Elvan Kılıç

Kadın haklarına ilişkin hukuki bilgiler

8 Mart 2021
Her yıl 8 Mart’ta kutlanan Dünya Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler tarafından bu şekilde tanımlanan uluslararası bir gündür. 8 Mart, insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır. Aslında sadece 8 Mart değil tüm diğer günlerde de kadınların hakları hatırlanmalı ve buna yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Türkiye'de Kadın Hakları, Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde kendilerine tanınan “Seçme ve Seçilme Hakkı” ile 5 Aralık 1934 tarihinde tanınmıştır.

Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolundaki mücadelenin başlangıcı 8 Mart 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadının düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grevler yapması olarak kabul edilmektedir. Bugünden sonra Dünya Kadın Hakları Günü, kadınların seslerini duyurabilmeleri, cinsiyet eşitsizliğini vurgulamaları, toplumda bilinç ve farkındalık yaratmak, kadının hak ettiği değeri görmesini sağlamak amacıyla tüm dünyada kadınlar başta olmak üzere erkekler tarafından da kutlanan ve kutlanması gereken bir gün haline gelmiştir.

Bilindiği üzere uzun yıllar boyunca erkek kadından üstün görülmüş ve erkeğin sahip olduğu haklardan kadınlar yararlanamamıştır. Kadınların mücadeleleri sonucunda kadın erkek eşitliği mevzuatlar açısından da sağlanabilmiştir. Cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklayan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ne (CEDAW)’e göre kadın-erkek eşitliğini sağlamak için taraf devletlerin geçici ve özel önlemler alacağı düzenlenmiştir.  Sözleşme, 18.12.1979 tarihinde kabul edilip 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmeye dayalı Ek Protokol’ün kabulünden sonra Türk Medeni Kanunu’nda yapılan 2002 yılı değişiklikleri ile kadın-erkek arasındaki eşitliği sağlayan daha önemli düzenlemeler getirilmiştir. Örnek vermek gerekirse;

-“Aile reisi kocadır” hükmü değiştirilerek “evlilik birliğini eşler beraber yönetirler” hükmü getirilmiştir.

-Eski Kanunda evlilik birliğini temsil hakkı, bazı haller dışında kocaya ait iken, yeni Medeni Kanun’unda evlilik birliğinin temsili eşlerin her ikisine verilmiştir.

-Yeni Kanunda eşlerden birinin meslek ve iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda olmadığı hükmü getirilmiştir. Bu düzenlemeyle eşler mesleklerini diğer eşten izin almadan sürdürebileceklerdir.

-Yeni Kanun ile vesayeti kabul yükümlülüğünü, sadece erkek ve koca için öngören madde kadın-erkek eşitliğini zedelediği için tamamen kaldırmıştır.

-Eski Kanuna göre diğer rejimlerden biri seçilmemişse geçerli olan kanuni mal rejimi “Mal Ayrılığı” iken, Yeni Kanunda “Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminin” esas olacağı kabul edilmiştir.

-Yeni Kanun ile boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesinde yetkili olacağı kabul edilmiştir.

Yazının Devamını Oku

Değerli konut vergisi hakkında hukuki bilgiler

27 Ocak 2021
Değerli Konut Vergisi nedir, nasıl hesaplanır? Değerli Konut Vergisi ödemekle yükümlü kişiler kimler? İşte merak edilenler…

31365 sayılı Resmî Gazetede 5/12/2019 tarihli ve 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’na “Değerli Konut Vergisi” kısım başlığı altında eklenen 42 ilâ 49 uncu maddeleri ile mevzuatımıza girmiştir.

Değerli Konut Vergisi konut olarak sahip olunan yıl için belli bir miktarı aşan değerdeki taşınmaz üzerinden alınan artan oranlı bir vergidir. 2021 yılı için tespit edilen miktar 5.227.000 TL olup bu miktarı aşılması durumunda taşınmaz üzerinden vergi alınır. Türkiye sınırları içerisinde bulunan mesken nitelikli taşınmazlardan anılan kanunun 29. Maddesine göre belirlenen bina vergi değeri 29/12/2020 tarihli ve 31349 Mükerrer sayılı Resmî Gazete ’de yayımlanan Hazine ve Maliye Bakanlığı nezdindeki Gelir İdaresi Başkanlığı’nın yayımladığı Emlak Vergisi Kanunu Genel Tebliği ile  01/01/2021 tarihinden itibaren uygulanmak üzere bina vergi değeri 5.227.000 Türk Lirasının üzerinde olanlar değerli konut vergisine tabidir.

Bina vergi değerinin, 1319 sayılı Kanunun 42. Maddesinde yer alan ve ilgili yılda uygulanan tutarı aşması halinde, bu durumun gerçekleştiği tarihi takip eden yılın başından itibaren değerli konut vergisi mükellefiyeti başlamaktadır. Değerli konut vergisi uygulamasında "mesken nitelikli taşınmaz" kavramı, mesken niteliğini haiz binalar ile birden fazla bağımsız bölümden oluşan binalarda her bir bağımsız bölümü ifade etmektedir. Her bir bağımsız bölüm vergilendirme açısından ayrı ayrı değerlendirilmektedir. Taşınmazın mesken niteliğini haiz olup olmadığı hususunun değerlendirilmesinde, taşınmazın kayıtlardaki niteliğinin yanında fiilen kullanım durumuna da bakılmaktadır.

Değerli Konut Vergisi ödemekle yükümlü kişiler kimlerdir?

-Mesken nitelikli taşınmaza ilişkin değerli konut vergisini taşınmazın maliki öder. Mesken nitelikli taşınmaz üzerinde intifa hakkı varsa vergi, intifa hakkın sahip kişi tarafından ödenir.

-Mesken nitelikli taşınmazın maliki veya intifa hakkı sahibi yoksa malik gibi tasarruf edenler vergiyi ödemekle mükelleftir.

-Bir mesken nitelikli taşınmaza paylı mülkiyet halinde malik olanlar, hisseleri oranında mükellef olurlar. Elbirliği mülkiyette ise malikler vergiden müteselsilen sorumludurlar.

Değerli Konut Vergisinden muaf kişiler kimlerdir?

Yazının Devamını Oku

Koronavirüste son gündem: İş yerinde aşı zorunluluğu

31 Aralık 2020
Dünyada pandemi devam ederken son güncel gelişmelerde aşı mevzusu gündemde. Koronavirüse karşı birçok ülkede aşının üretilmesi ile ülkemizde aşının tedariki, aşının uygulanması, aşı zorunluluğu gibi konular konuşulmaya başlandı. Peki, gerçekten koronavirüs aşısı geldiğinde aşı olmak tüm vatandaşlar için zorunlu olacak mı? Kamu sağlığını önemli derecede ilgilendirdiği için tüm iş yerlerinde aşı zorunluluğu olacak mı?

Bulaşıcı hastalık konusunda aşının zorunluluğu 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda düzenlenmiştir. Kanunun 57. maddesinde sayılan bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması halinde, 72/2. madde uyarınca hastalığa maruz bulunanların aşılanmasına yetki tanınmıştır. Bulaşıcı hastalık olması durumunda bu kanuna göre aşı zorunluluğu bulunsa da kanun çok eski bir kanun olduğundan Covid-19 gibi bulaşıcı hastalıklar bakımından bir güncel düzenleme mevcut değildir. Kanunlar günümüzde yaşanan olaylar bakımından zaman zaman güncellenmelidir fakat henüz gündemde Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na Covid-19 ve aşılanma ile ilgili bir değişiklik yapılması konusu mevcut değildir. Kanunla zorunlu aşı getirilebilir fakat bu zorunlu aşının ne şeklide vatandaşa uygulanacağı bir soru işareti oluşturmaktadır. Anayasa ve kanunla aşı ile ilgili zorunluluk getirdiğinde bu durum “aşı olmama hakkı” adı altında insan haklarına bir kısıtlama getirmez çünkü burada zorunluluk yapılma sebebi “kamu sağlığı ve güvenliği”dir. Fakat bu durum sadece kamu güvenliğini ilgilendiren aşılarla ilgilidir.

Hangi durumlarda fesih hakkı mevcut?

Bu durumda kamu güvenliği açısından olaya bakılırsa iş yerleri de kamuyu ilgilendirdiğinden aşı zorunluluğu İş Kanunu çerçevesinde değerlendirilebilir. Buna göre Covid’li işçinin işverenin talimatına rağmen aşı olmaması gibi durumlarda işçinin ve iş verenin fesih hakkı bulunmaktadır. Sadece aşı olmak istemeyen işçi değil aşı yaptırmayan ve bulaşıcı hastalığı olduğu düşünülen işçi veya işverenle aynı yerde çalışan diğer işçiler de iş akdini bu sebebe dayandırarak haklı olarak feshedebilir. Bu fesih İş Kanunu’nun 24. Maddesine göre haklı fesih olup işçi fesihten doğan tazminatlara hak kazanabilir. Bu maddeye göre; İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa işçinin iş akdini haklı olarak feshedebilme olanağı bulunmaktadır.

Yine işçinin, işverenin kamu ve iş yeri güvenliğini düşünerek aldığı önlemler kapsamında öne sürdüğü aşıyı reddetmesi durumunda işveren de aynı kanunun 25. Maddesine göre işçiyi haklı nedenle derhal feshedebilir. 25. Maddenin (b) bendinde işçinin tutulduğu hastalığın tedavi edilemeyecek nitelikte olduğu ve iş yerinde çalışmasında sakınca bulunduğunun Sağlık Kurulunca saptanması durumunda işverene derhal haklı fesih tanımakta, bu feshin gerçeklemesi durumunda da işçiye tazminat verilmemektedir.

İşveren gerekli tedbirleri almazsa…

İşveren, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğine yönelik tedbirleri almak zorundadır. Hem İş güvenliği kanunu (4. Maddesindeki tedbirler kapsamında) hem de İş Kanunu hükümleri ışığında, bulaşıcı hastalıkların iş sağlığı ve güvenliğini tehdit etmesi durumunda işverene işçiye tazminat ödemeden derhal haklı fesih imkânı sağlamaktadır. İşveren, Covid-19 virüsünün iş yerinde yayılmasını önlemek için aldığı tedbirlere uymayan işçinin iş akdini haklı olarak feshedilebilir. Aşı gelmeden önce iş yerinde alınan tedbirler, maskenin takılması, kalabalık çalışmayı önlemek açısından esnek çalışma saatlerinin uygulanması, kısa çalışma ödeneği gibi tedbirler iken aşının da artık işverenin alması gereken tedbirlerin içerisinde bulunacağı öngörülmektedir. Çünkü iş yerleri kamu sağlığı ve güvenliğini ilgilendirmekte olduğundan denetimlere de tabidir ve işveren gerekli tedbirleri almadığı durumda idari para cezasına çarptırılabilir.

Aşı yaptırmayan işçi tazminatsız işten atılabilir mi?

İşçinin hastalığa yakalanması, tedavi olmayı kabul etmeyip karantinaya uymaması, aşı olmaması, iş yerinde çalışmasında bulaşma riski nedeni ile iş yeri ve diğer işçilerin sağlığını tehlikeye atmaktadır. Bu durumun, bir sağlık kurulu raporu ile kanıtlanması halinde işverenin işçiyi tazminatsız işten çıkarma hakkı İş Kanunu tarafından kendisine verilmiştir. İşçi hastalığa yakalanmasa bile hastalığın bulaşmaması için iş yerine aşı zorunluluğunun getirilmesi ve işçinin aşı olmak istememesi, işverenin hem iş yerine karşı hem de diğer çalışanlarına karşı sorumluluklarını yerine getirmesine engel teşkil edeceği için de “haklı fesih” yolu açılabilir.

Yazının Devamını Oku

İş hayatında kadınlara destek: Çalışan annelere bakıcı desteği

25 Aralık 2020
Günümüzde kadınların iş hayatında daha aktif olmasını sağlamak için Avrupa Birliği destekli bir “mali destek projesi” getirildi. Bu proje ile hem sigortalı çalışan kadın sayısını olabildiğince arttırmak hem de bakıcılık mesleğine sahip bireylerin bu alanda sigortalı olarak çalışmalarına imkân sağlayarak, son zamanlarda gündemde olan “eğitimli çocuk bakıcı” mesleği ön plana çıkarmayı hedeflemektedir.

Proje Avrupa Birliği ve Türkiye ile iş birliği ile gerçekleştirilmekte olup doğum sonrası ara verdiği çalışma hayatına geri dönmek veya yeni bir işte çalışmak isteyen ancak çocuğuna bakıcı desteği sağlamak için yeterli maddi imkânı olmayan çalışan annelere proje kapsamında destek verilmektedir. Destek aylık 300 Euro olup bu tutar yaklaşık olarak 2 bin 400 TL civarındadır. Bu miktar geçen yıl 200 Euro iken ile bu yıl 300 Euro destek verilmektedir. Verilecek olan mali destek 2021'de 325 Euro, 2022 yılında da 350 Euro olacaktır. Bu destekten yararlanmak isteyen çalışan annelerin aylık yükümlülüklerini yerine getirmeleri, başvuru esnasında istenen kriterleri yerine getirmeleri gerekmektedir. Mali destek çocuk 36 ayı doldurunca en fazla 32 ay daha devam etmek şartı ile sağlanmaktadır.

Fakat mali destekle ilgili bir hususu açıklamak gerekirse “Eğitimli Çocuk Bakıcılarının Teşviki Yoluyla Kayıtlı Kadın İstihdamının Desteklenmesi Projesi” annelerin çocuklarını sigortalı olarak eğitimli çocuk bakıcılarına sadece bir miktar maddi destek sağlama amacı taşımaktadır. Yani verilen destek, bakıcı ile ilgili ortaya çıkan tüm maliyetleri karşılayacak kapsamda değildir sadece aylık 300 Euro mali destek sağlayarak çalışan annenin ekonomik yükünü hafifletme amacı taşımaktadır. Bu sebeple, sigortalı bakıcıların sigorta primleri tam zamanında ödenmelidir. Aksi halde Sosyal Güvenlik Kurumunun çalışan anneye sağladığı prim teşvikleri kesilebilir.

Mali Destek Projesi kapsamında mali destekten yararlanabilmek için gerekli şartlar şunlardır:

Her ne kadar bu proje çalışan anneler bakımından önemli kriterler gerektirse de belli birtakım kriterler de eğitimli bakıcılara uygulanmaktadır. Çünkü bu proje ile hem çalışan annelere destek verilmekte hem de eğitimli bakıcıların istihdam alanında daha aktif olması sağlanması hedeflenmektedir. Bu sebeple de çalışan annelerin sahip olması gereken kriterlerin yanı sıra eğitimli ve tam sigortalı bakıcıların da sahip olması gereken kriterler mevcuttur. Bu kriterler:

-Bakıcı, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun Ek 9’uncu maddesi kapsamında tam zamanlı olarak çalışmalıdır. Ve 18 yaşını doldurmuş olmalıdır.

-Başvurucu anne ve çocukla aynı ilde yaşamalıdır. Eğer çalışan annenin evinde bakması mümkün değilse kendi evinde de çocuğa bakabilir.

-Anne ya da babayla birinci dereceden akrabalık bağı olmaması gerekmektedir. (Aynı evde yaşıyorsa üçüncü derece dahil üçüncü dereceye kadar akrabalık bağı olmaması aranmaktadır)

-“0-36 aylık çocuk bakımı”nı kapsayan bir eğitim aldığını MEB, İŞKUR, MYK veya üniversitelerden onaylı sertifikayla belgelendirmesi ya da lise veya üniversitelerin ilgili bölümünden diplomayla belgelendirmesi gerekmektedir. (Bu şartları taşımak koşuluyla uzaktan eğitimler de geçerlidir.)

Yazının Devamını Oku

Engelliler ve engelli aylıklarına ilişkin hukuki bilgiler

30 Kasım 2020
3 Aralık Dünya Engelliler Günü olarak bilinmektedir. Ülkemizde engellilere ilişkin haklar 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Engelli bireyler hakkında kanunda engelli birey, fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetilerinde çeşitli düzeyde kayıplarından dolayı topluma diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda tam ve etkin katılımını kısıtlayan tutum ve çevre koşullarından etkilenen birey olarak tanımlanmıştır.

Sadece ülkemizde değil uluslararası hukukta da oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi ülkemizin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmeye taraf olan devletlerin birtakım yükümlülükleri bulunmaktadır. Bunlar:

Sözleşmeye taraf devletin yukarıda belirtilen yükümlülükleri yerine getirmesi esas alınmıştır. Ülkemizde engellilere “engelli aylığı” adı altında aylık bağlanmakta aynı zamanda engelli bireylere bakan kişilere de “engelli bakım aylığı(diğer adıyla evde bakım aylığı)” bağlanmaktadır. Burada amaç, devletin yükümlülüğünü yerine getirerek engelliye ve ona iştirak edene destek sağlamaktır.

Engelli aylığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü tarafından 2022 sayılı “65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanununa” göre bağlanan aylıktır. 2022 sayılı kanun uyarınca ekonomik yoksunluk içinde bulunan; 18 yaşından büyük engelli bireyler ve kanunen bakmakla yükümlü olduğu 18 yaşını tamamlamamış engelli yakını bulunan Türk Vatandaşlarına aylık bağlanmaktadır. Engelli aylığı kanunen düzenlenmiş olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın denetimi altındadır.

Engelli aylığı alacak kimsenin birtakım şartlara sahip olması gerekmektedir. 20.03.2013 yılında Resmi Gazete ’de yayımlanan “Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik” ile belirlenen engel oranı engelli aylığının alınmasında en önemli kriteri oluşturmaktadır. İlgili yönetmelik engelli sağlık kurulu raporlarının alınması, geçerliliği, değerlendirilmesi ve engelli sağlık kurulu raporu verebilecek yetkili sağlık kurumlarının tespiti ile ilgili usul ve esasları belirlemek; engellilerle ilgili derecelendirmelere, sınıflandırmalara ve tanımlamalara gereksinim duyulan alanlarda ortak bir uygulama geliştirmek ve uluslararası sınıflandırma ve ölçütlerin kullanımının yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Bu şartlara göre engelli aylığına başvuracak engelli bireyin;

Kişinin bakmakla yükümlü olduğu kimsenin engelli olması durumunda da yukarıdaki şartlarla beraber bu engelli yakının da 18 yaşından büyük olması gerekmektedir. Bu şartlar oluştuğunda engelli yakınına bakan kişi evde bakım aylığı alabilmektedir. Engelli aylığından farklı olarak evde bakım parası; bir evde kişi başına düşen ortalama maaş gelir miktarının, asgari ücretin aylık net miktarının 2/3’ünden daha az olan kişilere Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nca verilen destek parasıdır. Evde bakım aylığı için başvuracak olan bireyin ise 30.07.2006 tarih 26244 sayılı “Bakıma Muhtaç Engellilerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmelik” kapsamında bakım ihtiyacı olan engelli koşullarına sahip olması gerekmektedir. Yakınının sahip olduğu engeli sebebiyle kendisine bakamaması, alınan engelli sağlık kurulu raporunda “ağır engelli” ibaresinin bulunması gerekmektedir. Ayrıca engelli yakınına bakacak olan kimse ile yakını arasında kan bağı bulunması mevcut olmalıdır. İlgili yönetmelik çerçevesinde üveylik olması durumunda da evde bakım aylığı alınabilmektedir. İkametgâhların aynı yerde olma şartı aransa da engelliye bakacak başka kimsenin olmaması ve engellinin veya yasal temsilcisinin özel veya resmi merkezlerde bakım hizmeti almayı istememesi hâlinde, bakım hizmetleri değerlendirme heyetinin de görüşü ile bakım hizmeti her gün rahatlıkla gelinip gidilebilecek yakınlıktaki farklı adresteki akraba tarafından da verilebilmektedir.

Engelli aylığı ve evde bakım aylıkları ile ilgilenen genel merci Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il veya ilçe müdürlükleridir. Ancak engelli aylığı başvuruları ikametgâhının bulunduğu yerdeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma (SYD) Vakfına yapılmaktadır. Engelli Aylığı başvuru kriterleri yerine getirilmesi durumunda birtakım belgeler başvuru esnasında sunulmalıdır. Ayrıca istenen belgeler;

Sonuç olarak yukarıdaki şartları oluşturan engelli bireyler ve engelli yakınına bakmakla yükümlü kimseler, yine yukarıdaki evrakları alarak ikametgâhlarının bulunduğu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma (SYD) Vakfına başvuruda bulunurlar. Vakıftan alınan sevk kâğıdı ile sağlık kurulu raporu vermeye yetkili hastanelere gidilir. Alınan bu sevkle gidilen hastanede sağlık kurulu raporu düzenlenir. Düzenlenen raporda belirlenen engellilik oranı sonrası muhtaçlık değerlendirmesi yapılarak kişinin sahip olduğu engellilik oranına göre belirlenen engelli aylığı bağlanmaktadır. Ölüm, muhtaçlığın ortadan kalkması, engel oranının düşmesi, adres değişikliği, engelli kişinin SSK’lı olarak çalışmaya başlaması, Türk vatandaşlığından çıkarılması, feragat gibi durumlarda engelli aylığı kesilmektedir.

Yazının Devamını Oku

Koronavirüs ve hastane ücretleri

23 Kasım 2020
Birçok ülkenin tedbir aldığı ve sağlık harcamaları politikasında Covid-19’a da yer vermeye çalıştığı görülmektedir. Koronavirüs ilk çıktığı dönemlerde tedavi masrafının olup olmayacağı dahi bilinmiyorken artık değişen süreçte sağlık politikası da değişikliğe uyarlanmaya çalışılmıştır. Ölümcül sonuçları da olabilen koronavirüsünde en çok merak edilen husus, bu salgın hastalığa ilişkin yapılan harcamalar veya bu harcamaların geri alınması hususudur.

Oluşturulan pandemi hastanelerinde yer olmaması ve özel hastanelerin de Covid’e ilişkin tanı-tedavi uygulayabilmesi sebebiyle vatandaşlar özel hastanelere gidebilmektedir. Yapılan testler sigorta kapsamında olup bazı hastaneler ilave ücret istemektedir ancak bu durum ülkemizde uygulanan sağlık politikasına ve hukuka aykırıdır.

Ülkemizde sigortalara ilişkin hükümler 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ile Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Özel Sağlık Sigortaları Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Buna göre özel sağlık sigortaları genellikle isteğe bağlı gerçekleştirilen operasyonları ve bu operasyonlardan doğabilecek komplikasyonları karşılamamaktadır.

Bir hastalığın sigorta kapsamında olmaması için ilk şart Hazine Müsteşarlığı'nın getirdiği Özel Sağlık Sigortası Genel Şartlarında istisnai durum ilan edilmiş olmasıdır. Böyle bir istisna yok ise sağlık sigortası olanlar enfekte olduğunda kanuna göre sigorta bunu karşılamak zorundadır. Ancak bazı sigorta şirketleri poliçelerinde düzenledikleri “özel şartlar” kısmında bulaşıcı hastalıkları istisna kabul etmişse bu hastalıkların tedavisi kapsam dışı kalabilir. Bunun tespiti için söz konusu poliçenin incelenmesi gerekmektedir.

Ancak Sağlık Bakanlığı’nın son yapmış olduğu değişikliklere rağmen özel hastaneler Covid tanı ve tedavisinde hastalardan ücret talep etmektedir. Fakat bunun dışında, bazı hastaneler Sağlık Bakanlığı’nın Sağlık Uygulama Tebliği aracılığı ile belirlenen ücretten daha fazlasını talep etmektedir. Hastadan muayene katkı payı ve test ücreti talep edildiği veya hastanın tedavi durumunda yoğun bakıma yatırılmadan servislerde veri girişleri farklı girilerek ücret talep edilmesi durumunda hasta gerekli yerlere şikâyet başvurusunda bulunmalıdır.

9 Nisan 2020 tarihli ve 31094 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinde yapılan düzenlemelerle hastanelerin tedavilerde öncelik verilmesi gereken durumun acil hal olduğu ve Covid-19’un da acil bir hal olduğu bu düzenleme ile netleşmiştir. SUT’a göre acil hal; ani gelişen hastalık, kaza, yaralanma ve benzeri durumlarda olayın meydana gelmesini takip eden ilk 24 saat içinde tıbbi müdahale gerektiren durumlar ile ivedilikle tıbbi müdahale yapılmadığı veya başka bir sağlık kuruluşuna nakli halinde hayatın ve/veya sağlık bütünlüğünün kaybedilme riskinin doğacağı kabul edilen durumlar ile pandemi süresince, pandemi olgularına yönelik tanı ve tedavileri kapsamaktadır. Bu nedenle sağlanan sağlık hizmetleri acil sağlık hizmeti olarak kabul edilir. Özel hastanelerin, acil hal olan Covid kapsamında ücret dahi almaması gerekirken yüksek miktarlarda ücret alması hukuka aykırıdır.

Aynı tebliğ ile "Sağlık Bakanlığı tarafından pandemi süresince hastanelerce temin edileceği bildirilen pandemi tedavisine yönelik ilaçlar" ibaresi eklenerek koronavirüs tedavisinde kullanılan ilaçlar, SGK'nın ödeme listesine alınmıştır. Bu durumda yapılan değişiklikler ile artık özel hastaneler, koronavirüs tedavisi gören hastalardan muayene katılım payı ve ilave ücret isteyemeyecektir.

SUT’a rağmen vatandaş fazla ödeme alınması durumunda ara fark için SGK’ya başvuru yapabilir. Çünkü eklenen düzenleme ile Covid tedavisi tüm hastanelerin uygulaması gereken bir tedavi haline gelmiştir. Hastanenin ücret istemesi durumunda ve vatandaşın hastanenin kendisine çıkarmış olduğu faturayı ödemesi durumunda vatandaş SGK’ya ara fark ödemesi için başvuru yapabilir. Çünkü SUT’ların amacı, ödeme kapsamına alınan tanı ve tedavi bakımından sağlık harcamalarını olabildiğince dengelemektir. SGK’ya sunulan dilekçe ve ekte sunulan fatura ile yapılan başvuru idari bir başvuru olup, olumsuz cevap verilmesi durumunda cevap verildiği andan itibaren yargı mercilerinde hak arama süreci başlamış olmakta ve idare mahkemesinde ara fark ödemesi için dava açılmaktadır.

Hastanın böyle bir durumda kendisinden haksız bir şekilde, kanuna aykırı olarak ücret alınması durumunda faturayı delil olarak göstererek SGK’ya ve hakem heyetine başvuru yapması gerekmektedir. Yapılan idari başvurular ve hakem heyetine yapılan şikâyetler sonucunda vatandaş parasını iade alabilmektedir. Özellikle testlerin pozitif çıkması durumunda paranın iade edilmesi gerekmektedir. Her ne kadar gündemde SGK’nın özel hastanelere testi pozitif çıkan hastalar için ödenek ayırdığı konuşulsa da bu hususlar yeniden yasal olarak güncellenmeli ve yeni bir Sağlık Uygulama Tebliği çıkarılarak resmileştirilmelidir.

Yazının Devamını Oku

Nafakanın süresinin sınırlandırılması

27 Ekim 2020
Son zamanlarda Adalet Bakanlığı tarafından getirilen nafakaya ilişkin düzenlemelerde, nafakanın alt sınır 2 üst sınır 6 yıl olmak üzere sınırlandırılması hedeflenmektedir. Adalet Bakanlığı tarafından getirilen düzenleme önerisi henüz yasalaştırılmamış olup getirilen bu önerinin “süresiz nafaka” kavramının getirmiş olduğu sorunları çözme amacı taşıdığı görülmektedir.

Kadın veya erkek fark etmeksizin, nafaka ödeyen kişiyi bir ömür nafakaya mecbur bırakılmasının insan haklarına aykırı olduğu birçok hukukçunun görüşüdür. Adalet Bakanlığının bu önerisi de Bakanlığın süresiz nafakaya ilişkin kısıtlamalar getirmek istediğini göstermektedir.

Bahse konu öneriye göre; nafaka bağlanması için evli kalınan süre, kadının yaşı, gelir durumu, çocuk olup olmadığı, tarafların kusur oranı gibi ölçütlerin dikkate alınacağı belirtilmiştir. Ayrıca nafaka evli kalınan süre ile sınırlandırılması, üst sınırın 6 yıl olması, alt sınırın ise 2 yıl altında olmayacağı öngörülmüştür. Yine uygulamada nafakanın daha önce de mahkemenin takdirine bırakıldığı gibi üst sınırın belirlenmesi konusunun da hâkimlerin takdirine bırakılacağı da öneri ile sunulmuştur.

Öncelikle türüne bakılmaksızın nafaka Türk Medeni Kanunu’muzun 175. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Yükümlüsünün kusuru aranmaz.” denilmektedir. Mahkeme, nafakayı belirlerken çeşitli kriterler göz önüne alır. Kanun, hâkime nafakanın belirlenmesi konusunda takdir yetkisi tanımıştır. En önemli şart, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarıdır. Hâkim nafakayı belirlerken, iki tarafın da iş durumunu, gelirini, ailenin daha önceki yaşam tarzı gibi çeşitli kriterleri göz önünde bulundurmaktadır. Mahkeme nafakanın ayın belirli günlerinde ödeyebileceğini kararlaştırabileceği gibi nafakanın en baştan yüklü bir miktar olarak ödenmesini de kararlaştırabilir. Her türlü nafakası ödenmeyen eş nafaka borçlusuna icra takibi başlatabilir ve ödenmeyen nafaka için tazyik hapsi talep edebilir.

Ancak nafakanın mahkeme ile bir süre tayin edilmemesi durumu birçok kişi tarafından suiistimal edilmektedir. Kendisini çalışmıyor gösterip nafakaya ihtiyacı duyduğunu belirtilmesi, çalışma gücü olduğu halde karşı tarafın nafakasından geçinmesi gibi durumlar bir suiistimal durumlarıdır. Getirilen öneri ile bu durumun önüne geçilmeye çalışıldığı düşünülmektedir.

Kanunda belirtilen ve mahkeme tarafından da belirlenen nafakanın süresiz olması nafaka borçlusu için oldukça büyük bir sorumluluk getirmektedir. Ömür boyu sürekli olarak karşı tarafa bir borç altında olmasının yanı sıra her iki taraf ve özellikle nafaka borçlusu için yeniden aile kurulmasının önünde bir engel teşkil etmektedir. Yeniden evlenen nafaka yükümlüsü boşandığı eşi ile ilişkisini devam ettirdiğinden bu durum yeni kurulan aile açısından problemlere sebep olmaktadır. Ayrıca nafaka bir süreyle sınırlı olmadığından ödediği nafaka yeni doğacak çocukların yaşamlarını da etkilemektedir.

Ayrıca nafaka yükümlüsünün işsiz kalması da nafaka yükümlüsünü zor bir durum altına sokmaktadır. Kendi geçimini bile sağlayamadığı halde nafaka ödemek zorunda kalması ve nafaka borcunu ödeyememesi hapisle sonuçlanabilmektedir. Oysaki diğer tarafın çalışma gücü veya fazladan bir gelir kaynağı varsa bunu dürüst bir şekilde beyan etmeyip nafakayı talep ediyorsa o zaman hukukun da düzenlemiş olduğu “kötüniyet” kavramından söz edilmektedir. Bu durumun ispatı halinde nafaka yükümlüsü “nafakanın kaldırılması davasını” açarak nafaka ödemekten kurtulabilir.

Nafakanın kaldırılması davası esasen süresiz nafakanın hukuken betimlenmiş adı olduğu düşünülmektedir. Türk Medeni Kanunu176. Maddede nafakanın kaldırılmasına ilişkin şartlar mevcuttur. Buna göre nafakasını ödeyemeyecek durumdaki kişi, dava açıp ekonomik durumunu ispatlaması halinde bu yükümlülükten kurtulabilir. Ayrıca nafaka yükümlülüğü evlilik ve ölüm durumunda otomatik, nafaka alanın yoksulluktan kurtulması ve şartlarının iyileşmesi halinde ise dava ile ortadan kalkmaktadır. Bu sebeple getirilen önerinin aslında davanın esasında tayin edilen nafaka süresine ilişkin olduğu görülmektedir. Bu yüzden süresiz nafaka ile ilgili birçok hukukçunun görüşleri belli bir takım ikilemler ortaya çıkarmaktadır.

Öneri ile ilgili süresiz nafakaya ilişkin getirilen bir diğer durum ise kadının yaşı, çalışamayacak durumda olması gibi şartların söz konusu nafakada süre tayinine ihtiyaç duymamasıdır. Süresiz nafakaya bu öneri ile sınır getirilse bile kadının çalışma gücünün bulunmaması, kadının ileri yaşta olması gibi şartlarda kadının ömür boyu nafaka alabilmesi öngörülmektedir. Yine aynı şekilde bu öneri,  evliliği sebebiyle işinden ayrılmak zorunda kalan ve bir daha o işine dönmesi mümkün olmayan kadın da bunu mahkemede ispatladığı zaman ömür boyu nafaka alabilme imkânı tanımaktadır. Her ne kadar öneriler süresiz nafakayı kayıtlandırma amacı taşısa da uygulamada süresiz nafaka hâkimlerin takdirine bırakılmış olup hâkimler tarafların ekonomik durumu, çalışabilme gücü, ortak bir çocuğun bulunup bulunmaması gibi şartları göz önünde bulundurarak nafakanın süresini belirlemektedir.

Yazının Devamını Oku

Online yargılamaya ilişkin merak edilen konular

23 Ekim 2020
Avukatların duruşmaya video konferansla online olarak katılmalarını sağlayan "e-Duruşma" uygulaması nedir? Bu sistem üzerinden dava ve icra takibi nasıl yapılır? İşte merak edilenler…

Pandemi dönemi ile birlikte gelen tedbirler kapsamında, hukuk alanında birtakım değişiklikler getirilmiştir. Bu değişiklikler daha çok adliyeleri kapsamakla birlikte, adliyelerde mevcut insan sirkülasyonunu azaltarak salgının önlenmesi hedeflenmiştir. Alınan tedbirler kapsamında Adalet Bakanlığı’nın çıkarmış olduğu “Adalet Hizmetlerinde Koronavirüs Tedbirleri Kapsamında Yeni Çalışma Esasları’na ilişkin kılavuz aracılığı ile elektronik ortamda duruşma yapılması hususu düzenlenmiştir. Pandemi döneminde kabul edilen ve e-duruşma hususunu da düzenleyen yargı paketi sonrası e-duruşma çalışmaları hız kazanmış ve uygulanmaya başlamıştır.

Özellikle salgının yayılmasını önlemek ve avukatların ofislerinden duruşmalara katılmalarını kolaylaştırmak amacı taşıyan elektronik duruşma ile online yargılamanın yolu açılmıştır. Normal şartlarda, virüsün olmadığı dönemlerde, avukatların duruşma salonlarına fiziki olarak giderek duruşmaya katıldıkları bilinmekte idi. Uzun bir süredir fiziki olarak yapılan yargılamaların boyutu değişmiş, yeni değişiklikle yargılamaların Covid-19 ile gelen salgından sonra online ortama adapte edilmesi hedeflenmiştir. Adalet Bakanlığı aracılığı ile kabul edilen Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde de düzenlenen online duruşmalar ile mahkemelerdeki yoğun duruşmaların doğurabileceği sağlık tehlikelerinin önleneceği düşünülmektedir.

E-Duruşma sistemi öncelikle Ankara Batı Adliyesi`nde Kadastro Mahkemesi, 1. ve 2. Tüketici Mahkemesi ile 1. ve 2. İcra Hukuk Mahkemesinde kullanıma açılmış olup pilot olarak belirlenen bu mahkemelerdeki duruşmalara Avukat Portal veya CELSE uygulamasından "Duruşma Sorgula" menüsü üzerinden e-duruşma talebi gönderilebilmektedir. Avukatlar, yeni gelen uygulama ile, 24 saat öncesine kadar gerekçesini de yazarak e-duruşma talebi gönderebilecek, hâkimin UYAP üzerinden talebi kabul etmesinden sonra duruşma günü, mahkemenin e- duruşmayı başlatarak aktif etmesi üzerine avukatlar, ilgili duruşmaya portal üzerinden katılabileceklerdir. Yine avukatlar aynı işlemleri yapmak suretiyle CELSE uygulaması aracılığıyla cep telefonlarından veya uygulamayı indirdikleri elektronik cihazdan katılabileceklerdir.  Duruşmadan önce de e-imza veya mobil imza ile kimlik doğrulaması yapılacak, avukatın bilgileri ve fotoğrafı hâkim tarafından UYAP sistemi üzerinden teyit edildikten sonra duruşma başlayabilecektir. Duruşma başladığında UYAP Avukat Portal/Celse uygulaması üzerinde “duruşmaya katıl” butonu aktif hale gelecek ve bu yöntemle duruşmaya dahil olunacaktır.

Avukatların E-imza ve Mobil-imza aracılığı ile internet üzerinden ile UYAP Sistemi aracılığı ile bağlanarak online şekilde dava ve icra takibi (e-takip) açabildikleri, yetkileri dâhilinde sistemdeki vekâleti bulunan dosyalarını inceleyebildikleri Avukat Portal, üzerinden de online duruşmalar görülebilecektir. Bu sistem her ne kadar kadastro ve icra hukuk, tüketici mahkemelerinde uygulanmaya başlasa da daha sonrasında aile mahkemeleri, fikri ve sınai haklar hukuk mahkemeleri gibi ihtisas mahkemelerinde, daha sonra da genel olarak hukuk davalarında uygulanabilecektir. Ancak ceza davalarında e-duruşma yapılması ceza yargılamasında mevcut olan “yüzyüzelik” ve “vasıtasızlık” ilkesine aykırı olabileceğinden ceza yargılamasında bu sistem uygulanmamalıdır.

Online yargılamanın bir başka avantajı ise salgının azaltılması yönünde olumlu bir çözüm olmasıdır. Fiziken yapılan duruşmalar eğer dosyada kapalı yargılamaya ilişkin bir karar yoksa halka ve diğer avukatlara açıktır. Ancak salgın sebebiyle adliyelerdeki sirkülasyonun azaltılması hedeflendiği için dosyada mevcut taraflar ve tanıklar dışında dava ile doğrudan ilişkisi olmayan izleyici konumundaki bireylerin adliyeye girişinin sınırlandırılması durumu ortaya çıkmaktadır. Duruşmalara katılan hâkim, savcı, avukat, zabıt kâtibi ve tarafların, başta maske ve sosyal mesafe olmak üzere tüm korunma tedbirlerine titizlikle riayet etmesi elzem olduğundan online duruşmanın bu yönü avantajlıdır.

Yazının Devamını Oku