Göksu Telmaç

Corona’da çocuk olmak

8 Mayıs 2020
Okula gidemiyorlar, sokakta ya da bahçede oynayamıyorlar, çok sevdikleri arkadaş ya da akrabalarıyla görüşemiyorlar. Bir virüsün dünya üzerindeki etkilerinin farkındalar ve ebeveynlerini hiç olmadıkları kadar kaygılı görüyorlar.

İlk günlerde eğlenip tatil moduna girmişlerdi ama günler geçtikçe onlar da belirsiz bekleyiş ve kaygıdan etkilenmeye başladılar.

Eminim en kısa sürede yeniden o sabahlara uyanıp, kıymetini çok daha iyi anlayacağımız yaşantılarımıza döneceğiz.

Çocuklarımız rutinlerine, okullarına, arkadaşlarına kavuşacaklar.

Ancak şu zor günlerde ebeveynlerin donanımlarını güçlendirmesi gereken noktalar var:

Bu süreçte görülen ve hemen her yaştan çocukta olan bazı sorun başlıklarını bilmek, bu durumun sadece sizin eve özgü olmadığını fark etmek bile çok iyi bir baş etme yöntemidir.

Bu süreçte çocuklar neler hissediyor?

Çocuklar, hasta olmadıkları halde neden evde kalmaları gerektiğine anlam veremiyor. Kaygı, korku, öfke, tükenmişlik hissedebiliyorlar. Yaşına uygun bir anlatımla küresel salgının ve çocukların bu süreçteki rolünün iyi anlatılması gerekiyor.

Çocuklar böyle dönemlerde ne tür sorunlar geliştiriyorlar?

Yazının Devamını Oku

Oyunlarda rekor kırıyorlar ama ayakkabı bağlamayı bile bilmiyorlar

2 Kasım 2019
Çocuğunuz günde kaç saat bilgisayar başında oyun oynuyor? Peki ya tek başına özlük becerilerini yerine getirebiliyor mu? Oyunlarda olduğu kadar gerçek hayatta da aktif mi? Uzman Klinik Psikolog Göksu Telmaç, dijital oyunların çocukları yalnızlaştırdığını dile getiriyor ve anne-babaları uyardı.

ÇOCUKLAR BU OYUNLAR SAYESİNDE HAYATLA TEMAS ETMİYOR!

Dijital oyunlar çocuğa bazı görsel beceriler ve hız kazandırıyor olabilir. Ancak bu katkılarından daha önemli alanlara kalıcı hasarlar bırakabiliyor. Bu oyunlar esnasında çocuklar konuşmuyor, derinlemesine düşünmüyor, hayatla temas etmiyor. Bir araya geldikleri arkadaş ortamlarında bile yan yana oturup aynı oyunları oynamaya devam ediyorlar. Buna giderek artan sosyal uyaran eksiklikleri de eklenince asosyal bir neslin sinyallerini alıyoruz. Belediye otobüsüne binmeyen, pazara gitmeyen, alışveriş merkezi ve fast food odaklı çocuklar hayata dokunmadıkları gibi kendilerini tanıma ve ayaklarının üzerinde durma fırsatını da yitiriyorlar.

ÇOCUK, DİJİTAL OYUNLARA BAĞIMLI HALE GELİYOR!

Oyunlarda durmadan basamak atlayan on yaşında bir çocuk hala ayakkabı bağlamada, çanta hazırlamada, insanlarla iletişime geçmede sorun yaşayabiliyor. Beynin ödül mekanizması bir noktadan sonra sadece oyunların puan göstergeleri yükseldikçe devreye giriyor.

Çocuk dijital oyunlarından mahrum kaldığında yoksunluk ve depresif belirtiler gösterebiliyor. Mutsuzlaşıp öfkelenebiliyor, saldırgan tepkiler ortaya koyabiliyor. En büyük tehlike ise anne babaların algısında yatıyor. ‘Çocuktur bu çağlarda tabii ki oynayacak bizim dönemimizde yoktu, tadını çıkarsın. Büyüyünce hayatı öğrenir’ şeklindeki düşünceler çocuğun kişiliğinin bir noktadan sonra değişemeyeceği gerçeğini geride bırakıyor.

Dijital oyunlar çocuğa bazı görsel beceriler ve hız kazandırıyor olabilir. Ancak bu katkılarından daha önemli alanlara kalıcı hasarlar bırakabiliyor. Bu oyunlar esnasında çocuklar konuşmuyor, derinlemesine düşünmüyor, hayatla temas etmiyor. Bir araya geldikleri arkadaş ortamlarında bile yan yana oturup aynı oyunları oynamaya devam ediyorlar. Buna giderek artan sosyal uyaran eksiklikleri de eklenince asosyal bir neslin sinyallerini alıyoruz. Belediye otobüsüne binmeyen, pazara gitmeyen, alışveriş merkezi ve fast food odaklı çocuklar hayata dokunmadıkları gibi kendilerini tanıma ve ayaklarının üzerinde durma fırsatını da yitiriyorlar.

Oyunlarda durmadan basamak atlayan on yaşında bir çocuk hala ayakkabı bağlamada, çanta hazırlamada, insanlarla iletişime geçmede sorun yaşayabiliyor. Beynin ödül mekanizması bir noktadan sonra sadece oyunların puan göstergeleri yükseldikçe devreye giriyor.

Çocuk dijital oyunlarından mahrum kaldığında yoksunluk ve depresif belirtiler gösterebiliyor. Mutsuzlaşıp öfkelenebiliyor, saldırgan tepkiler ortaya koyabiliyor. En büyük tehlike ise anne babaların algısında yatıyor. ‘Çocuktur bu çağlarda tabii ki oynayacak bizim dönemimizde yoktu, tadını çıkarsın. Büyüyünce hayatı öğrenir’ şeklindeki düşünceler çocuğun kişiliğinin bir noktadan sonra değişemeyeceği gerçeğini geride bırakıyor.

Yazının Devamını Oku

Çocuklara oyuncak seçerken nelere dikkat edilmeli?

1 Ağustos 2019
Oyunlar, çocukların yaşam provalarıdır. Bu nedenle özellikle yaratıcılıklarını ve hayal güçlerini ortaya koyabilecekleri oyuncaklara ağırlık verin.

"-mış gibi" oyunlar ve oyuncaklar çocuğun zekasını geliştirir. Aşçıymış, tamirciymiş, doktormuş gibi rollere girebilecekleri oyuncaklar çocuklara farklı seçenekler sunacaktır.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzun doğallığını engelliyor musunuz?

20 Mayıs 2019
Çocuklar keşfetme arzusunu, bitmeyen enerjisini ve doğallığını hiç kaybetmemeli!

Doğal çocuk enerjiktir, oyuncu ve muzırdır ama sadece bununla kalmaz. Kaybetmemesi gereken özellikler arasında meraklı olması, öğrenmeye ve keşfetmeye duyduğu arzusu, bitmeyen enerjisi ve içinden geldiği gibi tepkiler vermesi çok ama çok kıymetlidir. Okul öncesi çocuklarda çok güçlü olan bu ego durumu, ebeveyn ve çevre mesajlarıyla değişime uğrar ve baskılanır.

Zaten olacağından çok erken bastırılan doğal çocuk, bir seçim yapmak zorundadır. Ya, istenen gibi akıllı uslu, sessiz olacaktır, ya da bu baskıya bir şekilde tepki gösterip isyankâr olacaktır.

Peki siz, anne baba olarak çocuğunuzun doğal çocuğunu ne kadar engelliyor ya da destekliyorsunuz?

[TestID=44]

Yazının Devamını Oku

Baba-çocuk ilişkiniz nasıl?

15 Nisan 2019
Hadi minik bir testle nasıl çocuğunuzla ilişkinizin nasıl olduğunu test edelim.

Klinik anlamda yapılan çalışmalarda, çocukların kaygı bozukluğu, davranış problemleri ve kişilik gelişiminde sorun oluşumu ve çözüm sürecinde babanın çoğu zaman çok etkin bir rol oynadığı bir görülmektedir.

Anne babalık söz konusu olduğunda mükemmellik ya da iyi/kötüden bahsedemeyiz.

Ancak günümüzde çocukların farklılaşan ve daha da hassas yaklaşılması gereken ruhsal ihtiyaçlarına “uygun” ve “etkili” tutumlarla, kendi mizacınıza uyarladığınız bir yol bulmanızı öneririm.

Peki, sizin çocuğunuzla sürdürdüğünüz ilişkide ağır basan tutum ve tavır nedir?

Hadi minik bir testle bir göz atalım.

Not: Bu test bir klinik değerlendirme aracı değildir. Fikir sunma ve farkındalık oluşturma amacıyla hazırlanmıştır.

[TestID=88]

Yazının Devamını Oku

Anne korkuyorum

18 Mart 2019
Çocukların yaşlara göre değişen korkuları vardır. Bebekler gürültülerden, ani tepkilerden, tanımlayamadıkları mimik ya da detaylardan, sonraki dönemlerde sırasıyla, yabancılardan, hayvanlardan, karanlıktan korkarlar. Dört yaştan sonra artan hayal gücü ve soyut kavramlarla tanışma sayesinde, hayalet, canavar, vampir, zombi, hırsız, kaçırılma, kaybolma, yalnız kalma vs. ile korkular farklı bir boyuta ulaşır.

Son dönemlerde tüm ebeveynleri kaygılandıran sanal tehditler ve çocukları adeta ele geçiren korku temelli oyunlar biz uzmanlar için de ciddi bir çalışma konusudur.

Bu korkular, çocuğun oynadığı bir oyunda karşısına çıkan görüntünün ona yaptırımlar uygulaması ile başlarken, çocuğun kimseyle paylaşamadığı bir döngüye girmesi ve yaşamdan koparacak bir sömürüye dönüşmesi ile son bulabiliyor.

Bir çocuk, ekranda karşılaştığı bir görüntüye nasıl teslim olur? Neden destek alamayacağını hisseder? Her anne babanın çocuğu için kendine şu soruyu sorması lazım diye düşünüyorum:

“Böyle bir durumda çocuğum benimle konuşur mu?”

Her çocuğun korkuyu yaşama ve hayatına olan etkileri ise birbirinden farklıdır.

Sanal ya da gerçek olsun, bir tehdit karşısında çocuk, ebeveyniyle koşulsuz bir iletişime geçebileceğine inanmalıdır.

Genelde çocuklar “Kızarsın diye söylemedim…” derler ya da tehdit eden kişinin ailesine ya da kendisine zarar vereceğinden korkarlar.

Çocukların davranış ve değerler eğitimini korku üzerinden vermek en büyük yanlıştır.

Yazının Devamını Oku

Zayıflamanın psikolojik yolları

14 Mart 2019
Aşırı kilo, obezite ve yağlanma, stresli ve hareketsiz çağımızın en büyük sağlık problemleri arasında. Ülkemizde de milyonlarca kişi kilo vermek için pek çok yol denemekte.

Aşırı kilo, obezite ve yağlanma, stresli ve hareketsiz çağımızın en büyük sağlık problemleri arasında. Ülkemizde de milyonlarca kişi kilo vermek için pek çok yol denemekte. Kilo verme süreçlerine baktığımızda kilo verememe, verilen kiloları yeniden alma en büyük engeller.

Etkili yollarla kilo vermek için bir diyetisyen ve uzman ekiple yol almanın yanında bireysel olarak kilo vermeye hazır olmak, düşünce sistemini buna adapte etmek ve inancı korumak da büyük önem taşımaktadır.

Yaşamda her bireyin kendisiyle ilgili sahip olduğu inançlar, şemalar vardır. Bunlar olumlu ve olumsuz inançlardır. İçinizde tüm gün boyunca slogan atıp dururlar. Örneğin “Ben kilo vermem, kilolu kalacağım” gibi konuşup dururlar. Bu konuşmaları geçmiş deneyimlerden edinirler ve durmadan tekrar ederler. Bu olumsuz düşünceler kilo vermeyi engeller, her seferinde yeniden rejime başlayıp hızla bırakmak, kilo verip hızla geri almakta da kişinin kendine duyduğu inançsızlığın etkisi vardır.

Obezite ve yeme problemlerinin psikolojik tedavisinde uygulanan bilişsel yöntemlerden bazılarını sizlerle paylaşıyorum. Kilo vermek istiyorsanız psikolojik olarak şu sorulara yanıt arayın ve bir kağıda yazın:

• Kilo vermeyi gerçekten istiyor muyum?

• Kilo vermeyi neden istiyorum?

• Kilo verebileceğime inanıyor muyum?

• Kilo vermek için neler yapmalıyım?

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuza çok mu bağırıyorsunuz?

10 Mart 2019
En yakın arkadaşınız size çocuğunu bıraksa… Ve onun çocuğu aynı sizinkinin yaptığı hareketlerle sizi kızdırsa nasıl tepki verirsiniz? Bağırır mısınız?

Günümüzde çoğu ebeveyn, çocuğunu daha bilinçli ve hatalardan uzak büyütmek adına bir çaba sarf ediyor. Okuyor, eğitim veya uzman desteği alıyor. Ama yine de gündelik yaşamın stresleri ve bazı iç dinamikler, en sevdiğimiz varlıklar olan çocuklara çok sık bağırma ve kızmaya neden olabiliyor.

Kendini tutamayıp bağıran, sonrasında pişman olan, bu durum sıklaştığında ise çocuğuna zarar verdiğini fark eden ebeveynler, yetersizlik ve çaresizlik hissedebiliyorlar.

Zaman zaman bağırmak ya da gereksiz yere kızmak, eleştirmek, müdahalede bulunmak, fiziksel olarak hırpalamak büyük şiddet unsurları değil gibi görünse de uzun vadede çocuğun öz güvenini, ebeveynle kurduğu bağını, iletişimini olumsuz yönde etkileyebilir.

Burada amaç hiç ses yükseltmemek değil. Kaldı ki bazen otoriteyi sağlamak adına kararlı ve yüksek tondan konuşmanız gerekebilir.

Amacımız hiç hata yapmamak, sürekli kitabi cümleler kullanmak da değil. Asıl hedef anne babanın doğallığını bozmadan çocuğuna karşı durduğu “haddi”, yani “sınırı” bilmek ve böylece öfke kontrolü sağlamak.

Bu sorum sizi şaşırtmasın. Yüz kişiye sorsak bir çocuğa bağırmak onu kırar mı üzer mi diye. Hepsi evet diyecektir. Aslında “sağlıklı yetişkinler”, çocuklara nasıl davranılması gerektiğini çok iyi bilir. Haddini bilir, ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini bilir. Çocuklar sabır zorladığında nasıl tepki vermek gerektiğini bilir.

Ama söz konusu kendi çocuğumuz olduğunda…

Sınırlar ve doğrular adeta değişir.

Yazının Devamını Oku