı ifade ve önem taşır. Her bireyin dünya algısı farklı olduğundan, eşlerin çevreyi yorumlama sonuçları oluşturma ve amaçları seçme yolları da farklıdır. ‘ İlişki kişiye farklı roller yükler ve diğerinden beklenen karşılıklı sosyal davranış örüntüleri ortaya çıkar. Böylece kabul edilebilir ya da kabul edilemez olduğuna karar verilen kurallar oluşur. Etkileşim sürecindeki bireysel benzerlikler, ortak dil ve yaşantılar ortak algıyı oluşturur. İlişkinin doğasından oluşan kurallar ve roller artık bireysellikten ayrışmıştır. İlişki iki kişinin kişiliğinin bir yansımasıdır, ancak ayrı ve bağımsız yaşayan bir organizma olarak şekillenir. İlişkisel yaşam tarzı, inançları, değerleri, hedefleri ve bu hedeflere ulaşmanın ne anlamı olduğunu yeniden inşa eder. Böylece iletişim dönüşerek devam eder. Sözel ve sözel olmayan iletişimler etkileşimlerin temelini oluştur. Örtüşmeyen farklı iletişim tarzları da hatalı iletişime, yanlış anlaşılmalara ya da sorunlara yol açabilir.

Yazının Devamını Oku

Gerçek mi dizi yoksa gerçek dizide mi?

20 Ağustos 2018
Kızını acımasızca döven babalar, evden kaçan hamile kalan, yalan söyleyen kızlar, ölüm ve hastalıkla burun buruna yaşananlar. Kurmaca hayatların mükemmel senaryoları.

Peki ya çocuklarımız nerede? Sihirli Flütün namelerinin etkisinde...

Kızını acımasızca döven babalar, evden kaçan hamile kalan, yalan söyleyen kızlar, ölüm ve hastalıkla burun buruna yaşananlar. Kurmaca hayatların mükemmel senaryoları.

Ekrana kitlenen seyirciler ve bölümlerin içine sığdırılan reklamlar…

Bir sinema filmine bile harcanamayacak bütçeler. Gece gündüz tükenircesine çalışan senaryo yazarları ve set çalışanları...

Herkes bir koşturmaca içinde…

İzleyicide bir merak, yapımcıda bir telaş... Bir sonraki bölümde ne olacak?

Etkileşim içinde işleyen müthiş bir pazar.

İzleyici hazır, üretenler var, iletenler tamam. Bu ara en çok tutan iş: Dizi yapacaksın. Tek net olan ticari bir kazancın gerçekliği…O da eğer reyting kurbanı olmazsan.

Yazının Devamını Oku

Keyifli bayramlar…

15 Haziran 2018
Tüketim canavarı bayramlarda da, ilk önce bu ülkenin anne babalarını sonra da çocuklarını yutmuş.

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir ülkede, ailelerin bir araya gelip birlikte eğlendiği, ailenin öneminin vurgulandığı bayramlar yaşanırmış. Bu ülkenin evvel zamanında bayramlar masal tadında geçermiş.

Bayram günü herkes çok özenli giyinirmiş. Çocuklar harçlık, şeker, çikolata, ikramı ile büyüklerin ellerinden öpmeye bayılırmış.
Bayramlarda gönül alınır, dostlar anılır, görüşemeyenler görüşürmüş.

Bayram hazırlıkları evlerde haftalar önceden başlar, ortalığı tatlı bir telaş sararmış. Pilavlar, yaprak sarmalar, baklavalar, börekler birlikte yapılır, keyifle ikram edilirmiş.

Bu bayramlar en çok çocukların aklında kalırmış. Hiç unutmazlarmış bayramların çoşkusunu.

Derken bir gün bu çocuklar büyümüşler. Hepsi anne baba olmuşlar. Keyifle hatırladıkları bayramlardan korkar ve kaçar olmuşlar. Bu anne ve babalar zaten çocuklarına her şeyi alıyor onların tüm günlerinin bayram gibi yaşatmaya çalışıyorlar, bunun içinde gece gündüz işlerinin başında para kazanmaya uğraşıyorlarmış. Bu kadar işin gücün arasında da dostlar aranmaz, çocuklarla ilgilenilmez oluyormuş.

Zaten yorgun olan bu aileler bayramlardan kaçıp, tatil yerlerine gitmeye başlamışlar.

Böyle kocaman beş yıldızlı oteller, tatil köyleri bayramda onları bekler olmuş. Şekerlerle çikolatalarla dolu açık büfeler, kalabalık insan grupları, akşam eğlenceleri zaten hayat bayram tadındaymış.

Yazının Devamını Oku

Nisan yağmurları…

8 Nisan 2018
Nisanın büyüsüne inanmak gerek... Yenileyici, şifa verici, parıltılı ve olağanüstü coşkusuna....Yokun tekrardan vara dönüşmesine, inanmak gerek nisanda…

Nisan ayı, yağmur ayı...

Su kaynaklarının gökyüzü ile buluşup, su buharı bulutlarının soğuyarak yeryüzüne dönme zamanı.

İlkbaharın getirdiği canlanma ile, ağaçların tomurcukları, çiçeklerin polenleri, rüzgarında yarıdımıyla, nisan yağmurlarına karışarak yeryüzüne geri dönmekte.

Bereket, bolluk, sıhhat hep nisan yağmurlarını çağrıştırmakta.

Geleneksel olarak, nisan yağmuru biriktirilerek, hastalara şifa vermesi, yemeklere bereket katması için kullanılırmış. Hatta nisan bereketi incilerin oluşumuna bile bağlanmış. Divan şiirinde, incinin oluşumu nisan yağmurlarının yağma zamanına, gözyaşı tanelerinin yağmurla değişimine bırakmış kendini.

Rivayete göre, istiridye kabuklarını açınca, yağmur taneleri içeri alınır ve incinin ortaya çıkmasına sebep olurmuş.

İstiridye, kendi çevresine bağımlı yaşamını düşünüp, balıklara benzemediğine çok üzülürmüş. Böyle durumlarda hüzünlü gözyaşları kabuğunun içine yayılırmış. Deniz suyuna karışan gözyaşları kabuğun içinde ince bir sedef katmanı oluştururmuş.

Yazının Devamını Oku

Kim olduğunu bil

2 Mayıs 2017
Belki de Napolyon sanmışızdır kendimizi, artık yeniden keşfetmek gerek gerçekliğimizi.

İyileştiniz dedi terapist, danışanına gülümseyerek, yıllar süren seansların sonunda. Aman ne güzel dedi danışan. Size gelmeden önce Napolyon’dum. Şimdi ise hiç kimse…

* Kendimiz hakkında bilgi edinmeye, bize gösterilen aynadan yansıyanlara ne kadar hazırız?

* Başkalarını yargılamayı, eleştirmeyi ve onların bizi çıldırttığını söylemeye bayılıyoruz.

* Peki, ne kadar kendimize dış gözle bakabiliyoruz?

Yazının Devamını Oku

Kafamızdaki çekmeceyi nasıl boşaltabiliriz?

1 Nisan 2017
Keşkeler yerine hayatımızı iyi ki'lerin doldurması dileğiyle...

Kafamızda keşke bir çekmece olsa da onu ara sıra dışarı çıkarıp, içini temizleyip, tekrar yerleştirsek. Belki bilerek temizleyemiyoruz ama öyle bir donanımla yapılmışız ki, arada bir virüs temizliği yaparak bilgisayarımızı temizlediğimiz gibi, depoladıklarımızı da temizliyoruz ki yeni kayıtlara yer açılsın.

Bazen de otomatik devreye giren virüssavar programlar gibi, savunma mekanizmaları yardımıyla beyin yaşananlarını zihnin derinliklerine itiyor ve olmamış gibi yaşamamızı sağlıyor. Ta ki bir koku, bir ses, geçmişten gelen tanıdık bir yüz, bir melodi veya rüyalarımızın ipuçları kapımızı çalana kadar. Tekrar yüzleşmek zorunda kalıyoruz unuttuklarımızla, hatırlamak istemediklerimizle.

Unutmak acıyı hafifletir. Günü katlanır kılar!

Geçmişi temizlemek gerek. Affetmek, yeni bir şans vermek, olumlu yaşantıyla yer değiştirmek ve geçmişi kabul edip günümüze çekerek tekrar değerlendirmek, geçmişten dersler çıkarıp yeniye uyarlamak.

Bazen de en güzel anılar, en sevilen dostların yüzleri silinir belleklerden. Geçmiş çok derinlerde yeni açık kapılar bulup çıkmak ister.

  

Unutmalıyım diye kendimize söylediklerimiz ters komutla bir türlü unutulmazlar. Bazen olaylar unutulur ama geriye değersizlik, pişmanlık, suçluluk, kandırılmışlık, öfke ve kin gibi duygular kalır

Geçmişe takılmak, bugünü, anı yaşama arzusunu da alır götürür içimizden. Oysa bugünü geçmişin nasıl etkilediği de çok önemlidir. Anılar derin izleri ile bugünkü farkındalığımızı oluşturur aslında.

Yazının Devamını Oku