“Veli”, 1920’lerde işgal altındaki İstanbul’da yaşayan bir gencin hikâyesini anlatıyor.
Yazar Tolga Gümüşay yeni kitabı ile ilgili şunları söyledi:
“İki yıl önce başlayan salgınla birlikte insanlar evlerine kapanırken, biz Veli’yle birbirimize kapandık. Bir asırlık zaman farkını erittik, kol kola Pera’yla Beşiktaş arasında gittik, geldik...
Müslüman, Rum, Ermeni, Rus, Yahudi dostlar edindik. Düşmanlıktan barış, yokluktan umut var ettik. Veli, Galata Köprüsü’nde ayakkabı boyarken rastladığı Rus göçmeni Valentina’ya beslediği saf sevgiden, yoksul İstanbul’un kadim güzellikleriyle büyülenmekten, Çanakkale’de şehit babasının mektuplarını dönüp dönüp okumaktan, rüzgârını arayan bir uçurtma gibi ufukta umut aramaktan hiç vazgeçmedi.
İşgal yıllarının sert esintilerine kimi zaman göğsünü siper etti, kimi zaman onları arkasına alıp yükseldi. Ve yüzyıl sonrasının İstanbul’unda bahar çiçekleri açarken, yazarından helallik isteyerek filinta gibi bir roman haline geldi. Artık Veli önce sizlere sonra da yüce gönüllü okurlara emanet... Yolu da bahtı da açık olsun!”
Harika yolculuklar, unutulmaz serüvenler!
Genç oyuncu Alper Utku Ateş, burada servis elemanı olarak çalışıyor.
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda görev almış. Bu süreçte birkaç dizi ve birçok reklamda rol almış bir isim.
En son “Kasaba Doktoru”nun 2’nci bölümünde oynamış. Hem Çok Çok Pera’da çalışıyor hem de oyunculuğa devam ediyor. En sevdiği kitaplardan biriyse Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar?” eseri. Kitapta sorulan üç soru ve aldığı üç cevap oyuncunun yaşayış biçimime tesir etmiş;
1) Bir iş için en iyi zaman nedir?
2) En önemli insanlar kimlerdir?
3) Her zaman yapılacak en iyi şey nedir?
Yolu açık olsun.
Basında Türkiye’nin son 50 yılı
Roman, hızlı temposu ve şaşırtmacalarıyla günümüze dair müthiş meseleleri odağına alıyor. Ayrımcılık, duyar kasma, sosyal medya şövalyeliği, ikiyüzlü ilişkiler soluk soluğa bir hikayenin içinde anlatılıyor.
Tüm tuhaflıkları, fiyaskoları, saçmalıklarıyla tuhaf bir çağda yaşıyoruz, roman da çağla dalgasını incelikle geçiyor.
“Ben, Kirke”nin yazarı Madeline Miller yazar için “Reid keskin gözlemleri, canlı anlatımı ve şaşırtmacalarıyla enfes bir hikaye anlatıcısı” diyor. Hızlı okunan, kışkırtıcı bir roman arayanlar, iyi bir kadın yazar peşinde olanlar için “Ne Eğlenceli Çağ!”, Sinem Bozkurt çevirisiyle kitapçılarda.
“Gayalı-Yüzyıllık Emanet”
Çanakkale Kara Savaşları’nda yaşanan gerçek olayları merkeze alarak, bu kanlı hesaplaşma üzerinden ölüm, yaşam ve kader konularında düşüncelerini paylaşan Murat Kaya’nın ilk romanı yayına hazır. Yazarın ilk kitabı “Gayalı-Yüzyıllık Emanet” sonbahara doğru Profil Yayınları’ndan yayımlanacak.
Daha önce Berlin Film Festivali’nde gösterilmiş “Aşk, Mark ve Ölüm”ü İstanbul Film Festivali‘nde izleme fırsatı buldum.
Gezdiğim, gördüğüm, hissettiğim Almanya’ya başka bir pencereden bakma fırsatı buldum.
Gurbettekilerin tarihini müzik yoluyla anlatan bu belgeseli, fırsatını bulunca izleyin. Yüksel Özkasap ve diğer karakterleri unutamayacaksınız.
Yönetmen Cem Kaya, belgeselin sonunda Cavidan Ünal’dan bir kuple dinleterek bizi sahici bir duyguya götürüyor.
Gaspar geri döndü
Gaspar Noé kıl payı ölümden döndüğü bir beyin kanaması atlatıp pandemide de Covid’e yakalanmasının ardından çektiği “Vortex”le sinemaseverleri büyüledi.
“Şiirlerde İstanbul” yapılan özel seçmelerle İstanbul’un 2300 yıllık şiir geçmişine odaklanıyor.
İlk defa böyle bir antolojide Bizans, Divan ve Cumhuriyet döneminin yanı sıra Halk şiirine de özel bir yer ayrılmış.
Bu şiirler toplamı yalnız edebiyatçılar ve tarihçiler için değil kent belleği üzerine çalışan ilgililer, sosyologlar ve psikologlar için de temel bir başvuru kaynağı aslında.
“Evvel Zaman İçinde İstanbul” ise her yönüyle İstanbul’a eğilen, İstanbul’u anlatan yazılardan oluşuyor.
İstanbul’un tarihi, edebiyatı, sanatı, mimarisi, toplumsal hayatı, gündelik yaşam içindeki tüm renkliliği bu kitapta lezzetli yazılarla okurlarına “merhaba” diyor.
Aynı zamanda kitabın yazılarına eşlik eden gravür, minyatür ve resimlerle de bu eşsiz kentin tarihine yapacağınız yolculuk daha da keyifli bir hal alıyor.
Her biri büyük bir emek ürünü olan bu iki çalışma Ahmet Bozkurt imzasıyla İBB Yayınları’ndan okurlarla buluştu.
Bir oda dolusu çocuk
◊ “Bağ” adlı romanınızın birçok vicdanlı kalbe iyi geleceğini düşünüyorum. Kitabın hikâyesini anlatır mısınız?
- Bu kitabı 12 yıl önce yazdım ve yazarken hayatımı sorgulayıp oradan başlayarak bir hikaye yaratmak gibi bir amacım yoktu. Sadece Kemal karakterini oluştururken belli davranışlarını babamdan esinlendim. Annemle yaşadıkları büyük aşkın hikâyesini dinleyerek büyümek, anneme âşık olduğu ilk günden vefat ettiği güne kadar “gülüm” diye seslenmesi ve bu aşkın evinde büyümek beni tabii ki besleyen önemli noktalar. Ama bu hikâyelerin asıl yazım amacı tamamen farklı, yeni, benim bile bilmediğim karakterler, mekanlar yaratmaktı. Benim için yazmanın keyfi burada...
Bugüne kadar yazdığım her hikâyede karakterler beni nereye götürürse oraya gittim. Onların izlerini sürdüm. Bazen yazdıklarıma, olan olaylara ben bile şaşırdım. Hayatımla alakası olmayan tamamen orijinal mekanlar, karakterler yaratmanın keyfi beni bir diğer hikâyeye başlamaya itti ve 12 yılda çocuk masallarımın dışında dört roman yazdım. İlk önce bu hikâyemi okuyucuyla paylaşmak istedim ama diğer hikayelerimin de okuyucuyla buluşması için sabırsızlanıyorum.
◊ Kemal, geçmişinde ciddi bir trajedi yaşamış bir karakter... Bir başka trajedisi olan parti kızı Mila da bu romanda yer alıyor. Kemal ve Mila’yı yazarken nasıl bir yol izlediniz?
- Ana karakter Kemal’den yola çıkarak diğer karakterleri şekillendirdim. Mila, Kemal’in zıttı biri. Hayatta da uyum içerisinde de hep bir zıtlık olduğuna inanırım. Tıpkı ilişkilerdeki zıtlığın eşleri beslediği gibi. Hikâyelerimde karakterler çok net. Kötü karakter için “acaba mı?” diye düşündüğünüz bir nokta yok. Kötüler kötü, iyiler iyi... Kötü karakterlerin masumlaştırılmasına, “bunu yaptı ama aslında o da iyi biri gibi” algı oluşmasına izin verecek, gri karakterler yok bu hikâyede.
KİTABIN NAİF VE MASALSI OLMASI ÖNEMLİYDİ
◊
Andreas Dresen’in yönettiği “Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı”, dünya prömiyerini Şubat 2022’de Berlin Film Festivali’nde yapmış ve “en iyi senaryo” ile “Sanat Sinemaları Birliği Ödülü”nü kazanmıştı.
Ayrıca Rabiye rolüyle başrolündeki Meltem Kaptan’a “en iyi performans ödülü”nü getirmişti.
Film, 2002-2006 yılları arasında ABD’nin Küba’daki Guantanamo Üssü’nde hakkında iddianame olmaksızın tutulan Murat Kurnaz’ın hikâyesini annesi Rabiye Kurnaz’ın gözünden anlatıyor.
Filmden sonra Meltem Kaptan’la tanışmak da günün sürprizi oldu!
Festivalde mutlaka izleyin
Peter von Kant-Yönetmen: François Ozon
“Kırılma Noktası: Hikayenin Sonunu Sen Yaz” başlıklı sergide ziyaretçiler Özge Günaydın’ın geri dönüştürülmüş kompozit malzemeyle ürettiği gerçek boyutlu gergedanı Rhinovella’nın önünde fotoğraf çektirmek için adeta yarışa girdi. Ankara’da yapılması gereken ritüellerimi de bu arada gerçekleştirdim.
Türkiye’nin köklü festivallerinden Ankara Uluslararası Film Festivali’ni düzenleyen İrfan Demirkol’la buluştum. Sonra da Büyülü Fener Sineması’nda “Bergen” filmini izledim.
Türkiye’nin en özel restoranlarından Trilye’yi ziyaret ettim. Restoranın işletmecisi yazar Süreyya Üzmez, yine işinin başındaydı.
Süreyya Üzmez’in en sevdiğim kitabı “Lezzetin Rotası”nı da gurmelere özellikle tavsiye ederim. Ankara hep özel, hep güzel!
◊ Sanatçı Haldun Dormen, Ayşe Kulin’in “Taksiii” adlı kitabını okuyor.