Sedat Ergin

CHP kurultayından ne anladım?

8 Kasım 2023
CUMHURİYET Halk Partisi’nin hafta sonunda düzenlenen kurultayında 13 yıldır genel başkanlık koltuğunda oturan Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybederek, yerine Özgür Özel’in geçmesi, geçen mayıs ayında yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçiminden sonra Türkiye’de meydana gelen en önemli siyasi hadisedir.

Manisa milletvekili Özel’in bu seçimden galip çıkması, birçok yönden yapılacak bir değerlendirmeyi gerekli kılıyor.

Birincisi, Türkiye’de siyasi partilerin yönetiminde ipleri elinde tutan lider ve ona bağlı genel merkez kadrolarının, bir başarısızlık öyküsünde bile parti kongresi üzerinden kolay kolay değiştirilemeyeceği yolundaki yaygın kanaati yıkmış olmasıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu, 2010 yılında Deniz Baykal’ın olağanüstü koşullarda istifası sonucu düzenlenen kurultayda tek aday olarak genel başkanlığa seçildikten sonra katıldığı seçimleri her seferinde kaybetmiş olmasına karşılık, liderliğini sarsılmaz bir şekilde güçlendirerek sürdürebilmişti. Seçim kaybı sicilinin başlıca istisnası 2019 yılında özellikle İstanbul ve Ankara’daki yerel seçim başarılarıdır.

Uğranılan bütün seçim yenilgilerine rağmen koltuğu korumak, CHP’de Deniz Baykal’ın liderliği döneminin de değişmez bir özelliğiydi. Baykal istifa etse de kısa bir süre sonra geri dönmüştü.

*

CHP’de uzun yıllardır bu değiştirilemezlik sorunu yaşansa da, aslında kurultay zemininde değişim CHP tarihine yabancı bir olgu değildir. O dönemde halktan güçlü bir destek rüzgârını arkasına almış olan Bülent Ecevit’in, 1972 yılındaki olağanüstü kurultayda İsmet İnönü’ye karşı elde ettiği zafer hatırlardadır.

Bu kurultayın açılışında başkanlık divanı için yapılan seçimi Ecevit’in desteklediği Sırrı Atalay’ın İsmet İnönü’nün desteklediği Hüdai Oral’a karşı kazanması, ardından Parti Meclisi için yapılan güven oylamasını da yine Ecevit taraftarlarının kazanması, İnönü’nün genel başkanlıktan istifa etmesiyle sonuçlanmıştı. Ardından kurultayda yapılan genel başkanlık seçimi tek aday olan Ecevit'in zaferiyle noktalanmıştı.

İstiklal Harbi kahramanı, Lozan Konferansı baş müzakerecisi, İkinci Cumhurbaşkanı

Yazının Devamını Oku

BM’deki oylamaya bakarsak dünya Gazze’deki trajedi karşısında nerede duruyor?

4 Kasım 2023
GAZZE’deki büyük trajedinin önemli sonuçlarından biri; Birleşmiş Milletler sisteminin krizin önlenmesinde etkisiz kalması nedeniyle, bu kurumla ilgili zaten yaygın bir şekilde var olan işlevsizlik algısını daha da güçlendirmesi oldu.

BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan dört ayrı oylamada, farklı tasarılarda özellikle ABD ve Rusya’nın kullandıkları karşılıklı vetolar sonucu bağlayıcı bir karar alınamadı.

Ancak en azından 26 Ekim’de acil gündemle toplanan Genel Kurul’dan, kuvvetli bir çoğunlukla “ateşkes” çağrısı yapılan bir kararın çıkabilmiş olması, metin bağlayıcılık taşımasa da uluslararası camiaya bir nebze soluk aldırdı.

Aslında alınan karar, BM sistemini oluşturan devletlerin, yaşanan bir insanlık trajedisi karşısında nerede durduklarını, bir ucunda İsrail ve ABD’nin yer aldıkları bir çekişmede uluslararası alandaki güç dengesinin nasıl şekillendiğini göstermesi bakımından önem taşıyor.

Bu nedenle kararın oylama kalıplarına yakından bakmak, uluslararası camiada kimin nerede durduğunu görebilmek açısından çarpıcı bir fotoğraf sunuyor.

ABD VE İSRAİL HANGİ KONUDA RAHATSIZ?

Oy dağılımına geçmeden önce kısaca BM Genel Kurul kararının içeriğine bakalım. Bu kararla ilgili yapılabilecek birinci tespit; öncelikle açık, net bir ateşkes çağrısında bulunmasıdır. Metinde “Acil, kalıcı ve sürekli bir insani ateşkes” çağrısı yapılıyor, “çatışmaların durdurulması” isteniyor.

Ateşkese karşı olan İsrail ve ona destek çıkan ABD’nin, BM kararında en çok rahatsız oldukları noktalardan biri budur.

Kararın vurgulanması gereken bir tarafı, özellikle saldırıları konu alan başlıklarda ne İsrail ne de Hamas’ın spesifik olarak isminin geçirilmemesidir. Örneğin metnin girişinde “

Yazının Devamını Oku

Kural temelli dünya idealinden kaotik bir dünyaya doğru mu?

3 Kasım 2023
***

RUSYA bundan 20 ay kadar önce Ukrayna’yı işgale giriştiğinde, bu işgale karşı büyük bir seferberlik başlatan Batı dünyasının en çok üzerinde durduğu kavramlardan biri “Kurallara dayalı uluslararası düzen” (Rules based international order) olmuştu.

Bu kavramı, uluslararası kuruluşlar ve anlaşmaların oluşturduğu zeminler üzerinden, herkesin mutabık kalınan kurallara, ölçülere saygı göstermeyi, bunlara uygun bir şekilde davranmayı taahhüt ettiği bir uluslararası sistem ideali olarak görebiliriz.

Rusya’nın önce egemen bir ülkenin toprak bütünlüğüne tecavüz etmesi, bunu yaparken uluslararası normların hiçbirine uymayıp
sivil-asker ayrımı gözetmeksizin yürüttüğü hava bombardımanı, füze saldırılarıyla her yaştan çok sayıda sivilin ölümüne yol açması kınanırken sıkça bu kavramı duymuştuk.

Rusya, uluslararası sistemin üzerine oturması gereken kurallara zarar veriyordu. Dünyayı kötü bir yere götürüyordu.

***

Getirilen argümanın mantığı yeteri kadar açıktır. Saldırganlık, kural ihlali karşılıksız bırakılır ve mütecaviz bir bedel ödemezse, bu davranışın yaratacağı emsal bütün uluslararası sistemi, üzerinde yaşadığımız dünyayı toptan bir kuralsızlığın, kaosun içine itebilecektir.

Bu nedenle Rusya’ya bu pervasızlığının yanına kâr kalmadığı gösterilmeliydi ki, hedeflenen kuralların az çok geçerli olduğu bir dünyada nefes alıp yaşama imkânımız olsun.

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet, 100. yıl, hukuk, kimsesizlerin kimsesi olmak ve AYM’ye bireysel başvuru hakkı

2 Kasım 2023
Kuruluşunun 100. yıldönümü dolayısıyla geride bıraktığımız günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin pek çok alandaki yüz yıllık seyrinin geniş değerlendirmeleri yapıldı, “Cumhuriyet nedir?” sorusuna yanıt arandı.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın geçen pazartesi günü, 100’üncü yıldönümün hemen ertesi günü, 30 Ekim’de İzmir’de yargı mensuplarının katıldığı bölge toplantısında yaptığı konuşmanın, Cumhuriyet’in “hukuk devleti” yönünü değerlendirmek açısından kapsamlı bir çerçeve sunduğunu düşünüyorum.

İzmir, Aydın, Manisa, Muğla ve Uşak illerinde görev yapan 140 kadar savcı ve hâkimin katıldığı bu toplantının ilginç bir yönü, AYM ve Avrupa Konseyi tarafından birlikte yürütülen bir proje kapsamında düzenlenmesi. Proje, AYM’nin temel haklar alanındaki kararlarının etkili şekilde uygulanmasını desteklemeyi amaçlıyor, Avrupa Konseyi’nin de desteğiyle...

Toplantının tam başlığı, “Adli-İdari Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması”.

Yani, 29 Ekim kutlamalarının hemen ertesi günü, konumuz; hak ihlalleri ve AYM’nin verdiği ihlal kararları nasıl etkili uygulanabilir meselesi.

CUMHURİYET ÖNCELİKLE ‘HUKUKSAL RIZA’DIR      

Prof. Arslan, hâkim ve savcılara hitabında, “Cumhuriyet’in geride bıraktığımız yüz yılı içindeki tecrübesi ve kazanımları”ndan söz ederek, “Cumhuriyet’in hukuki boyutunun önemini daha iyi anlamak ve anlatmak zorundayız” diye konuşuyor.

Ardından “Cumhuriyet nedir?” sorusuna yanıt arıyor. Bunun için, ünlü Romalı devlet adamı ve düşünür Çiçero’nun “Cumhuriyet” tanımıyla yola koyuluyor. Bu tanıma göre; Cumhuriyet halkın inşa ettiği bir yapıdır, ancak bu halk herhangi bir şekilde bir araya gelen bir insan topluluğu değildir. 

Bu topluluğu diğerlerinden ayıran fark nedir? Daha doğrusu topluluğu bir araya getiren faktörler nelerdir? “

Yazının Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararını nasıl değerlendirmeliyiz?

1 Kasım 2023
Önce Gazze’de ortaya çıkan savaş, ardından Cumhuriyet’in 100’üncü kuruluş yıldönümüne odaklanma gereği sonucu, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) cezaevinde bulunan Gezi Parkı Davası hükümlüsü Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Can Atalay hakkında geçen hafta verdiği ihlal kararı üzerinde durma fırsatı bulamamıştım.

AYM’nin Atalay hakkında gerek “Seçilme ve Siyasal Faaliyette Bulunma Hakkı” gerek tutukluluğu ile ilgili “Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı” çerçevesinde verdiği ihlal kararını inceledikten sonra bir dizi gözlemde bulunmak istiyorum.

En başta belirtmemiz gereken husus şu: AYM’nin, son kararında, önemli ölçüde daha önce HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında dokunulmazlığı kaldırıldığı için 2021 yılında aldığı ihlal kararındaki gerekçeleri tekrarladığı görülüyor.

Yüksek mahkemenin, benzer içerikteki bir başka başvuru karşısında, 2021’de 15 üyesinin oybirliği ile kuvvetli bir şekilde ortaya koymuş olduğu içtihadından ayrılmasını beklemek, aslında çok da gerçekçi görünmüyor; bu kez 5 karşı oy çıkmış olsa da.

Gergerlioğlu, 24 Haziran 2018 seçiminde HDP’den Kocaeli milletvekili seçilmiş, daha sonra sosyal medya hesabından yaptığı  bir haber paylaşımı nedeniyle terör örgütü propagandası suçunu işlediği gerekçesiyle yargılanıp, mahkum olmuş ve cezası Yargıtay tarafından onanmıştı. Bu kararın 17 Mart 2021 tarihinde TBMM’de okunmasıyla Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşmüş ve ardından 2 Nisan 2021 tarihinde cezaevine konmuştu.

Ancak AYM 1 Temmuz 2021 tarihinde hak ihlali kararı verince, Gergerlioğlu tahliye edilmiş ve yeniden TBMM’ye dönmüştü. Kendisi son 14 Mayıs seçiminde yeniden TBMM’ye seçilmiştir.

*

Şimdi Can Atalay’ın dosyasına geçebiliriz. Atalay, 25 Nisan 2022 tarihinde Gezi Davası’nda “T.C. Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu”ndan 18 yıl hapis cezasına çarptırılmış, Yargıtay’daki temyiz incelemesi sürerken geçen 14 Mayıs seçimlerinde Hatay‘dan milletvekili seçilmiştir.

Seçildiğinde

Yazının Devamını Oku

100’üncü yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti hangi farkı yarattı?

28 Ekim 2023
Bizim kuşağımız Cumhuriyet’in kazanımları anlamında her şeyi hazır buldu.

Kuruluşundaki olağanüstü çabayı, özveriyi kitaplardan öğrenmek, üstelik sıkça hamaset dolu nutuklar üzerinden dinlemek zorunda kalmak, belki başlangıçta Cumhuriyet’in değerini tam olarak kavramamızı önledi bile denebilir.

Ancak çoğumuz yaşımız ilerledikçe, dünyayı tanıdıkça, bulunduğumuz bölgenin açıldığı farklı coğrafyalarda olan bitenleri izleyip ülkemizin farklılığını hangi alanlarda gösterdiğini karşılaştırmalı bir şekilde gördüğümüzde, galiba Cumhuriyet’in anlamını daha iyi hissetmeye, kavramaya başladık.

*

Aslında Cumhuriyet’in değerini anlayabilmek için önce Türkiye’nin 20’nci yüzyıla çökmekte olan bir imparatorluk kimliğiyle nasıl girdiğine, ardından bu yüzyılı kat edip 21’inci yüzyıla nasıl farklı bir kimlik ve özgüvenle adım attığına bakmakla yola koyulabiliriz.

Bu çerçevede Türkiye’nin bugün üyesi olduğu İslam İşbirliği Örgütü’ne üye diğer 56 ülke ile arasındaki çok temel bir farka işaret etmek bile tek başına yeterli olabilir.

Bütün bu ülkeler arasında, bütün sorunlara rağmen, demokratik kurumlarını uzun bir süredir çalıştırabilme yeteneğini kazanmış olan, göreceli çoğulcu özgür bir siyasi düzeni ortaya çıkartabilmiş, aynı zamanda bireysel girişimciliğin önünü açıp liberal bir ekonomiyi yaşatabilen yegane örnektir Türkiye Cumhuriyeti.

Kuşkusuz, Cumhuriyet’in eğitimde, bilim ve teknolojide, kültür ve sanat gibi alanlarda kat etmiş olduğu anlamlı mesafeyi de bu denkleme dahil etmemiz gerekir.

*

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne doğru... Atatürk, Cumhuriyet’in geleceğinde kadınlara güveniyordu

27 Ekim 2023
***

CUMHURİYET’in kuruluşunun ilanından aylar öncedir. Gazi Mustafa Kemal, 21 Mart 1923 tarihinde Konya’da Hilal-i Ahmer’in (Kızılay) Kadınlar Şubesi’nin çay ziyafetinde kadınlara hitaben yaptığı konuşmada, Türkiye’nin geleceğinde kadının oynayacağı rolü anlatırken, toplumu “feyz ve fazilete ulaştırmak için yürünecek bir yol”dan söz eder.

Gazi, bu yolu şöyle anlatır:

Büyük Türk kadınını mesaimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâki, içtimaî, iktisadî hayatta erkek şeriki (ortağı), refiki, muavin ve muzâhiri yapmak yoludur. Kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok münevver ve daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.

Konuşmasının devamındaki şu sözleri, kadın-erkek eşitliği konusunda ne kadar kuvvetli görüşlere sahip olduğunun açık bir ifadesidir:

Şükranla ifade etmek lâzımdır ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin dûnunda (aşağısında) değildir. Hemen her yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir teâdül (denklik) görmekteyim. Bu hâl şayan-ı iftihardır. Kadınlarımızın, daha namüsait şerait (koşullar) altında erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı şerait tahtında erkeklerden ileri gidişi mucib-i mefharettir (iftihar vesilesidir).

Şunu da ilave edeyim ki, kadınlık meselesinde şekil ve kıyafet-i zâhiriyye (görünüş) ikinci derecedir” dedikten sonra devam eder Gazi:

Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette muvaffakiyetten ziyade, asıl muzaffer olunması lâzım gelen saha nur ile, irfan ile, fazilet-i hakikiyye ile tezeyyün ve tecehhüz etmektir (zenginleşmiş ve donanmış olmaktır). Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının dûnunda (aşağısında) kalmayacak, bilâkis pek çok cihetlerde onların fevkine çıkacak nur ve irfanda tecehhüz edeceklerine (donanmış olacaklarına) katîyyen şüphe etmeyen ve buna suret-i kat’iyyede emin olanlardanım.

CUMHURİYET, ERKEK İLE KADIN ARASINDAKİ ÇİN SEDDİ’Nİ YIKTI

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet’in 100’üncü yılında dış politikanın genel bir muhasebesi

26 Ekim 2023
Önümüzdeki pazar günü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıldönümüne ulaşacak olmamız, Cumhuriyet’in pek çok alanına yayılabilecek bir muhasebeyi de davet ediyor.

Eğitim ve bilimden ekonomiye, demokrasi tecrübesi ve hukuk düzeninden diplomasiye kadar pek çok alanda Cumhuriyet’in yüz yıllık seyrinin değerlendirmesi yapılabilir, artıları ve eksileri ile birlikte. Bu egzersizi yaparken ele alınan her bir alanda Türkiye’nin nereden yola çıkıp, nereye geldiği sorusuna yakından bakılabilir.

Ancak bütün bu alanlar içinde biri var ki, özel bir ilgiyi hak ediyor. Türkiye’nin geçen yüz yıl içinde göreceli olarak en başarılı çıktığı alanlardan birinden, Cumhuriyet’in dış politika alanındaki serüveninden, Türk diplomasinin geride kalan bu zaman zarfında verdiği sınavdan söz ediyoruz.

Kuşkusuz, yüz yıllık bir sürenin değerlendirmesini hangi başlıkta olursa olsun tek bir köşe yazısının sınırları içine sıkıştırabilmenin güçlüklerini, bunun taşıdığı riskleri belirtmeye gerek yok. Böyle bir değerlendirme, kaçınılmaz olarak ancak çok temel yönelişlere dikkat çekmek ve hepsinin bir arada ifade ettiği ana anlama odaklanmak durumundadır.

Ana tespit, Cumhuriyet’in dünyayla ilişkilerinde geçen yüz yılda büyük ölçüde barış içinde geçen bir dönemi tamamlamakta oluşudur.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının çoğu görevlerinin önemli bir bölümünü cepheden cepheye savaşarak geçirmiş Osmanlı kurmay subaylarından oluşuyordu. Kurulan Cumhuriyet’in bekası, ayakları üzerinde yükselebilmesi, kurumlarını inşa edebilmesi, öncelikle bir barış ikliminde yaşamasına bağlıydı.

Atatürk’ün Balkan Paktı ve Sadabad Paktı gibi bölgesel ittifaklarla Türkiye’nin sınırları boyunca ve yakın çevresinde bir barış kuşağı yaratma çabası, bu barışçı arayışın bir ifadesidir.

Cumhuriyet’in ilk döneminin başka kazanımlarını da vurgulayalım. Örneğin, 1936 yılında imzalanan Montrö Sözleşmesi ile 1923’te Lozan Antlaşması’nda Boğazlar’ın egemenliği konusunda açık kalmış olan bir parantezin kapatılıp Türk Boğazları üzerinde denetim yetkisinin sağlanması herhalde en kayda değer başarı öykülerinden biridir. Son Ukrayna savaşında Montrö’nün değerini daha yakından anladık.

Yazının Devamını Oku