Vedat Milor

2023 yılında en sevdiğim 10 yemek

30 Aralık 2023
Bir yılı geride bırakırken tattığım ve beğendiğim lezzetler arasında öne çıkanları paylaşmak istiyorum. Sıralamam 1’den 10’a değil, bahsedeceğim mekânların hepsi gözümde eşit değerde. Listemde iyi düşünülerek hazırlanmış bir salata da var, içliköftelinin sakatatlı versiyonu da…

Geçen yılda en beğendiğim 10 yemek derken ülkemde yediklerimden bahsediyorum. Hemen iki noktayı vurgulayayım. Birincisi, elbette ki en sevdiğim 10, o kategoride ülkede yapılan en iyisi demek değil. Örneğin ben falancanın kapalı kıymalı pidesi desem bu sadece 2023 yılında benim yediklerim arasında en iyi bulduğum. Biri daha iyisini Samsun’da yapan bir pideci var diyebilir. Haklı da olabilirler ama ben geçen sene Samsun’a gitmediğim için orasının adı geçmemiştir. İkincisi, bu sıralama 1’inciden 10’uncuya değil. Benim gözümde aşağıda bahsettiklerimin hepsi eşit değerde.

1- Salata

Basta! Neo-Bistro, Fenerbahçe

Dünyanın en zor yemeği abartıya kaçmadan iyi salata hazırlamak. Kanımca ülke mutfağının en zayıf olduğu kategori de bu. Kaan Sakarya ve Derin Arıbaş benim San Francisco ve çevresindeki iyi yerlerde bulduğum düzey salata hazırlıyorlar. Örneğin bebek enginar, stracciatella peyniri, çeşitli salata ve otlarla asma yaprağı vinegret. İştah açıcı, taze, mevsimsel, iyi düşünülmüş bileşim ve aromatik vinegret. Ne fazlası ne eksiği var.

2- Kuzu şaşlık

Gallada, Karaköy

Yazının Devamını Oku

Ustalık ve mutfağımızın vasatlaşması

23 Aralık 2023
Son yıllarda kim bilir kaç usta mekânı kapandı ve kapanıyor... Kapanmasa bile çoğu can çekişiyor. Yerlerine açılanlar beş para etmez demiyorum ama şunu söyleyeyim; revaçta olan mekânlar ustalığa değil teknolojiye dayalı. Türk mutfağı değil uluslararası mutfak... Daha çok franchise... Reklam yapabiliyorlar. Gençler de bu lezzetleri tutuyor, onlara değişik geliyor.


Twitter’da (adı artık X) gözüme çarptı ama tekrar arayınca bulamadım. Benimle benzer hisleri taşıyan biri Beşiktaş Çarşısı’ndaki Kafadaroğlu’nun 31 Aralık’ta kapanacak olmasına hayıflanmış. “Çok eskidir, suböreği ve sütlü nuriye tatlısı iyidir, yazık oldu” gibi laflar etmiş. Cevap yazanlardan biri de “Herhalde yerine Amerikan stili bir fast food gelir” demiş.

Şüphesiz öyle. Son yıllarda geleneksel lezzetlerimizin giderek yok olduğunu ve onların yerini pizza, burger, waffle gibi nispeten yeni keşfettiğimiz lezzetlerin doldurduğunu görüyoruz.

Suböreği güzel bir örnek. Eskiden kolay bulunurdu. Giderek yok oluyor çünkü ustalık istiyor. Bizim Burgaz Ada’da da eskiden Ergün Pastanesi yapardı. Artık yapmıyorlar çünkü ne ustası var ne kazancı. Onun yerine jenerik anlamda Sarıyer böreği denen fabrikasyon börek çok daha kolay ve kazançlı. Suböreği, pufböreği, çibörek gibi mutfağımızın börek alanında başyapıtları ya giderek yok oluyor ya da aynı ad altında yarı fabrikasyon ürünler piyasaya çıkıyor.

Kafadaroğlu’nu kapanmadan denedim. Tatlısını değil suböreğini... Tabii herkes en çok annesinin suböreğini beğenir ama ben şahsım adına konuşayım. Bizim evde bu kadar iyi bir suböreği yapılmadı. Katları çok ince ve el emeği. Mis gibi tereyağı kokuyor. Dışı çıtır ve iyi kızarmış ama katları olması gerektiği gibi. Ne sert ne fazla yumuşak. Peynirlisi bol beyazpeynir ve tabii maydanozlu. Kıymalıya özellikle bayıldım. Belli ki taze kıyma. Yağlı sayılır ki bu çok hoşuma gitti.

İtiraf edeyim ki böyle bir dükkânı geç keşfettiğim için üzüldüm. Sevgili Mehmet Esen Bey tavsiye etmese hiç haberim olmayacaktı. Peki, diğer haberim olmayanlar... Son yıllarda kim bilir kaç usta mekânı kapandı ve kapanıyor... Kapanmasa da çoğu can çekişiyor. Onlar kapanırken yerlerine açılanlar beş para etmez demiyorum ama şunu söyleyeyim: Revaçta olan mekânlar ustalığa değil teknolojiye dayalı. Türk mutfağı değil uluslararası mutfak... Daha çok franchise... Reklam yapabiliyorlar. Gençler de bu lezzetleri tutuyor. Onlara değişik geliyor.

Belki çok kimse farkında değil ama ustalar meydanı terk ettikçe mutfağımız temel özelliklerini kaybediyor. Bazı yemekler giderek yok olurken değerleri şekil değiştiriyor ve dejenere oluyor. Örnekler çok. Kayış gibi dönerler ve cağ kebap, içi kuru deve hamuru gibi mantı ve börekler, garip şekillere girmiş ve kurumuş kokoreçler, ne hamuru ne dolgusu bir şeye benzeyen pide ve lahmacunlar, yağsız ve makine çekimi kebaplar, bulaşık suyu gibi çorbalar... Liste uzayabilir ama asıl sorulması gereken soru şu: Biz niye bu hale geldik?Beşiktaş Çarşısı’ndaki Kafadaroğlu’nun suböreği mis gibi tereyağı kokuyor. Katları çok ince ve el emeği. Dışı çıtır ve iyi kızarmış ama katları ne sert ne fazla yumuşak. Kıymalıya özellikle bayıldım. Yağlı sayılır ve belli ki taze.

Sıradan pizza pideden pahalı

Yazının Devamını Oku

Pizzanın en iyisi Napoli’de mi yenir?

16 Aralık 2023
Evet, çünkü dünyanın hiçbir yerinde Napoli’deki kadar çok sayıda iyi pizzacı yok. Bazen hoş ve farklı sürprizlerle de karşılaşıyorsunuz. Öte yandan eğer klasik pizza yemek istiyorsanız cevabım olumsuz. Dünyanın pek çok ülkesinde Napoli tipi pizzalar artık gayet güzel yapılıyor. Margherita ve marinara gibi klasik pizzaların en iyileri birçok kentte mevcut.

Başlıkta sorduğum soru bana 20 sene önce sorulsaydı kuşkusuz “Evet, pizzanın en iyisi Napoli’de” derdim. Neden mi? 1998’e kadar çok pizza yemiş ama Napoli’de yememiştim. O yaz birkaç günlüğüne Napoli’deydim. Tanıdığım en iyi damaklardan biri olan Enzo Calderelli oralı. Tavsiye ettiği yerlere gittim. Bazılarına Enzo da geldi. İnanılmaz bir deneyimdi. Adeta ‘rapture’ denen olay. ‘Rapture’ Türkçeye ‘vecit hali’ ve ‘büyük bir sevinç yaşama’ olarak çevriliyor. Ben ‘titreyip kendine dönme’ derim. O zamana kadar pizzayı hep basit bir fast food olarak görmüştüm. Lezzetli olabilir ama çok müthiş olamaz.
Daha çok karın doyurmak için yenir. Mideye de oturur hani.

Napoli’de yediğim pizzalar o ana dek yediklerimden çok farklıydı. Hem olağanüstü lezzetliydiler hem de mideye oturmuyor ve çabuk hazmediliyorlardı. Hem de hamurları, malzemeleri bildiğim pizzalardan çok farklıydı. Görünüşten çok nitelik olarak farklıydı hamur. Çok kıtır değildi ama ağızda epey çiğnenmesi gereken hamur gibi de değildi. Bulut gibi hafif ve azıcık ekşi bir hamuru vardı. Malzeme de az ama özdü. Domates salçası çok lezzetli ve peynir çok tazeydi. Kullanılan reyhan kalitesi de müthiş rayihalıydı. Böylesini hiç görmemiştim.

Büyük usta, pizzaiolo Enrico hayattayken Pizzeria Dal Presidente’de tattığım pizzaları hiç unutmadım. Özellikle bizim kapalı pide benzeri calzone. Bir başyapıt!

 

ÜNLÜ ŞEF TRANS HALİNE GEÇTİ

Yazının Devamını Oku

Bond’un kasabasında...

9 Aralık 2023
‘James Bond’ filminde görüp özendiğim Matera’ya gittim. Adeta zaman durmuş, Ortaçağ’a geri gidiyorsunuz. Burada hem çok iyi hem de fiyatları turistik olmayan bir lokanta bulduk: L’Abbondanza Lucana. Tarihi avlusuna kurulduk. Çok güzel bir meze ya da antipasti tabakları var. Kuru domatesle gelen fırında ısıtılmış ricotta peyniri nefis.

Max Weber, Protestan ahlakıyla gelişen kapitalizm arasındaki simbiyotik dediği karşılıklı ilişkiyi irdelerken bizlerin rasyonel olarak adlandırdığı düşünce biçimine dikkati çeker. Şüphesiz ki günümüz dünyasında bizler de kişisel olarak duygusal olsak ve bazen mantıkdışı komplo teorilerine inansak bile hesaplarımızı ve planlarımızı rasyonel olarak adlandırılacak mantık kurallarına göre yapıyoruz. Eş seçimimiz, iş seçimimiz, nerede yaşayacağımızı seçmek ağırlıkla rasyonel ölçütlere göre oluyor.

Seyahat seçimimiz de öyle. Herkes hep aynı yerlere gitmek istiyor. Yurtiçinde de yurtdışında da. Gençliğimin Gümüşlük’ü hatta Bodrum’u...  Cote d’Azur, Costa Brava... Bunlar aşırı popüler olunca hepsi çok değişti. Ben bu durumu arabalardaki navigasyon sistemine benzetiyorum. Gideceğiniz yol kalabalık. Hemen alternatif rota çiziliyor. İyi de tek sen değilsin ki aynı yere giden. Çok kimse oraya gidiyor ve herkes için aynı rota çiziliyor. Birden açık sandığınız yol tıkanıyor. Daha da çok zaman kaybediyorsunuz.

Seyahat konusunda sosyal medya aynen bu işlevi görüyor. Birden bazı yerler trend oluyor. Siz o yöreleri önceden keşfettiyseniz yandınız. Gidince kalabalıkların saldırısına uğradığını ve aşırı ticarileştiğini görüyorsunuz. Hayal kırıklığına uğruyorsunuz.

Matera

Ben bu olguyu başta belirttiğim Max Weber’e gönderme yapıp özel bulduğumuz dış mekânların efsunlarını yitirmesi olarak adlandırıyorum. Güncel anlamda kutsal ve efsunlu olarak belleğimize kazınmış güzel mekânların ticarileşmesi ve şahsiyetlerini yitirmesi genel anlamda Weber’in işaret ettiği kapitalist gelişme ve rasyonalizasyon sürecinin bir parçası.

Arada bir istisnalar oluyor ama. Örneğin Matera! Burayı son ‘James Bond’ filminde gördüm, özendim. Bir günlüğüne gittim çünkü hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum.Tam tersi oldu. Bana göre efsunlu bir kasabayla karşılaştım. Hâlâ turistik değil. Ticarileşmemiş. Âdeta burada zaman durmuş. Ortaçağ’a geri gidiyorsunuz.

İçi sarımsaklı sazan balığı püreli ravioli güzel. Kurutulmuş acı-tatlı kırmızı biber olağanüstü.

Yazının Devamını Oku

Roma’da birkaç güzel gün

2 Aralık 2023
Roma’da insan neler yapar? Kahveye gider, bara gider. Yaz mevsimiyse plaja gider. Pastaneye gider, lokantaya gider.En önemlisi de bol bol yürür ve Roma’ya özgü o havayı içine çeker. Benim gittiğim yerlere gitmeniz gerekmez ve kendi favorilerinizi keşfedebilirsiniz. Ama ben size dört günde nerelere gittiğimi ve en çok neleri sevdiğimi söyleyeyim.

Otaleg’de tiramisulu dondurma

Roma âşık olunacak bir kent. En azından benim için böyle çünkü yaşam kalitesi açısından önem verdiğim birçok özellik burada mevcut. Her şeyden önce yürümeyi sevenler için ideal çünkü mesafeler kısa ve etraf çok renkli. Trafikteki sıkışıklığa mahkûm olmadan ve para harcamadan çok yere yaya olarak erişebilirsiniz. İkincisi, kentin hemen hemen bütünü şahsiyetli. Yaşayan müze gibi. Tarihsel açıdan o kadar zengin ki bilet alıp müze ziyaret etmenize gerek yok. Roma’da tarih, sanat, estetik ve eğlence hayatı birbirine geçmiş. Bunların arasında kesin ve kalın çizgiler yok. Hepsi ‘yaşam stili’ denebilecek bir bütünün parçaları. Bir kahvede oturup, bir kadeh bir şey içip etrafı seyrederken gördüğünüz güzellikler, tarihi eserler, İtalyanların giyim ve kuşamı sizi etkiliyor. Basit bir kahve bile sanki acı değil tatlı bir tat bırakıyor damakta. Yabancı ve turist olduğunuzu unutuyorsunuz. Mutlu oluyorsunuz. Kendini mutlu hisseden insan da küçük çocuk gibi oluyor. Dünyada sanki hiçbir kötülük ve trajik hadiseler yokmuş gibi kendisini hafiflemiş, dertlerinden arınmış ve bulutların üstünde uçarmış gibi hissediyor.
Bu harikulade ruh haline sadece etraftaki güzellikler değil, görüp tanıştığınız İtalyanlar da katkıda bulunuyor. Kahveci, dondurmacı, bar, trattori, otel resepsiyonu. Eğer siz karşılaştığınız insanlara olumlu ve açıkyürekli bir şekilde yaklaşırsanız onlar da size öyle cevap veriyor. Hatta misliyle cevap veriyor. Bu insanlar dışlayıcı değil, kucaklayıcı. Pozitif enerji dalgaları giderek çoğalıyor Roma’da. Toplam dört gün geçirseniz bile dolu dolu geçiyor ve adeta detoks oluyor.

Ayrıldığınızda geride güzel anılar kalıyor.

Peki, Roma’da insan neler yapar? Kahveye gider, bara gider. Yaz mevsimiyse plaja gider. Pastaneye gider, lokantaya gider. En önemlisi de bol bol yürür ve Roma’ya özgü o havayı içine çeker.

Benim gittiğim yerlere gitmeniz gerekmez ve kendi favorilerinizi keşfedebilirsiniz. Ama ben size dört günde nerelere gittiğimi ve en çok neleri sevdiğimi söyleyeyim.Piperno’da kızarmış enginar

İlk gün akşam vakti Roma’ya ulaştık ve kaldığımız Trastevere’deki otelden yürüyerek kentin Musevi mahallesinde Piperno adlı lokantaya gittik. Roma mutfağına Musevilerin ciddi katkısı var. Kızarmış enginar, ‘carciofi alla giudia’ bu yemeklerden biri. Burada çok iyi yapılıyor. Ama genel olarak her türlü kızartmaları başarılı. Servis eski tarz, yani garsonlar ceket-kravatlı ve resmi.

Fiyatlar da çok makul

Yazının Devamını Oku

Değişen esnaf lokantaları ve üç öneri

25 Kasım 2023
Eskiden birçok esnaf lokantasının yöresel bağları çok güçlüydü. Memleketlerinden ucuz ama iyi malzeme getirirlerdi. Yıllar geçtikçe sera dışı tarım ve doğal otlamaya dayalı hayvancılık kayboldu. Malzemeler değişti. Eskiden özellikle et ve sebze hatta yoğurtla süt kalitesi çok daha iyiydi…

Esnaf lokantalarına nadiren gidiyorum çünkü aradığım lezzetleri bulamıyorum. Lise yıllarından hatırladığım bir-iki lokanta, örneğin Hacı Salih, bir nostalji olmanın ötesinde benim için referans noktası. Aradan geçen yarım yüzyıla yakın zaman elbette çok uzun bir süre.

Çok şey değişti. Eskiyle bugünün arasındaki lezzet farkını anlamak için nelerin değiştiğini düşünmek lazım. Kanımca önde gelen nedenler şunlar...

Malzemeler değişti. Esnaf lokantaları genelde her keseye hitap ettiği için pahalı malzeme kullanamaz. Eskiden özellikle et ve sebze hatta yoğurtla süt kalitesi çok daha iyiydi. Şimdiyse hem pahalı hem kötü malzeme çok. Ucuz ve iyisi malzemeyse yok gibi...

Eskiden birçok esnaf lokantasının yöresel bağları çok güçlüydü. Memleketlerinden ucuz ama iyi malzeme getirirlerdi. Yıllar geçtikçe sera dışı tarım ve doğal otlamaya dayalı hayvancılık kayboldu. Büyük market zincirleri gelişti ve raf ömrü uzun, homojen ürünler üretilmeye başladı. Esnaf lokantaları maliyet baskısı bir taraftan, yöresel arzın belirsizliği diğer taraftan, ciddi baskılara maruz kaldı ve zincirlerden endüstriyel ürün tedarikine başladı.

Müşteri kalitesi değişti. Eski lezzetleri bilen insanlar kayboluyor. Yeni beklentiler oluştu. Bu beklentileri lezzet arayışından çok genelde rayından çıkmış sağlık beklentileri oluşturdu. Kuzu yerine daha yağsız olan dana. Dana etiyse en yağsız tarafı. Kuyrukyağı ve içyağ yerine sıvıyağ. Pahalı olduğu için zeytinyağı yerine aşırı işlenmiş yağlar. Tereyağı yerine margarin. Şüphe yok ki bu tip yenilikler sağlık açısından daha sorunlu ama konumuz bu değil. Lezzet açısından kullanılan yağlar pişirilen yemeklerin lezzet profilini kötü anlamda etkiledi.

Kalifiye aşçı sayısı azaldı. Geleneksel ustalığa değer vermemeye başlandı.

Kalifiye aşçı sayısı azaldı. Geleneksel ustalığa değer vermemeye başlandı. Mutfak akademilerinde eğitim gören gençler klasik değil, modern yemek ve sunumlara ilgi duydular. Esnaf lokantaları tecrübeli ve bilgili aşçı bulma konusunda çok zorlanmaya başladı.

Yazının Devamını Oku

Elit gastronomi kulübü ve Paris bistroları

18 Kasım 2023
Pek dile getirilmese bile Michelin 3 yıldız sahipleri ve 50 Best listesinde önlerde olan şefler aralarına kolay kolay kimsenin katılamadığı elit bir kulübün üyeleri gibi. Ülke mutfaklarından çok birbirlerinden fikir alıp birbirlerini ve uluslararası ya da uluslarüstü gurmeleri etkilemek için yemek pişiriyorlar..

Fransız mutfağı çok genel hatlarıyla ikiye ayrılabilir. Saray mutfağının devamı olan ‘haute cuisine’ veya ‘fine dining’ ve bizdeki
esnaf lokantaları, meyhane geleneklerine biraz benzeyen ‘cuisine bourgeoise’ ya da halk mutfağı. Kanımca günümüzde Fransa’nın diğer ülkelere göre asıl ayrıcalığını yaratan ikincisi. Michelin’in yıldız verdiği fine dining, dünyanın her yerinde birbirine benzemeye başladı.

Özellikle de trend olan avangart mutfak. Pek dile getirilmese bile özellikle Michelin 3 yıldız sahipleri ve 50 Best listesinde önlerde olan şefler aralarına kolay kolay kimsenin katılamadığı elit bir kulübün üyeleri gibi ve ülke mutfaklarından çok birbirlerinden fikir alıp birbirlerini ve etraflarındaki uluslararası ya da uluslarüstü gurmeleri etkilemek için yemek pişiriyorlar. Örneğin bir Rene Redzepi, Noma’yı bir-iki ay için Kyoto’ya taşıdığı zaman orada yemek yiyen elit kitle ağırlıklı olarak Japon değil. Benim ‘dışlayıcı elit’ kulüp dediğim dışlayıcı ve uluslarüstü gastronomi camiasının üyeleri.

Bu durumu kınamıyorum, sadece gözlemlediğim bir olguyu belirtiyorum. Öte yandan bu durumun iki sonucu beni kaygılandırıyor. Birincisi, bahsettiğim camianın çekirdeği olan ‘celebrity (ünlü) şef’leri kimsenin eleştirememesi. Ne olup bittiğini bilen kulüp üyeleri imtiyazlarını kaybetmemek için kişisel düşüncelerini kamusal forumlara taşıyamıyor. İkincisi de bu tip mutfağın giderek yaratıcılık adına kalp ve mideden çok beyne yönelik bir mutfak haline gelmesi. Uyumsuz bileşimlerin ve garip tekniklerin değeri tarih boyunca anlaşılmış pişirme yöntemlerinin ve lezzet arayışının önüne geçmesi. Tabii her genelleme gibi istisnalar ve bu duruma tepki duyup trendleri izlemek yerine kendi doğrularını ve damak zevklerini ön plana çıkaran ünlü şefler de var. Örneğin bizdeki Michelin 2 yıldızlı Fatih Tutak, Almanya’da Michelin 3 yıldızlı Waldhotel Sonnora, Paris’te 3 yıldızlı L’Ambroisie, İtalya’da gene 3 yıldızlı Dal Pescatore ve Uliassi, Madrid’de hiçbir kategoriye girmeyen Diver-XO. Ama maalesef günümüzün ünlü gastronomik lokantaları arasında bunlar azınlıkta. Ayrıca hepsi elbette çok pahalı.

Öte yandan iyi bir haber var. Bahsettiğim kulübün üyesi değilseniz ve yukarıda sıraladığım tip lokantalar size çok pahalı geliyorsa bile çok iyi yemek yemeniz mümkün. Hatta diyebilirim ki Fransız mutfağını en iyi temsil eden yemekleri Fransızların bistro dediği bu tip mahalle lokantalarında buluyorsunuz. İşte benim Paris için tercihlerimden size bir demet...
Damak zevki gelişmişlerin favorisi Le Baratin: 19. Arrondissement’da Arjantin asıllı kadın şef Raquel Corina, uluslararası gurmelerin değil, gerçek gurman yani damak zevki gelişmiş vatandaşların favorisi. Her yemek nefis ama sakatat özellikle bir numara.Le Quincy’nin terini

Le Quincy: 90 yaş civarı Bobosse (Michel Bossard) işletmesinin başında ve dimdik ayakta. Hem de ne işletme! Çok yemek bakır tencerelerde ağır ağır pişiyor. Terin ve escargot (salyangoz) ile başlayın, dana kelle ve dana pöçle devam edin. Kasım sonu ve aralıkta oradaysanız lievre a la royale, yabantavşanı, kaçmasın elinizden.Amarante’ın beyin tabağı

Amarante: Monsieur Christophe (Philippe), günümüzün değil, eski günlerin aşçılarına benziyor. Yemekler de

Yazının Devamını Oku

Puglia aşkı ve mütevazı mekânları

11 Kasım 2023
İtalya’nın güneyindeki Puglia bölgesinde fiyatları makul ve yemekleri çok iyi epey lokanta var. Antichi Sapori ve arkasındaki isim Piero Zito günümüzde geçerli başarı normlarının tam zıddı özelliklere sahip. Hikâye anlatarak insanları etkilemeye çalışıp gözlerini boyamak yerine ürün kalitesiyle mideleri bayram ettirip gönülleri fethediyorlar.

Menüde yazan hepimizin bildiği basit ama sevilen bir İtalyan yemeği: Melanzano parmigiana. Patlıcan, domates ve iki sevilen peynirin bir bileşimi. Hemen herkesin sevdiği ya da en azından yediği ürünler. Yerken makul derece haz alacağınızı ama başınızın arşa değmeyeceğini düşünüyorsunuz.

Ama hayır. İyi bildiğinizi sandığınız yemek o kadar leziz ki başınız dönüyor. Şef kuş mu kondurmuş? Bir anlamda evet. Çok çok iyi, muhtemelen türünün en iyisi malzemeleri seçmiş ve onları çok başarılı şekilde ve tekstürde birleştirmiş. Domates çok olgun ve rayihalı. Tabakta üç şekilde; çiğ, fırında pişip tadı yoğunlaşmış ve soğuk sorbe. Parmesan üç senelik. Burrata yarım saat mesafedeki küçük bir üreticiden. Olağanüstü. Patlıcan baraj öncesi beyaza çalan Birecik patlıcanı gibi. Bir de
12 senelik balsamik sirkesi. Yerken değerli Mehmet Yaşin Bey’in deyimiyle damak çatlatan bir yemek bu.

Trani’deki Casa Sgarra lokantasının şefi belli ki görselliği değil kendi damak zevkini ön planda tutuyor. Michelin rehberinde 1 yıldızı var. Michelin rehberinde gene 1 yıldızı olan diğer Trani lokantasıysa Quintessenza. Sgarra’da olduğu gibi erkek kardeşler birlikte işletiyor. Şef ağabey Stefano Di Gennaro. O da fanteziye kaçmadan rafine ama lezzet fışkıran yemeklere imzasını atıyor. Örneğin risotto. Badem sütüyle pişirdiği bir risotto’yu tadıyoruz. Taze badem, denizkereviti, çıtır karamelize soğan ve limonla portakal rendesi. Basit gözüküyor ama o kadar iyi düşünülmüş ki her şey, bu risotto’ya minik bir ekleme ya da çıkarma yapsanız efsunu bozulur.

Quintessenza ve Sgarra Michelin yıldızlı ve özel günlerde gidilecek tip lokantalar. Kaliteye göre fiyatlar makul ama ucuz değiller. Buna karşılık fiyatları tahmininizden öte makul ve yemekleri çok iyi epey lokanta var Puglia’da. Bir nedeni bölgenin fazla turistik olmaması ve fiyat düzeyinin orta kesim İtalyan alım gücünü yansıtması. Diğer nedeni Puglia’nın ürün kalitesi ve çeşitliliği açısından şanslı olması.

İtalyan ünlü burrata peyniri Puglia, özellikle de Andria imzasını taşıyor. Andria’ya çok yakın Montegrosso köyünde bana göre İtalyan esnaf lokantası denebilecek trattoria’ların en iyilerinden biri var: Antichi Sapori. Antichi Sapori ve arkasındaki isim Piero Zito günümüzde geçerli başarı normlarının tam zıddı özelliklere sahip. Mütevazı. Reklam yok. Sanatçı değil zanaatkâr şef modeli. Hikâye anlatarak insanları etkilemeye çalışmak ve gözlerini boyamak yerine inanılmaz ürün kalitesiyle mideleri bayram ettirip gönülleri fethediyorlar. Sonunda da nakit ödeseniz bile cüzdanınızın incelmediğini görünce hakkınızı helal ediyorsunuz.

Kayısı marmelatlı rom baba tatlısı ve çikolatalı-ricotta peynirli cassata gibi olağanüstü tatlıarı var.

Yazının Devamını Oku